02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HUKUK POLİTİKASI Hayrettin Ökçesiz gıcında, Avrupa teknolojide bizi geçmeye başlamış. Bilindiği gibi, matbaa da o yıllarda icat edilmiştir. “bilgiyi kendisi üreten ve yeni teknolojiler yaratan” gençler yetiştirecek olursak, onları aşar ve onların kölesi olmaktan, ya da biraz yumuşatarak söyleyelim, onlara bağımlı olmaktan kurtuluruz. Bunun için gençlerimizin akıllarını özgürleştirecek, yaratıcılıklarını öne çıkaracak eğitim vermeliyiz. Yani biat eden, “büyüklerimiz daha iyi bilir” diyen değil, kuşku duyan, itiraz eden, soru soran, sorgulayan, eleştiren, araştıran gençler yetiştirmeliyiz. Başka bir deyişle, ‘kindar ve dindar’ değil, ‘fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür’ gençler yetiştirmeliyiz. [email protected] http://okcesizhayrettin.blogspot.com ÖNEMİ OLAN ZİHNİYET Avrupa’da gelişmeler ilerleyip tüfek icat edilince, Dadaloğlu’nun dediği gibi, “mertlik bozuldu”. Burada sözü edilen ‘tüfek’ yeni savaş araç/ gereçlerinin, yani yeni teknoloji ürünlerinin simgesidir. Tüfeğin yanında, daha hafif, kolay taşınabilen, daha uzun menzilli toplar geliştirdiler. Açık denizlerde seyredebilen, daha büyük savaş gemileri yaptılar. Daha da önemlisi zihniyetlerini geliştirdiler. İnsanların da, ulusların da kendi kaderlerini kendilerinin çizdiğini anladılar. Sonuçta, kılıcı iyi kullanabilen/ bileği güçlü olan değil, teknoloji yaratabilen ve kullanabilen, aklı güçlü olanlar kazanmaya başladı. Osmanlı yenilgiler ve gerileme dönemine girdi. İnsanlık 19. yüzyılda, özellikle enerji alanındaki yeni buluşlarla tarım devrimini aştı, Sanayi Devrimini yarattı. Günümüzde Sanayi Devrimi de aşıldı. Bilişim Devrimini yaşıyoruz. Fakat biz hâlâ sanayi devrimini yakalayamadık. Mevcut sanayimiz ‘montaj sanayii’. Yani, onu yaratanlardan bilgi satın alıyoruz, teknoloji transfer ediyoruz ve onların gösterdikleri şekilde yapıyoruz. Onlar, bize eski teknolojiyi satıp, geliştirdikleri yeni teknolojiyi kendileri kullanıyorlar. Dolayısıyla onlarla rekabet edemiyoruz. Kendimiz bir şey yaratamadığımız için onlara bağımlı oluyoruz. Buna ‘modern kölelik’ diyebilir miyiz? Aklımız karmakarışık. Yeniden düşünmek gerekiyor. Cesaretle ve insana inanarak... Silivri’den Sonra Hukuk Dersi Verilemez! Tuz / Kokuyordu / Çürümüş mü / Şimdi // Ben bir hukuk profesörüyüm / Hukuk fakültesinde // Kırk iki yıl / Okuyup satır satır / Ciltleri / Satır satır yazmış / Biri // Ben bir hukuk profesörüyüm // Öğrencileri / Dinlemiş / Yıllarca / Binlerce // Kokuyordu / Çürümüş mü / Tuz / Şimdi // Kimse görmesin / Düştüğümüz yeri // Ben bir hukuk profesörüyüm / Hukuk fakültesinde // Yüzünüze / Nasıl bakarım *** Usul hukuku kuralları korudukları temel haklar ve özgürlükler kadar önemlidir. Onları küçümsemek, insanı küçümsemektir. Onları hiçe saymak, insanlık onurunu hiçe saymaktır. Bunu da mı bilmiyorlardı o yargıçlar. Bu kadar cehaleti kimden öğrenmişler, hocalarına sormalı. *** Susturmak için tanıtlarınız olmalı, sopanız değil! Adil bir yargıç böyle düşünür ve davranır. *** Silivri’den sonra hukuk fakültelerimizde hukuk dersi verilemez! 5 ağustos’ta facebook’ta Adorno’ya nazire olarak böyle yazmıştım. Kendilerine ulaşma olasılığı yüksek olan hukuk hocalarının hiç birinden bir ses çıkmadı. Anlaşılan, anlamadılar ya da önemsemediler. Öyleyse, zararı yok... Ama anlayıp da, anlamsız buldularsa, başka Silivri’lere hazırlıklı olun! Mısır’ın Tahrir ve Adeviye meydanlarına! Kökten düşünmek gerekiyor. Öldürmek koşulsuz yadsınmalı... Ölüm anlamsız bırakılmalı. Ona doğal bir olay olmaktan öte bir anlam yüklememeli... Bunu başarabilirsek, silah fabrikalarını yıkabiliriz. Her türlü silah üretimine karşı çıkabiliriz. Buralarda çalışmamaya, onlara yan üretim yapmamaya bakarız. Hiç bir silahın eğitimini almayız. Nihayet, orduları kaldırabiliriz. Öldürmenin koşulsuz dışlandığı, ölümün bir anlamının bulunmadığı bir siyasal düzende hiç kimse silahın ne işe yaradığını doğru dürüst bilemeyecektir bile. Bugün bütün ağıtlarımız ikiyüzlüdür. Bugün yüreklerimiz günah yüklüdür. Kökten düşünmek gerekiyor. Unutmamalı, savaşlar büyük cinayetlerdir. Bizim yapacağımız şey, bunların ne denli haklı olduklarını kanıtlamaya çalışmak yerine, hep, “nasıl olurdu da bu cinayetler işlenmezdi”, sorusuna sağlam yanıtlar bulmak olmalı. Haklı gösterilen her savaş, yeni savaşların meydanını ve zamanını hazırlamaktan başka bir işe yaramıyor. Bu yüzden artık zaferlerimizle övünmeyi bırakalım. Çocuklarımız savaşmamayı başardığımız için bizimle övünsünler. Bu hepimiz için daha onurlu olacaktır. Aklımız karmakarışık. Yeniden düşünmek gerekiyor. Cesaretle ve insana inanarak... *** Tanrısını kendi dışında bulandan korkmalısın. Yapamayacağı hiç bir kötülük yoktur. Tanrısını kendi içinde bulandan korkmamalısın. Yapamayacağı hiç bir iyilik yoktur. GEZİ’DEKİ YARATICILIK ARA ELEMAN=MONTAJ İŞÇİSİ Sayın Bakan, bu durumu kabulleniyor. Fakat bu işi daha iyi yapmamızı istiyor. ‘Ara teknik eleman’ dediği, kendisine gösterileni yapan ‘montaj işçisi’. Bilindiği gibi, gelişmiş ülkelerde işçilik pahalı olduğu için kapitalistleri, fabrikalarını işçiliğin ucuz olduğu Uzakdoğu ülkelerinde kuruyorlar. Sayın Bakan’ın söylemek istediği aslında bu: “Biz kalifiye işçi yetiştirirsek, küresel kapitalistler Uzakdoğu’ya gitmez, bize gelirler.” Bu düşünce modern köleliğe talip olmaktır. Oysa Sayın Bakan’ın dediği gibi, “dünyadaki bütün bilgileri alıp onları çok iyi kullanan” değil, eğer Bakınız, yaratıcı akla sahip Gezi gençleri, sosyal medyada espri ve mizahla harikalar yaratıyorlar. Buna karşılık onların karşısına çıkarılanlar sadece küfür ediyorlar. Gezi gençleri, kimseyi ötekileştirmeden barışı savunuyorlar. Karşısındakiler palalarla, sopalarla kaba kuvvete başvuruyor; Başbakan’ın karşısına, mürit zihniyetini yansıtan, “Yol Ver Taksim’i Ezelim” pankartıyla çıkıyorlar. Gezi gençleri, ‘ezelim’ sözcüğünün başına ‘G’ harfini ekleyerek, buradan da bir espri yaratabiliyorlar. Sonuç olarak icat/buluş yapmaya engel olan şey ne Tarım Toplumu, ne de Müslüman olmak. Tek engel aklın köreltilmesi, yaratıcı aklın engellenmesidir. Çocukların ilginç fikirlerini, büyüklerin “İcat çıkarma!’ diyerek yanıtlamaları deyim olmuş, kültürümüze yerleşmiş. Müslüman dünyasında, ilk kez Türkiye’de, Hitler’den kaçarak yurdumuza sığınan Alman bilim insanlarının da katkılarıyla, 1933 Üniversite Reformundan sonra bilimsel araştırmalar yapılmaya başlandı (Erdal İnönü, Bilimsel Devrim ve Stratejik Anlamı, Cumhuriyet Kitapları). Fakat daha sonra, Atatürk’ün gerçekleştirmek istediği Türk Aydınlanma Devrimi gibi, o da yozlaştırıldı. Tanzimat’tan beri “Batı’nın bilimini ve fennini (teknolojisini) alalım, fakat ahlakını almayalım” diyoruz. Fakat o zamandan beri yerimizde sayıyoruz. Batı’nın bilimini de, teknolojisini de almayalım. Bilimsel düşünce sistemini alalım. Yöntemini alalım. Bilimi de, teknolojiyi de biz üretelim. O zaman uçarız. Kanser ve DNA onarımı Baştarafı 13. sayfadan devam kaldırmak ve böylece tedavinin etkenliğini artırmak son yıllarda kanser tedavisinde çok çekici bir yaklaşım haline gelmiştir. Kanser hücrelerinin DNA onarım mekanizmalarındaki bazı proteinlerin engellenmesi, kanser hücrelerinin kemoterapiye ve radyasyon terapisine duyarlı hale gelmesini sağlayacak ve tedaviye olan direnci yok edecek veya azaltacaktır. Hem normal hücrelerdeki ve hem de kanser hücrelerindeki DNA onarım kapasitesinin bilinmesi, hastanın tedaviye vereceği yanıtı belirliyebilir ve dolayısıyla tedavi biçimini yönlendirebilir. DNA onarım mekanizmalarının, onarım enzimlerinin fonksiyonlarının ve hangi tür DNA hasarının oluştuğunun daha iyi anlaşılması bu konuda yapılan bilimsel araştırmaların hedefi olmak zorundadır. Gezi: Sistemin içinde ve çokkatmanlı Baştarafı 14.15. sayfadan devam eğitilmiş ve son derece donanımlı olmaları şart olmuştur. Bu şartın sonucu olarak emek cephesinin profilinde de bir değişim olduğu gözlenmektedir. ‘Emeğin entelektüelleşmesi’ diye adlandırılabilecek bir olgu bu değişimde öne çıkmakta ve iş sürecindeki asıl değişimi de, teknolojinin değişimi yanında bu olgu karakterize etmektedir. Dolayısıyla, üretim faaliyetleri sonucu yaratılan değerler zincirinin tüm halkalarında iş sürecinin belkemiğini iyi eğitimli, ‘teknolojiuyumlu’, kol gücünden çok beyin gücünün öne çıktığı bu yeni emek katmanı oluşturmaktadır. Ne var ki, bu yeni katmanın dünya coğrafyasına dağılımında, ülke nüfusu içindeki yoğunlukları, bilgi ve deneyim birikimleri, dolayısıyla da yetenek düzeyleri, çalışma imkân ve şartları ve yaşadıkları sorunlar açısından önemli farklar vardır. Farkı yaratan uluslararası üretim zincirlerinin dünya coğrafyasındaki konumlanışı ya da bir başka deyişle üretim denen ekonomik faaliyetin dünya coğrafyasına dağılımındaki asimetrilerdir. Bunu gelecek hafta açmaya çalışacağız. CBT 1379 19 / 23 Ağustos 2013
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle