Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SOSYAL DİNAMİZM Gezi: Sistemin içinde ve çokkatmanlı Bir Toplumsal Hareketlenmeyi, İş Süreci (ya da Entelektüel Emek) Bağlamında Kavrayabilme Denemesi… Tülay Akarsoy, Müfit Akyos, Aykut Göker T aksimGezi olayları ile başlayıp Türkiye coğrafyasının büyük bir kesiminde yaygınlaşan toplumsal hareketlilik ve direnişi yaratan güçlerin niteliği ve sınıfsal konumları konusunda tam bir açıklığa ulaşma arayışları var. Hayatının tamamı ya da önemli bir bölümü daha iyi yarınlar için verilen mücadelelerde geçen insanları bu arayışa yöneltense, söz konusu hareketlilikte etkinlikleriyle öne çıkanların oluşturduğu toplumsal kesitin, geçmişte, emekçilerin ve emekten yana güçlerin sömürüye, faşizme ve şovenizme karşı verdikleri mücadelelerde gözlenen toplumsal kesitten belirgin bir farklılığı olduğunun daha ilk bakışta görülmesi... Gözlenen kesit farkı nasıl tanımlanmalı? Yakın ta CBT 1379 14 / 23 Ağustos 2013 rihlerde belki çok büyük kitleler halinde değil ama işsiz kalmamak için (Tekel işçileri vb.) ya da siyasi nedenlerle (son 1 Mayıs’lar gibi) direnen işçi gruplarının uğradıkları haksızlıkların ve reva görüldükleri muamelelerin, tanık olduğumuz toplumsal tepkinin ortaya çıkmasına elbette katkısı olmuştur. Ama yine de, şu anda emin olduğumuz tek şey, salt kol gücünü temsil edenlerin diyelim klasik işçi sınıfının ve sendikal örgütlerinin Gezi Direnişi’yle başlayan toplumsal tepkinin yükseliş ve yaygınlaşmasındaki etkisinin çok sınırlı kaldığıdır. Söz konusu toplumsal hareketlilikte belirleyici olan, entelektüel emeği / beyin gücünü temsil edenler mi? Görülen o ki, son olayların içinde, entelektüel emek gücünü / beyin gücünü herhangi bir mal ya da hizmet üretim sürecine dahil olarak kullanabilme imkânını henüz bulamamışların sayısı epeyce fazla... Kaldı ki, içlerinde çok sayıda öğrenci olduğuna göre, onlar da henüz bu sıfatı kazanabilmek için gerekli donanımı edinme sürecindeler. Ama yadsıyamayız, beyin gücünü temsil edenler ve temsil etmeye aday olanların oluşturduğu toplumsal katmandan oldukça geniş bir katılım var ve bu hareketlilikteki ana dinamiği onlar oluşturuyorlar. Türkiye coğrafyasının epeyce bir parçasında yaygınlaşan eylemlerin tümüne bakıldığında, görebildiğimiz kadarıyla, mevcut iktidarın, dinsel motifleri esas alarak yaşam biçimlerine müdahale etmesine itiraz, katılanların ortak paydasını oluşturuyor. Siyasi motiflerden çok kültürel motiflerle beslenen bu itiraz, her açıdan duyulan gelecek kaygısıyla (ekonomik, toplumsal, siyasi...), umutsuzlukla, yönetenlere karşı duyulan güvensizlikle ve en az bunlar kadar önemli olmak üzere, bizzat ülke başbakanının sergilediği basiretsizliğe karşı duyulan tepkiyle birleşiyor. Buraya kadarki çözümlememizde, din motifini hayatın merkezi haline getirme gayretlerine karşı duyulan endişe ve tepkiyi öne çektik ama katılanlar arasında, yine izleyebildiğimiz kadarıyla, bu kültürel motif ve duyarlılıklara ek olarak, net bir siyasi tercihi olanların, hatta belirli bir siyasi örgüte bağlı olanların sayıları da, etkileri de asla azımsanmayacak kadar çok... Ve buna paralel olarak, örgütleme/örgütlenme arayış ve çabaları da giderek güç kazanıyor. Ama yine de gözlediğimiz olgunun ardında, belirleyici olan, olaylara damgasını basan bir örgütlü güç yok... Acaba, Metin Durgut Hoca’nın dediği gibi, “[daha ziyade, entelektüel emek kesimlerinin kendiliğinden harekete geçmeleriyle oluşan] dağıtık sistemlerin ve bunlardan doğan sistemik akılların” öne çıktığı bir ortamın doğuşu mu söz konusu? Böyle ise, bu ortamdaki arayışlar ortak bir gelecek tasavvuru ve bu tasavvuru kuvveden fiile çıkaracak toplumsal bir güç ortaya koyabilir mi? Toplumsal alt üst oluşlarda ‘dağıtık sistemlerin’ tarih sahnesine çıkması ilk değil tabii... Hani bir zamanlar, büyük bir ülkede ‘sovyet’ olarak nitelenen bazı ‘dağıtık yönetim biçimleri’ ortaya çıkmış; hatta ‘bütün iktidar sovyetlere’ dahi denmişti! Ama o ‘sovyet’ sözcüğü sonra sadece o ülkenin adında kalmıştı... Ne diyelim, belki, mevcut durumla ilgili bir toplumsal çözümlemede tam bir netliğe kavuşmak için vakit henüz erken! Ama yine de gözlenen direnci sürdürenlerde, mevcut ya da potansiyel beyin gücünün ağırlığı son derece dikkate değer bir olgu... Onun içindir ki, biz burada söz konusu beyin gücünü oluşturan toplumsal katmanın Türkiye’nin mevcut toplum yapısındaki ağırlığına, daha doğrusu üretim yapımızdaki ağırlık ve işlevine; bu yapıda ne ölçüye kadar belirleyici olduğuna ve olabileceğine bakmaya çalışacağız. Üretimdeki ağırlık ve işlevine özellikle bakacağız; çünkü bu katman, geleceğimizde söz ve karar sahibi olacaksa eğer, bu gücünü, her şeyden önce üretimdeki gücünden alacaktır. Konuyu bu çerçevede irdelerken, Türkiye’nin, kapitalizmin dünya sistemine eklemlenmiş bir ülke olması gerçeğini verili koşul olarak alacağız. Anılan katman, bu verili koşul içinde kalarak ülkeyi daha iyi bir konuma çekebilecek bir toplumsal mücadeleye ya da çok daha iyi bir gelecek için ülkeyi sistemin dışına taşıyacak çok daha farklı bir mücadeleye kaynaklık ya da öncülük edebilir mi? Amacımız bu sorulara bir yanıt aramak değil… Sadece bu katman Türkiye’de somut olarak ne durumdadır ve bizim ülkemizde, gücünü alacağı bir üretim yapısı var mıdır, bunu ortaya koymaya çalışacağız. mize yetip yetmeyeceği sorusu akla gelebilir. Bu soruyla birlikte, o günlerden bu günlere, en azından iş sürecinde (labour process), çıplak gözle bile görülebilecek bazı değişiklikler olduğuna işaretle, geçmişin birikimlerinden asla kopuk olmayan ama o birikimin üzerinde yeşermiş yeni bazı kavramların, yapılacak çözümlemelere dahil edilmesinin gerektiği ileri sürülebilir. Biz burada sadece, geçmişteki bakış açımızdan kopmadığımızın altını çizerek, özellikle üretimin kazandığı küresel boyut çerçevesinde iş sürecinde görebildiğimiz somut değişimi zorunlu kalmadıkça iyi ya da kötü yüklemesi yapmadan anlatmaya çalışacağız. İş sürecindeki değişimin altını çiziyoruz; çünkü bugün dikkatleri üzerinde toplayan entelektüel emek gücünün veya daha kısa bir anlatımla, ‘beyin gücü’nün, dünyamızda, gerçekten dikkate değer bir toplumsal katman konumunu kazanması iş sürecindeki değişimin ürünüdür. İş sürecindeki değişimin ise, ‘üretim’ olarak tanımladığımız faaliyetler bütününün günümüzde ulaştığı küresel boyut da göz önünde tutularak çözümlenmesi, ele alacağımız konunun doğası (eşyanın tabiatı) gereğidir. Üretimin küresel bir boyut kazanması ya da küreselleşmesiyle iç içe geçen iş sürecindeki değişim, beyin gücünü öne çıkardığı gibi, aynı zamanda, öne çıkardığı bu gücün, önce kendi sorunlarıyla, daha sonra da algıladığı kadarıyla, toplumsal sorunlarla yüz yüze geldiği bir süreç de olmuştur. Açılımını daha sonraki çözümlememize bırakarak, şimdiden işaret edelim ki, yüz yüze gelinen sorunlar, bulunulan iktisadi coğrafyanın doğasına ya da bir başka deyişle, küresel üretimin hangi halkasında yer alındığına göre değişmektedir ve arada önemli farklılıklar vardır. GÜNÜMÜZ DÜNYASINDA ÜRETİMİN YAPILANMASINA GENEL BİR BAKIŞ… Çözümlememize başlarken, doğal olarak, ‘1960’ların, 70 veya 80’lerin politik ekonomiyi üretim ilişkileri bağlamında bir bütün olarak kavramaya çalışan yaklaşımları ile günümüz dünyasına bakmamızın onu doğru çözümleme ‘Üretimin küreselleşmesi’ denilen süreç, uluslararası ticaretin ve sınır ötesi sermaye yatırımlarının önündeki her türlü ulusal engelin kaldırılmasını ve dünyamızın, kapitalizme özgü kuralların egemen olduğu tek bir dünya sistemine dönüştürülmesini hedef alan ve kısaca ‘küreselleşme’ olarak anılan süreçle at başı birlikte gitmektedir. Tek bir iktisat sistemini bütün bir dünya coğrafyasında egemen kılma arayışı elbette ilk kez tarih sahnesine çıkmıyor. Kapitalist sistem, özellikle de modern sanayi kapitalizmi, bütün bir tarihi boyunca, kendi içinde öne çıkan emperyal gücün önderliğinde, hep bir dünya sistemi kurmanın peşinde olmuştur. Bunun karşı tezi olarak tarih sahnesine çıkan sosyalizmin de ideoloji ufkunda tek bir dünya sisteminin kurulması vardır. Günümüzde tanık olduğumuz ‘küreselleşme’ sürecini, diğerlerinden ayıran bir özelliği, bu sürecin, bütün tarafların görüş birliğine vardıkları sağlam bir uluslararası hukuk zeminine oturtulmasıdır. Uruguay Turu Nihai Senedi bu yeni sürecin anayasasıdır. Günümüzdekinin ayırt etmemiz gereken bir başka özelliği de, gelişen teknolojinin, ağırlıklı olarak da enformasyon ve telekomünikasyon teknolojilerinde kaydedilen gelişmelerin, küreselleşmeyi, özellikle de üretimin küreselleşmesini olağanüstü boyutlara taşıyan ve olağanüstü kolaylaştıran çok geniş olanaklar sunmasıdır. Kapitalizmin yeni dünya sisteminde, geleceğin sanayilerini içeren sektörler başta olmak üzere, hemen her sektörde olağanüstü bir konsolidasyonu vardır. Örneğin, son yirmi beş yıllık süreçte havacılık sektöründe pek çok firma ya yok olmuş ya da kendi aralarında birleşmişlerdir. Teknoloji alanında tanık olduğumuz yenilikçi faaliyetlerdeki hızlı gelişmelerden beslenen birleşmelerden doğan ÜRETİMİN KÜRESELLEŞMESİ…