Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SOSYAL DİNAMİZM dev şirketler yeni iş modellerinin de öncüsü durumundadırlar. Örneğin, Airbus’ın otuz farklı ülkede 1.500 tedarikçisi [girdilerini sağladığı firma] vardır ve Airbus neredeyse bütün bir dünya coğrafyasına dağılmış bu tedarikçi şebekesini ‘uzaktan’, çeşitli internet portalleri [ana kapıları] yardımıyla, elektronik ortamda yönetmektedir. (Bu yapılanmada, bilginin ve malzemenin farklı coğrafyalar arasında birlikte aktığı çok karmaşık lojistik faaliyetlerin yürütülmesi için gerekli ‘lojistik algoritma ve buna bağlı yazılımların’ geliştirilmesinin yeni ve yüksek nitelikli bir işgücünü beraberinde getirdiğine, yeri gelmişken hemen değiniverelim.) İkinci örnek otomotiv sektöründen verilebilir. Bu sektörde yer alan araç üreticileri ürettikleri araç sayılarına göre sıralandığında karşımıza küreselleşmiş 17 dev firma çıkmaktadır. Bu sektör az sayıda marka ve firma etrafında konsolide olmuştur. Sektörün çok önemli bir özelliği, geldiği bu noktada, bir yandan markalar arasında kıyasıya rekabet sürerken öte yandan bazı konularda, özellikle araştırma ve teknoloji geliştirme konusunda yaptıkları rekabet öncesi işbirlikleridir. Üstelik araç üreticisi bu dev firmaların 1. kademe tedarikçileri arasında da çok yüksek bir konsolidasyon söz konusudur. Merkezlerinin Almanya, ABD, Japonya, Fransa ve Kanada gibi ülkelerde konuşlandığı, yine ARGE konusunda aralarında işbirliği de yapan bu 1. kademe tedarikçiler olarak, sadece on dev küresel firmanın varlığından söz etmek mümkündür (daha geniş bilgi için bkz. Akarsoy, T. [2012], Otomotiv Sektörü 2012, www.inovasyon.org, s.14, Şekil 6.1). Türkiye otomotiv sanayiinin sermaye yapısı da bu dev firmaların ortaklığına dayanmaktadır. Sadece sermaye yapısı da değil, üretim yapısı da söz konusu dev firmaların denetimindeki uluslararası sistemle yüksek düzeyde bir bütünleşme göstermektedir (bu bütünleşmedeki konumumuza yeri geldiğinde ayrıca değinilecektir). Günümüzde öne çıkan hemen her sektörde, ana üreticilerle bunların küresel tedarikçi şebekelerinden oluşan sektörel düzeydeki dünya sistemlerinde işbirlikçi oyun teorilerinin, çoklu ve çok yönlü ilişkilerin önemi artmaktadır. Bu yeni paradigmanın bir diğer özelliği de her koşulda uygulanabilir tek bir şablonunun olmaması, her yeni meselenin yaratıcı çözümler beklemesidir. Bilim ve teknolojide kaydedilen muazzam gelişmeler ve iş sürecinde ya da daha somut bir ifadeyle, fabrika tabanında uygulamaya konan yeni teknolojiler sonucu üretim yöntemlerinde ortaya çıkan değişim, beyin gücünün kol gücünü ikame etmeye başladığı; basit emeğin yerini bilgiyle donatılmış emeğin/ emekçilerin aldığı; yenilikçilik ve yaratıcılığın belirleyici olduğu bir sürece yol açmıştır. Dahası, fabrika tabanı, ARGE laboratuvarlarını, tasarım geliştirme bürolarını, prototip geliştirme ve deneme kolaylıklarını ve benzerlerini kapsayan niteliksel bir genişleme de göstermiştir. Hizmet üreten işyerlerinde de benzer bir değişimin olduğu gözlenmiştir. Dolayısıyla, bu yeni üretim dünyasının çalışanlarının iyi Yazının devamı 19. sayfada GÜNCEL TIP Mustafa Çetiner cetiner.m@superonline.com Başbakan Erdoğan geçtiğimiz günlerde yaptığı konuşmayla Nobel Barış Ödülü’nü eleştirdi ve Baradey’i kastederek “Ey Nobel, sen nasıl barış ödülleri dağıtıyorsun ki bu kişiler askeri darbe yapanların yanında yer alıyor” dedi. Nobel ve Ötesi... Kitap Ayhan Çavdar Bilime Adanmış Bir Yaşam CBT 1379 15 / 23 Ağustos 2013 Cumhuriyet döneminin öncü bilim kadınlarından Prof. Dr. Ayhan Çavdar için, kızı endüstri yüksek mühendisi Dr. Tomris Çavdar tarafından bir armağan kitap hazırlandı. Prof. Dr. Ayhan Çavdar’ın yaşamı ve eserleri çok sayıda fotoğraf eşliğinde bu çalışmada yer aldı. Prof. Dr. Ayhan Çavdar, Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA)’nin kurucu başkanıdır. O aynı zamanda Avrupa’da ilk kadın bilimler akademisi başkanıdır. Bu nedenle Prof. Çavdar sadece bilime olan doğrudan katkılarıyla değil, fakat aynı zamanda bu özelliğiyle de modern Türkiye’nin bir öncü simgesi olarak çok değerli bir bilim insanımızdır. Prof. Dr. Çavdar’ın çalışmaları esas olarak pediatrik hematoloji ve onkoloji alanındadır. Öğrencilik yıllarında Ord. Prof. Dr. Erich Frank’ın çalışmalarından etkilenmiş olan çavdar, hematolojide “Beta Thalassemia” (Akdeniz Anemisi) ve “Anormal hemoglobinler” üzerinde çalışmış ve Türkiye’de bu hastalıkların değişik tiplerini ve oranlarını saptamıştır. Ayrıca çocukluk anemilerinde ilk kez “eritropoetin” düzeylerini ölçmüştür. Bu çalışmaların çoğu yabancı bilim dergilerinde de yayımlanmıştır. Prof. Çavdar ayrıca özellikle kil ve toprak gibi maddelerin yenmesi gibi anomaliler (Geophagia) konusunda çalışmış, bu çerçevede ağırlıklı olarak çinko ile ilgilenmiş ve çocuklarda ve hamile kadınlarda bu konuyu ele almıştır. Prof. Çavdar, bu tip hastalarının kansızlıklarının giderilmesi için demir ile, diğer belirtilerinin giderilmesi için de çinko ile tedavinin olumlu sonuç verdiğini göstermiştir. Prof. Dr. Ayhan Çavdar’ın yabancı bilim dergilerinde yayımlanan yazılarının ve bilim kongrelerinde sunduğu bildirilerin toplamı 500’e yakındır. Türkçe yayınlarının sayısı da 150 kadardır. Prof. Dr. Ayhan Çavdar, bilimsel çalışmalarının yanı sıra önemli yöneticilik görevlerinde de bulunmuştur. İki kez başkanlığını yaptığı TÜBA’dan başka, TÜBİTAK Pediatrik Onkoloji Hematoloji Araştırma Ünitesi’nin kurucu başkanlığı, Ankara Üniversitesi Pediatrik HematolojiOnkoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi Kurucu başkanlığı, TÜBA Eser Element Komitesi başkanlığı ve TÜBİTAK Eser Element Çalışma Grubu başkanlığı bu görevleri arasındadır. Prof. Çavdar 1976’da TÜBİTAK Bilim Ödülü’ne layık görüldü. Onun ayrıca ulusal ve uluslararası birçok ödülü bulunmaktadır. Bilime Adanmış Bir Yaşam adıyla düzenlenmiş olan bu eser, ülkemizin öncü bilim insanlarından Prof. Dr. Ayhan Çavdar’ı çok çeşitli yönleriyle tanıtmaktadır. Yıllar önce Banu Avar, Nobel Vakfı’nın Amerikan silah şirketlerinin hisse senetlerine yatırım yaparak para kazandığını ve ödülleri bu parayla ödediğini ortaya koymuş ve medyanın büyük tepkisini çekmişti. O günler, Orhan Pamuk’a Nobel Edebiyat, Leyla Zana’ya Norveç Barış Ödülü verildiği günlerdi ve medyanın tepkisinin nedeni bu ödüllere toz kondurmama telaşıydı. O günlerde Avar şunları söylemişti; “Batı dünyası, hedefe ulaşmak için barış ödülü de verir, silah da satar. Küresel seçkinler çıkarları doğrultusunda her yolu denerler. Her ülkede kendilerine yakın insanları örgütler, küçük gruplar oluşturarak kaleyi içten fethetmeyi hedeflerler... Kendilerine yakın olanları ödüllendirir, şöhrete gark ederler ki başkaları da aynı yolu izlesin!.. “ Ben her zaman Nobel Barış ve Edebiyat ödüllerinin objektif kriterlere göre dağıtılmadığına, dahası birçok farklı nedenden “dağıtılamayacağına” inanan biriyim. Sayın Başbakan’ın ve malum medyanın bu gerçek ile ilişkili olarak işine geldiğinde görmezden gelen, işine gelmediğinde karşı çıkan anlayışını elbette fark ediyorum. Ama en azından “şimdilik” Sayın Başbakan, Banu Avar ve ben, yani “üç benzemez” aynı düşünceyi paylaşıyor görünüyoruz. Bu işin bir tarafı, bir de Nobel’in dağıttığı bilim ödülleri var. Hatırda tutmak gerek, bugüne dek dağıtılan Nobel bilim ödüllerinin 200’e yakınını nüfusu 14 milyon olan Yahudi topluluğundan bilim insanları almışken, toplamı 1.5 milyarı aşan İslam âleminde sadece 2 bilim insanı bu ödüle layık bulunmuş. Bu ödüllerde de barış ve edebiyat ödüllerine benzer “yanlılık” durumu olabilir mi? Kral Faysal Vakfı’nın dağıttığı ve Arap Nobel’i olarak bilinen, tıp ve temel bilimler alanında verilen ödüller bu sorumun yanıtıdır. Ancak ve ne yazık ki durum yine değişmiyor. Müslüman Kral Faysal Vakfı’nın son 10 yıl içinde dağıttığı bilim ödüllerinden sadece birini Müslüman bir bilim insanı alabilmiş. Haydi, şimdi bu 3 Müslüman bilim adamına bir göz atalım. İlki Nobel ödülünü alan Pakistan asıllı bilim adamı Abdus Salam. Bilimsel kariyeri Oxford Üniversitesi, St John Koleji ve Cambrige Üniversitesi’nde geçmiş. Uzun yıllar merkezi Trieste’de (İtalya) bulunan Uluslararası Kuramsal Fizik Merkezi’nin yöneticiliğini yapmış. Abdus Salam, dinden çıkmış kabul edilen Ahmedi tarikatına üye olduğundan ismi Pakistan’daki tüm kayıtlardan çıkartılmış, yok sayılmış, yaşadığı sürece Taliban militanlarının hedefi haline gelmiş ve Pakistan makamlarının baskısıyla yaşamış bir bilim adamı. İkinci Nobel ödüllü bilim adamı ise Ahmed Zewail. Pennsylvania Üniversitesi, Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley’de eğitim görmüş, oralarda kariyerini yapmış ve Obama’nın Bilim ve Teknoloji Konseyi üyeliğine dek yükseltilmiş biri. Kral Faysal Vakfı Bilim Ödülü sahibi Dr. Semir Zeki’ye gelince, o da ne yazık ki, 1970 yılından sonra hep Londra’da “University College London” da çalışmış ve bütün kariyeri Batı dünyasında geçmiş bir nöroestetik profesörü. Peki, bu üç Müslüman bilim insanının kariyerlerine İslam dünyasının katkısı ne? Anlayana durum açık ve nettir ve ne yazık ki, Dawkins’in İslam ülkelerinin bilim ve teknoloji ile ilişkisi konusunda söyledikleri doğrudur. Zaten Çevre ve Şehircilik Bakanı “Türkiye Müslüman bir ülke, konum itibari ile biz ara eleman yetiştirebiliriz bizden mucit, bilim adamı çıkmaz” demedi mi? Benzer biçimde Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Twitter hesabından “Batı’nın ‘büyük oyun’u Müslüman dünyasını sürekli bir çatışma ortamında bırakmış, bu da ilerlemeye engel olmuştur” diye yazmadı mı? Bir sürü soru geliyor insanın aklına. Mehmet Şimşek’in sözünü ettiği “büyük oyun” Avar’ın altını çizdiği ile aynı olabilir mi? Bu ülkenin en iyi eğitilmiş, üretken, okumuş, entelektüel insan topluluklarını “çapulcu” saymak, onları gaza boğmak, aşağılamak bu büyük oyunun neresinde durmaktadır?