02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİKBİLİM Aykut Göker http://www.ınovasyon.org;[email protected] PSİKOLOJİ HAYVANLAR ÂLEMİNDE DE VARLAR Başlıktaki soru çoğumuzun kafasında... Benim verebildiğim yanıt altı ay önceki gibi... Bilmem, katılır mısınız? Umutlanabilir miyiz? “Erdoğan’ın engellenebilmesi, tasavvurundaki ‘Vizyon 2023’e, kurmayı düşlediği devlete itirazı olanlara bağlıdır. Prof. Dr. Metin Durgut’un, 1990’lı yılların sonlarına doğru, Türkiye’nin de, diğer ülkeler gibi kendi geleceğine ilişkin bir öngörüsü olması gerektiğini savunurken kullandığı bir özdeyişi vardı: ‘Kendilerinin öngörüsü olmayanlar başkalarının öngörüsünü yaşamaya mahkumdurlar.’ “Erdoğan’ın bir gelecek öngörüsü var. Bu öngörü, gerçekte, bir başka ülkenin Türkiye ile ilgili bir öngörüsü müdür; yoksa Erdoğan’ın kendi öngörüsü o ülkenin öngörüsüyle üst üste çakıştığı için mi Erdoğan bugün Türkiye’nin başındadır; bunun tartışmasına girmeyeceğiz. Ama görmemiz gereken acı gerçek şudur ki, Erdoğan’ın Vizyon 2023’üne itirazı olanların kendi ‘Vizyon 2023’leri’ kendi gelecek öngörüleri yoktur. Böyle bir öngörüsü olmayanlar ya Erdoğan’ın gelecek öngörüsünü ya da bu öngörü mevcut iktidar blokunun stratejik müttefiki ABD açısından geçerliliğini yitirdiği noktada, o ‘müttefikin’ bir başka öngörü seçeneğini yaşamaya mahkumdur. “Ortada hiç mi bir umut ışığı yok? Sandık başına gidildiğinde toplumsal akıl ya da ‘sağduyu’ galip gelir mi? Ne yazık ki bu konuda toplumumuzun karnesi pek umut verici değildir. Toplumumuz, 1982’de yapılan referandumda, demokratik, toplumsal, siyasi hakları çok gerilere çeken 12 Eylül Anayasası’na %92,7 oranında evet oyu vermiştir. Darbenin üzerinden altı yıl geçtikten sonra, 12 Eylül döneminde konan siyasi yasakların kaldırılmasına, 1987 referandumunda kıl payıyla (%50,16) evet diyebilmiştir. 2010 referandumunda da, asıl amacı yargı erkini, yürütme erkine, dolayısıyla da mevcut iktidar blokunun siyasiideolojik çizgisine bağımlı hâle getirmek olan anayasa değişikliklerine %57,88 oranında evet demiştir. “Bizim gerçeğimize işaret eden bu yüzdeler, toplumun önemli bir kesiminin oluş[turul]muş değer yargılarıyla, deneyimleriyle, kültür düzeyiyle ilintilidir. O kesimde, günlük çıkarlarla iktidardaki güç odağı arasında kurulan bağlantının çok ciddi bir belirleyici olduğu da yadsınamaz. Onun için, çözüm toplumun ‘sağduyusuna’ havale edilmeden önce gerçekten o ‘sağduyu’ var mıdır; varsa harekete geçirme yönünde ne yapılıyor, ona bakmak gerekir. “Öyle bir sağduyu, en azından belli bir kesimde var gibidir. Özümsedikleri bugünkü yaşam biçimlerini lâik Cumhuriyete borçlu olanlar; akıl yolunu izleyenler; kadınıyla erkeğiyle eşit ve özgürce yaşamak, torunlarına, çocuklarına aydınlık bir gelecek, onuruyla yaşayan bir ülke bırakmak isteyenler hareketlenmişlerdir. Gelecek endişesi yüz binleri bir araya getirmiş, harekete geçirmiştir. Hareketin ana motifi, kendiliğindenliktir. ‘Kendiliğindenlik’ önemlidir; ancak ana motifin bu olduğu bir hareketin doğru hedefe oturabilmesi, sapmaya uğramaması ve harekete geçenlerin istedikleri sonucu alabilmeleri için, örgütlü bir harekete dönüşmesi ve bir siyasi önder yaratması ya da bir siyasi önderliğin bu harekete sahip çıkarak kendisini kabul ettirmesi şarttır. Hangi siyasi gelenekten gelirsek gelelim, bizim kültürümüzde siyasi öndere biçilen çok yüksek bir değer ve benimsediğimiz siyasi hareketin güç kazanmasında belirleyici bir rolü vardır. Siyasi kültürümüzün doğasında bu vardır... “Türkiye Cumhuriyeti tarihinin bu kritik kesitinde, zamanın yeniden ileriye doğru işlemeye başlaması, Ortadoğu coğrafyasında lâik bir cumhuriyet yaratma başarısını gösterenlerin mirasına sahip çıkılabilmesine; bu mirasa sahip çıkanların kararlılığına, verecekleri mücadelenin sürekliliğine ve örgütlenebilme yeteneklerine bağlıdır ve elbette, bu örgütle(n)mede başı çekecek siyasi gücün/siyasi önderin basiretine ve vaat edeceği geleceğin, kendi ‘Vizyon 2023’ünün inandırıcılığına...” (“Yaratıcılık ve Yenilikçiliğin Kültürel Kökenleri ve Bizim Toplumumuz”, www. inovasyon.org; 31.12.2012, s. 29798). Atak ve dışa açıklara karşı, çekingenliğin üstünlüğü Çekingenliğin bireyler için çoğu zaman ayak bağı oluşturduğu bir gerçek. Indiana Üniversitesi Çekingenlik Araştırma Enstitüsü’nün başkanı Bernardo Carducci, “Çekingen insanlar daha geç flört etmeye başlayıp, cinselliği daha geç yaşıyor ve daha geç evleniyorlar,” diyor. Çekingenlik aşırıya vardırıldığında hastalıklı bir duruma dönüşerek kaygı nöbetlerine ve toplumsal fobiye bile yol açabiliyor. Son dönemlerde çekingenlik duygusunu yaşayan tek canlı türünün insan olmadığı da ortaya çıktı. Nitekim artık çekingenliğin deniz şakayıklarından örümceklere, kuşlardan koyunlara, hayvan âleminin hemen hemen tümünde görülen en belirgin kişilik özelliklerinden birini oluşturduğu biliniyor. Gelgelelim, doğada şans her zaman yürekli olandan yana değil. Kimi zaman çekingen ve ürkek bireyler aşk ve yaşam süresi açısından çok daha şanslı oluyorlar. Kaçınılmaz sonuç şu ki, “en iyi” tek bir kişilik yokher kişiliğin farklı durumlarda üstünlük sağlayan özellikleri var. Öyle ki, evrim her ikisine de destek veriyor. Tüm bu veriler yeniden değerlendirildiğinde, çekingen bir insan olmak ne anlama geliyor? Çekingenlik biz insanlar için de yaşamsal bir değer taşıyor mu? Kimi araştırmacılar öyle olduğunu düşünüyor ve çekingen, duyarlı, hatta kaygılı insanların girişkenlere kıyasla birtakım şaşırtıcı üstünlüklere sahip olduklarını ortaya koyan kanıtlara giderek daha sık tanık olmaya başlıyorlar. Doğaya bir göz atacak olursanız, çekingenliğin son derece şaşırtıcı üstünlükler sağladığına tanık olabilirsiniz. Dışa dönük, tuttuğunu koparan kişilerin görünürde daha üstün oldukları ve özgüven duygusuna sahip kararlı çocuklar yetiştirmenin anababaların öncelikli hedefini oluşturduğu çağdaş Batılı toplumlarda, çekingenlik pek de ilgi gören bir özellik değil. rulması yönünde atılan ilk adımlardan biri 1990’larda semenderler üzerinde yapılan bir araştırma oldu. Kaliforniya Üniversitesi’nden Andrew Sih güneş balıkları ile onların yemleri olan larva aşamasındaki semenderler üzerinde yaptığı deneyler sonucunda semenderlerin kendi aralarında farklılıklar sergilediklerine tanık oldu. Kimi semenderler ötekilerden çok daha yürekli ve etkindiler. Bu semenderler çekingen türdeşlerine kıyasla çok daha fazla yiyor ve daha hızlı büyüyorlardı ama olumsuz bir durum da söz konusuydu. Güneş balıkları ortalıktayken yürekli semenderler oracıkta yumurtluyor ve basit eniyilik kuramına göre düşmana karşı sergilemeleri beklenen akıllı davranış biçiminden çok farklı davrandıkları için de balıklara çekingen semenderlerden çok daha kolay yem oluyorlardı. Hayvanların da kişiliği olduğubireylerin kendi aralarında kalıcı farklılıklar sergiledikleri o güne dek tartışmalı sayılan bir görüş oldu. Sih’in araştırması bu konunun yeniden masaya yatırılmasına ve daha kapsamlı çalışmaların yapılmasına neden oldu. Sonuçta, 100’ü aşkın canlı türünde bireylerin aşırı “reaktif” ile aşırı “proaktif” arasında bir kişilik sergiledikleri görüldü. Reaktifler çekingen, risk almaktan kaçınan ve yeni ortamlara kolay kolay girmeyen bir kişilik sergilerken proaktifler çok daha gözü pek, saldırgan ve araştırmacı bir yapıya sahiptiler. İyi de bu iki kişilik türünün doğada var olması nedendi? Sih’in araştırması bu soruya ışık tutuyor. Atılgan semender larvaları yem olma riskini taşıyor olsalar da, hızlı büyüyor olmaları genelde yaşadıkları ve bir olasılıkla CBT 13698 / 14 Haziran 2013 ÇEKİNGEN SEMENDER Çekingenliğin eski saygınlığına kavuştu
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle