24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

OOOF OFF LINE Tanol Türkoğlu (tanolturkoglu@Gmail.com) BİLİM TARİHİ İnsanoğlu yeniden sözlü geleneğe dönüş yapıyor. Tarihsel filmlerin bu denli revaçta olması ancak tarihin hâlâ sıkıcı olması bununla ilgili olsa gerek. Hangisi ideolojik? Başbakan Erdoğan, Gezi Parkı’na Topçu Kışlası binasının yapılmasına karşı çıkanların direnişini ideolojik olarak nitelendirdi. Fakat gerçekte bu parka topçu kışlası yapılmasında ısrar etmek ideolojik bir tutumdur. Osman Bahadır bahadirosman@hotmail.com İkinci Sözlü Gelenek Dönemi Sözlü geleneğin yerini yazılı geleneğe bırakması Plato’ya kadar gitmekte. Sözlü geleneğin son temsilcilerinden olan Sokrates’in eleştirilerine karşı yazılı gelenek, hiç de insanoğlunun gerilemesine neden olmadı. Beynini bilgileri ezberlemek için kullanmayı bir kenara bırakan insanoğlu bu sayede büyük gelişmelerin de altına imza attı. Önceleri sözlü nutukların teyp kaydı muamelesi gören yazılı dökümanlar zaman içinde kendi yollarını buldu ve kendi kurallarını geliştirdi. Bu sayede yazılı metinlerde kelime aralarına boşluk bırakılmaya başladı (evet ilk yazılı metinlerde kelime aralarında boşluk yoktu). Daha sonra yazılı metinleri yüksek sesle okumak yerine içinden okumak “keşfedildi”. İmla kuralları, noktalama işaretleri ise nispeten çok daha yakın bir zamana ait; 16. yüzyıl! Bu sırada beyin tembelliğe alışmadı. Onun yerine yazılı metinlerdeki bilgileri daha etraflıca analiz edebilir hale geldi. Ormanda hereket eden bir yaprağı bile bir tehdit unsuru olarak değerlendiren insan beyni (çünkü o hareketin nedeni can kastetmek üzere sinsice ilerleyen bir vahşi hayvan olabilir), sessizlik içinde hiçbir devinime sahip olmayan kitap denilen nesneleri sıkılmadan okuyabilir, onlar hakkında derin düşünceye girebilir hale geldi. Önce televizyon sonra da internetin etkisi ile insanoğlu şimdi özüne geri dönme sinyalleri veriyor. Devinim, yine liderliği ele almış durumda. O nedenle bir web sitesini açtığımızda dikkatimizi ilk çeken hareket eden video klipleri ya da reklam bannerları. Bunun son halkası sosyal medya ve yakınsama olgusu. Yakınsama, normalde iki farklı zamanda yapabileceğimiz şeyleri aynı zaman dilimi içinde yapabilmek. Önceleri walkman gibi cihazlarla yürürken müzik dinleyebilir hale gelen insanoğlu, bugün akıllı cep telefonları sayesinde yürürken dünya ile etkileşim kurabilir hale geldi. Sokrates tüm bu gelişmeleri büyük bir keyifle izliyor olsa gerek. İnsanoğlu yeniden sözlü geleneğe dönüş yapıyor. Yazılı metinlerin pabucu dama atılmak üzere. Aradığımız bir bilgiyi okuyarak değil bir video klipte izleyerek öğrenmek istiyoruz. Tarihsel filmlerin bu denli revaçta olması ancak tarihin hâlâ sıkıcı olması bununla ilgili olsa gerek. Peki bu durum insanoğlunun yeniden ilkel çağlara dönmesiyle mi sonuçlanacak? Elbette ki hayır. Onunla birlikte gelişme gösteren dijital kültür ögeleri insanoğlunu “gerilemekten” kurtaracaktır. Düne kadar bilgisayarımızdaki sabit diskin kapasitesi ile sınırlı olan bilgi saklama hacmimiz giderek internetin sınırsızlığına erişiyor. Artık internet üzerinde dilediğimiz yerden erişecek şekilde saklayabileceğiz çektiğimiz fotoğrafları, yazdığımız metinleri. Bulut bilişim bize bunun sözünü veriyor. Bu gelişme bulut bilişimin ilk ve en ilkel aşamasıdır. Beynin bilgiyi saklama ve onu geri getirme süreçleri bilimsel olarak keşfedildikçe bunun dijital dünyaya uygulanması da gelecek onyıllar içinde gerçekleştirilebilecektir. İnsan beyni bilgileri üst üste yığmıyor. Onları birbiri ile en mantıklı şekilde irtibatlandırarak saklıyor. Oysa bilgisayar diskleri ister masamızdaki bilgisayarda olsun ister bulutta bilgileri hala üst üste istifliyor. Dijital ortamlarda bilgi saklama modeli de insan beyni ile aynı düzeye geldiğinde bir aşama daha katedilmiş olacak. Ya internete erişemezsek diye tereddüt edenler riskin değişmediğini de anlamalı: Hayatımız boyunca beynimizi de kaybetme riskiyle yaşamıyor muyuz? En iyi şartlarda Alzheimer gibi hastalıklara yakalanmadan ölüyorüz ve bu risk gerçekleşmemiş oluyor. “Dijitalleşmiş beyinlerde” ise bilgi, insan öldükten sonra da geride kalanlara miras olarak bırakılabilecektir! İ deoloji, insanların dünyaya ve toplumsal olgulara bakış tarzlarının özgün ifadesidir. Bu anlamda her insanın bir ideolojisi vardır. Her ideoloji bir toplumsal grubun veya daha büyük bir topluluğun çıkarlarının temsili ifadesidir aynı zamanda. Bu nedenle ideolojik bir tutum takınmak (Erdoğan’ın sunmak istediği gibi) kendiliğinden kötü bir şey değildir. Önemli olan söz konusu ideolojinin kime ve neye hizmet ettiğidir. Bir tutumun ideolojik olmaktan çıkması için, o tutumun bütün insanlığın ortak çıkarlarına hizmet eder nitelikte olması gerekir. Taksim Gezi Parkı’ndaki ağaçların ve doğal çevresinin korunmasını savunmak diğer canlılarla birlikte tüm insanların yararına olan bir davranıştır. Peki, Gezi Parkı’ndaki ağaçların ve doğal çevrelerinin (kendi küçük ekosistemlerinin) tahrip edilerek yerine Topçu Kışlası yapılmak istenmesi, üstelik buna karşı çıkan milyonlarca insanın varlığına rağmen bunda ısrar edilmesi, asıl ideolojik olan tutum bu değil midir? Erdoğan’ın Topçu Kışlası ideolojisinin esası nedir? Taksim Topçu Kışlası, yapımına III. Selim döneminde Hicri 1218’de (1803/1804 yıllarında) başlanan ve kapıkulu askerlerinin topçu sınıfı için inşa edilen bir kışladır. İlk inşaat 1806 yılında tamamlanmıştır. 1807’deki Kabakçı Mustafa isyanı sırasında tahrip edilen yapı, II. Mahmut zamanında, 1812’de dönemin başmimarı Hafiz Mehmed Emin Ağa tarafından yenilenmiştir. Uzun süre askeri hizmet veren kışla, 31 Mart Vakası (13 Nisan 1909) sırasında çok büyük ölçüde tahrip olduğu için daha sonra futbol sahası olarak kullanılmış ve 1940 yılında da Lütfi Kırdar’ın belediye başkanlığı dönemindeki meydan düzenlemeleri sırasında yıktırılmıştır. Taksim Topçu Kışlası’nın tarihimizdeki özgün yeri nedir? Taksim Topçu Kışlası’nı siyasi tarihimiz bakımından önemli kılan yanı, onun 31 Mart Vakası’nda önemli bir rol oynamış olmasıdır. Diyebiliriz ki, 31 Mart isyanı esas olarak oradan başlamış ve nihayet son isyancı askerlerin teslim alınmasıyla da orada sonuçlanmıştır. 31 Mart Vakası’nda kendi komutanlarını tutukladıktan sonra ulemaya mensup kimselerle ve bazı medrese öğrencileriyle halkın içinde “Şeriat tehlikededir, şeriat isteriz” diyerek dolaşan isyancı askerler, mektepli subayların peşlerine düşmüşler, bu sırada Meclisi Mebusan Reisi Ahmet Rıza zannederek Adliye Nazırı Nazım Paşa’yı, Hüseyin Cahit (Yalçın) bey zannederek de Lazkiye mebusu Emir Mehmet Aslan’ı öldürmüşlerdi. Meclisi Mebusan’ı basarak yeni başkan seçtirmişler, bazı matbaaları tahrip etmişler ve birçok insanı daha öldürmüşlerdi. Günlerce süren isyan sırasında İttihadı Muhammedi Cemiyeti ile Prens Sabahattin’in Ahrar Fırkası da bu isyancıları desteklemişti. Padişah II. Abdülhamit ise isyancıları, kendisini indirmeye kalkışmadıkları için benimseme siyaseti izlemişti. 24 Nisan 1909 sabahı Selanik’ten gelen ordu (yaygın bilinen sonraki adıyla Hareket Ordusu) isyanı bastırmak için İstanbul’a girerek şehri işgal etti. Padişahın Hareket Ordusu’na direniş gösterilmemesini emretmesine rağmen Babı Ali çevresinde ve Üsküdar ile Taksim Kışlası’nda çatışmalar oldu. Hareket Ordusu kuvvetleri Taksim Topçu Kışlası’nı kuşattığında, içerdeki isyancılar silahlarını terk edip teslim olmayı kabul ettiklerini gösterecek şekilde kışlanın kulesine beyaz bayrak astılar. Hareket Ordusu komutanları bu durumda kışlayı çatışmasız olarak teslim alacaklarını sandılar. Fakat isyancıların asıl amacı HaTaksim Topçu Kışlası reket Ordusu askerlerini yanıltarak onları daha yakın kurşun menziline çekmekti. Nitekim askerlerin kışlayı teslim almak üzere yaklaşmasıyla kışladan yoğun bir ateş başladı. Hareket Ordusu kuvvetleri bu beklenmedik durum karşısında çok sayıda kayıp verdi. Fakat sonunda kışlayı üç taraftan toplarla döverek etkili olmaya başladılar. Kışlanın önünde ve içinde çok şiddetli çatışmalar oldu. Toplarla tahrip olmuş kışlanın içindeki isyancı askerler sonunda öldürüldü veya teslim alındı. 31 Mart isyanı bu şekilde son bulmuştur. İşte Taksim Topçu Kışlası’nın siyasi tarihimizdeki en özgün yeri budur. Şeriat isteyen isyancıların harekete geçiş ve son direniş alanı olmak. Kışla bu tahrip edilmiş haliyle 30 yıl kadar daha yaşadı. Başbakan Erdoğan, Gezi Parkı’nı yok ederek işte bu kışlayı “canlandırmak” istiyor. Niçin? Orada ölmüş isyancı askerlerin ruhlarını yad etmek için mi? Yoksa bu kışlayı kendi ideolojisinin bir simgesi olarak mı kullanmak istiyor? Bu kışlayı yeniden yaptırdığında, bu kışlanın tarihini anlatan bir pano düzenleyebilecek mi? Bu panoda tarihsel gerçekleri nasıl anlatmayı düşünüyor? Recep Tayyip Erdoğan, Gezi Parkı’nı koruyanları ideolojik davranmakla suçladı. Fakat halkın büyük bir kısmının istemediği bir yapıyı doğayı tahrip ederek yaptırmak istemekle gerçekte kendisi ideolojik davranmaktadır. Erdoğan’ın ideolojisi ne olabilir? CBT 1369 12 / 14 Haziran 2013
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle