Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ZÜMRÜTTEN AKiSLER A. M. Celal Şengör lim insanları kulak kepçesini bakteri ve kıkırdak hücreleriyle üretiyorlar. Cerrahlar şu sıralar kaburga kıkırdağından “yeni bir kulak” biçimlendirerek cilt altına yerleştirdiler. Beden kulağı bağdokusuyla kapladıktan sonra kulak ikinci bir operasyonla kafadan ayrılıyor. Dört kaburganın kıkırdağı ağrılı bir işlemle çıkarılıyor. Gerçi halihazırda plastik kulak protezleri bulunuyor, fakat bunlar ya çok yumuşak ya da çok sert oluyorlar ve çoğunlukla da komplikasyonlara yol açıyorlar. Zürich ETH Teknik Yüksek Okulu’ndan Kathryn Stok yönetiminde çalışan uluslararası ekibin laboratuvarda kıkırdak ile üretmeye çalıştığı kulak kepçesi, koruyucu kılıf olarak belli başlı bakteriler üreten nano selülozdan oluşuyor (Journal of the Mechanical Behovior of Biomedical Materials). Malzemenin diğer bir özelliği de insan bedeninin bu malzemeye olumsuz reaksiyon göstermemesi. Aynı yöntemin örneğin dizdeki eklem kıkırdağı gibi diğer kıkırdak yapıları için de kullanılabilecek. da bulunan gözleri geniş bir görüş alanı sağlıyor. Bu sayede kemirgenler yırtıcı kuşlarla gelen tehlikeyi zamanında fark ettikleri gibi objelerin uzaklıklarını da kesin bir şekilde tahmin edebiliyorlar. Üç boyutlu görüş için beynin, iki gözden kesişen bilgilere ihtiyacı vardır. Hayvanların görme sistemi bu yüzden iki karşıt ihtiyacı karşılaması gerekiyor. Doğanın bu ikilemi ne şekilde çözdüğünü bulmak isteyen MaxPlanck Biyolojik Sibernetik Enstitüsü bilim insanları farelerin gözlerini ayrıntılı inceledi. Bu amaçta farelerin kafalarına çok ani göz hareketlerini kaydedebilen bir gramlık kameralar yerleştirildi. Kafanın pozisyonunu ve yönünü ölçmeye yarayan yeni bir yöntemin de yardımıyla bilim insanları farelerin kesin bakış yönlerini belirleyebilmişler. Şaşırtıcı sonuç: İnsanda bir göz sağa doğru hareket ederse diğeri de o yöne doğru hareket eder. Oysa fareler gözlerini farklı yönlere doğru hareket ettirebiliyorlar diyor Jason Kerr. Benzer göz hareketleri bukalemundan da bilinir, ancak bu hayvanın gözleri aynı zamanda birbirinden tamamen bağımsız hareket edebilmekte. Farelerin göz hareketleri kafanın pozisyonuna bağlı. Kafa aşağı doğru bakıyorsa, gözler burundan uzaklaşıyor, yukarı kaldırdığında ise gözler öne hareket ediyor, yani fare bir anlamda şaşı bakıyor. Kemirgen kafasını yana çevirdiğinde ise içte kalan göz yukarı, dışta kalansa aşağı doğru hareket ediyor. İnsanda gözlerin bakış yönü kesin olarak birbiriyle örtüşmesi gerekiyor, çünkü ancak bu şekilde bir objeyi net olarak görebiliyor. Bir santimden daha küçük bir sapma bile çift görüntü oluşturur. Farelerin bakış yönünde, farklı yönlere doğru hareket eden gözleri yüzünden, sağ ve sol göz arasında yatay yönde 40 derecelik ve dikey yönde ise 60 derecelik bir sapma söz konusu. Bu alışılmışın dışındaki göz hareketleri, görme sisteminin hayvanların yaşam biçimlerine uyum sağlayabilmek için geliştiğini gösteriyor. Muhterem okuyucularım, 1997 Aralık ayından beri bir küçük fasıla dışında 15 senedir Cumhuriyet Bilim Teknoloji (önceleri Bilim Teknik) dergisine yazı yazmaktayım. Yazılarımın bazısı uzun makaleler şeklinde, çoğu da köşemdeki kısa fıkralar şeklinde olmuştur. Bu yazılara hem övgü hem yergi aldım ki bu çok normaldir. Yaz Tatili Arası Yöneltilen yergilerin bazılarından da çok şey öğrendim. Bunları yöneltenlere şükran borçluyum. Ancak yergilerin bazıları belirli ideolojilerce kafaları kalıplanmış kişilerin, benim ne yazdığıma bakmadan, yazdığım birkaç kelimeden esinlenerek kafalarında bulunan şablon koleksiyonundan hemen bazılarını ortaya dökmeleri şeklinde oldu. Bunun en son ve en çarpıcı örneği, Sayın Mümtaz Başkaya‘nın 24 Mayıs 2013 tarihli ve 1366 sayılı Bilim Teknoloji‘nin 19. sahifesinde yayımladığı «Ötekileştirme mi, soykırım ve talan mı?» başlıklı eleştirisidir. Sayın Başkaya benim Amerika yerlilerinin ötekileştirmeye maruz kaldıkları tezinin yanlış olduğu görüşüme karşı çıkarak, orada yapılan talanı ve katliamı yeriyor. Bir kere, katliamın ve talanın yerilmesinde elbette beraberiz. Ama benim yazımın konusu o değildi ki! O olsa herhalde benim Yucatan‘da bulunan yüzlerce Maya kodeksini 1562‘de yaktıran Psikopos Diego de Landa gibi alçak bir yobazın adını anmam gerekirdi. Kaldı ki bizzat İspanyollar arasında pek çok üst rütbeli kişi yapılanları tiksintiyle karşılamış, Bartolomeo de las Casas ve Alvar Nuñez Cabeza de Vaca gibi yazarlar kitaplar yazarak İspanyol kralını yapılan vahşeti durdurması için göreve çağırmışlar ve kral derhal gereken tedbirleri aldırmıştır. Bundan sonra olanlar insan doğasıdır, emperyalizme özgü değildir. Azteklerle Mayalar da İspanyollar gelmeden önce birbirlerini doğramakla meşguldüler. Sayın Başkaya diyor ki, Kolomb oraya istila ve yağma için gitmiştir! Bu kadar saçma, bu kadar gerçekten uzak bir söz olabilir mi? Kolomb yola çıkarken büyük bir Çin İmparatorluğu‘na gittiğini sanıyordu! Kolomb‘un bir kâşif ve yönetici olarak karakterini ve yaptıklarını merak edenler Alexander von Humboldt gibi Amerika‘yı ve yerlilerini ilk elden tanıyan büyük bir bilim insanının beş ciltlik büyük keşif tarihi kitabını okuyabilirler. Ama Lenin‘in, Stalin‘in, Hitler‘in, Mao‘nun envai çeşit hezeyanlarının kim bilir kaç defa tercüme edildiği ülkemizde Alexander von Humboldt‘un tek bir eseri bile dilimize kazandırılmamıştır. (En saçma sapan postmodernist «sosyal» metinleri gün aksatmadan çeviren büyük yayınevlerimiz her ne hikmetse Kopernik veya Galile gibi artık her küçük çocuğun bile bildiği biriki istisna dışında bilimin gerçek klasiklerinden bihaberdirler). Netice ise mesela Sayın Başkaya‘nın yazısında vücut bulmuştur en son. Yazımda beni ilgilendiren merkezi konu, keşif ve yabancılaştırma kavramlarıydı: Bunların politik sonuçları değil. Ancak bir metni eleştirel okumak belirli bir bilimsel eğitim gerektirir (genellikle iyi bir lise eğitimi bir zamanlar buna kâfiydi). Ama derin bir bilgisizliğe bir de saçma sapan ideolojilerin gözlüklerini taktınız mı, o bilgisizlikle akılcı tartışma imkânsız olur. Artık bu tür yararsız ve sonuçsuz tartışmalardan sıkıldığım için Cumhuriyet Bilim Teknoloji‘deki yazılarıma en azından bu yaz için son veriyorum. Bu yaz bitirmem gereken büyük bir kitabım var. Onun ve Ege‘nin keyfini huzur içinde çıkarmak niyetindeyim. Türkiye‘nin kararan ufkunu kimlerin karartmakta olduğunu epeydir bu sütunda işliyorum. Benim yazılarımın en küçük bir etkisi olmadı ama yukarıda verdiğim örnekler her geçen hafta artıyor. Şimdilik hepinize iyi yazlar. Bu yazı sağlıklı çıkarabilirsem, belki ekimde tekrar görüşebiliriz. Hepinize en derin saygılarımla… Neredeyse gerçek gibi Kulak kepçemizin biçimi o kadar karakteristiktir ki cerrahlar bir kaza veya hastalık yüzünden kaybedilen kulağın yerine yenisini “koyamıyorlar”. Fakat uluslararası bir araştırma ekibi şimdi sadece gerçek gibi görünmekle kalmayıp, dokusu da gerçeğine çok benzeyen kulak protezi üretmenin bir yolunu buldular. Bi Nilgün Özbaşaran Dede CBT 13697 / 14 Haziran 2013 Serotonin mutluluk hormonu olarak bilinir. Çinli bilim insanları bizi canlı ve keyifli tutan bu hormonun sürpriz bir işlevini daha saptadı. Eş seçiminde karşı cinsi mi yoksa kendi cinsimizi mi daha çekici bulacağımız birçok faktöre bağlıdır. Fakat bunların hangileri olduğu bugüne kadar sadece kısmen açıklanabilmiştir. Mesela cinsellik hormonlarının önemli bir rol oynadığı bilinir. Bu hormonların manipülasyonu hayvanların cinsel tercihlerini değiştirir. Peking Üniversitesi’nden Yi Rao ve ekibi 2011 yılında erkek farelerdeki serotonin üretimini engellediklerinde, karşı cinse olan ilgileri kaybolmuş önlerine çıkan her cinse (ister dişi ister erkek) “asılmaya” başlamışlar. Buradan yola çıkan ekip, mutluluk hormonu cinsel tercihin biçimlenmesi için gerekli diye düşünmüştü o zaman. Serotonin hormonu (5HT), hormon sistemimizin önemli bir yapıtaşıdır. Uyarı maddesi her şeyden önce beden sıcaklığını, kan basıncını, iştahı ve sindirimi ayarlıyor. Fakat serotonin özellikle de keyifli olmamızı sağlıyor ve bizi canlandırdığı için mutluluk hormonu olarak kabul edilir. Rao ve arkadaşları son araştırmada bu sonucu daha ayrıntılı bir şekilde incelemeye devam etmişler. Dişi farelerdeki serotonin üretimini veya bu uyarı maddesinin kenetlenme noktalarını engellemişler. Bu tür değişimden geçirilen dişi fareler tıpkı erkek fareler gibi dişi farelerin üzerine çıkmışlar. Bu eşcinsel davranış, değişimden geçirilen dişi farelerin yüzde yetmişinde görülmüş. Anlaşıldığı üzere mutluluk hormonu sadece anne karnında veya ergenlik döneminde cinselliğin belirlenmesinde önemli olmakla kalmayıp, dişilerdeki cinsel tercihin kontrol edilmesinde de etkin bir rol oynamakta. Mutluluk hormonu eksikliğiyle gelen eşcinsellik