24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİK BİLİM Ali Akurgal ali@akurgal.com NeNasıl? Kahve konusunda bilmediklerimiz gitsin. İnsanlara canlılık kazandıran maddelerin en özgün biçimi ilk binyılın bir aşamasında Etiyopya’da (eski adıyla Habeşistan) yaşayan göçebe Galla kabilesinin öğütülmüş kahve çekirdekleri ve hayvansal yağlardan ürettikleri enerji çubukları olabilir. İS yaklaşık 1000 yılında Arap tüccarlar kahve çekirdeklerini Afrika’dan anavatanlarına getirdiler ve suda haşladıkları bu çekirdeklerden oluşturulan içeceğe de “uyku önleyici” anlamına gelen qahwa adını verdiler. Filmi hızla ileriye sarıp 1930’lara gidelim. Bu tarihte Alman hekim Max Gerson karaciğerin zehirden arındırılması, metabolizmanın canlandırılması ve kanserlerin sağaltımı amacıyla hastalarına günlük kahve lavmanları önermeye başladı. Daha yakın bir geçmişte, Britanya’da Prens Charles kahve lavmanlarına methiyeler yağdırdı ve Amazon.com Kendin Yap kitleri satmaya başladı. Ancak sizleri şimdiden uyaralım: ABD Ulusal Kanser Enstitüsü’ne göre, Gerson’un öne sürdüğü görüşü destekleyen somut bir kanıt yok. Amerikan Kanser Derneği de kirli kahve lavmanlarının, eskimiş elektrolitlerin ve bağırsak zarı delinmelerinin hastalıklara, hatta ölüme yol açabileceği yönünde uyarıda bulunuyor. Bunun yerine bir fincan kahve için. Harvard Üniversitesi Kamu Sağlığı Fakültesi tarafından 2011 yılında yayımlanan bir rapora göre, yaklaşık 48 bin erkek denek üzerinde yapılan ve 22 yıl süren bir araştırma sonucunda günde altı ya da daha çok fincan kahve içenlerin prostat kanserinden ölme olasılıklarının yaklaşık %60 daha düşük olduğu ortaya kondu. İsveç Lund Üniversitesi’nde 2008 yılında yapılan bir araştırma da kahvenin, en azından CYP1A2 geninin hem östrojen hem de kahvenin metabolize edilmesine yardımcı olan oldukça yaygın bir değişkesini taşıyan kadınlarda, meme kanseri riskini azalttığını gözler önüne serdi. Ne var ki, aynı yıl insanların asıl ilgisini çeken konu fincanın boyutu oldu. Aynı İsveçli ekip söz konusu gen değişkesini taşıyan ve günde üç ya da daha çok fincan kahve içen kadınlarla küçük göğüsler arasında bir bağlantı olduğunu ortaya koydu. Fincanın boyutu kahve içicilerin dert ettikleri en son şey olsa gerek. Britanya’daki Durham Üniversitesi ruhbilimcileri, 2009 yılında, günde üç fincan kahve içen öğrencilerin sesler duyma ve beden dışı deneyimler yaşama olasılığının üç kat daha fazla olduğunu gözler önüne serdiler. Şükürler olsun Türkiye’de kriz yok. İşsizlik de düştü. Ama 2012 yılı için büyüme rakamı geldi %2,2. Hani o %8? Nerede beklenen %4? Ne oldu? • Enerji içeceklerini unutun CBT 1362/ 8 26 Nisan 2013 Türk ekonomisi, onun motoru olan imalat sanayii, güçlüklerle dolu yokuşları tırmanır, bir düzlüğe ulaşır, orada hızla, %8 büyüyerek, yol alır. Sonra, yolun sonu görünür. Ardından bir şekilde yolun sonu olan yerden yeni bir çıkış yolu bulunur, aynı süreç, bu sefer farklı bir kulvarda “tekerrür” eder. Günümüzde karşımıza dikilen yokuş, “sofistikasyon”. Önceki yazımın yer aldığı ve izleyen sayılarda Ali Eşiyok ile Orhan Bursalı’nın yazıları, ürünlerimizdeki teknoloji derinliğinin çok sığ olduğunu tartışma götürmez şekilde ortaya koyuyor. Köşesine konuk olduğum Aykut Göker, senelerdir bunu anlatmıştır, ama sanırım iyi söz, ülkem insanına bir şey ifade etmiyor, illa bir şamar yemesi gerek. Sonuçta ürettiğimizi satamayınca; büyüme %2,2! Ürünlerimizdeki teknolojik derinliği ve bunlarda kullandığımız teknolojinin düzeyini nasıl artırabiliriz? Önceki yazımda, yabancı sermayeden medet ummamak gerektiğini belirtmiştim, yineleyeyim: Yabancı sermayenin getireceği ileri teknoloji içeren ürünleri üretmek, bizi sofistikasyon eşiğinin üzerine çıkarabilir ama, GSYİH’yı 20.000 dolar dolaylarına getirmez. O geliri sağlayacak işleri, aralarına girmek istediğimiz ülkeler dışarı vermiyor, kendileri yapıyorlar. Dışarı verdikleri işler de, 10.000 USD orta gelir eşiğini aşırttırmıyor. Kişisel kanım, Türkiye’nin üretim üssü olup da, hem 500 milyar USD ihracat hacmini hem de 20.000 $ kişi başı geliri yakalamasının mümkün olmadığı yönünde. Başbakan da sanırım bu nedenle bir “babayiğit” arıyor. Geçen yazımı, “iş başa düşecek” diye bitirmiştim. Bu, “kendi teknolojini kendin yarat” anlamına. Olur mu? İstenirse, “bal gibi oluyor”. Ama bu sonucu, mucizelerden beklememek gerek. Bunun bir süreci var, oyuncuları ve rolleri var. Doğru senaryoyu kurmaz, ehil oyunculara doğru rolleri paylaştırmazsanız, ederi olan bir teknoloji yaratamazsınız. Kim bu oyuncular ve rolleri? Akademik kişiler, araştırma (research) yapacaklar. Dönüştürücü şirketler (transformer companies), araştırma sonuçlarını bir üründe uygulanabilir teknolojiye dönüştürecekler. Sanayici (fabrikatör değil), önceki iki eylemi finanse edecek ve sonucunu üretime sokacak. Hemen belirteyim, bana göre, fabrikatör, “başkalarının ürününü üreten”, sanayici, “kendi ürününü üreten”dir. Türkiye’de akademik ortam, sanayiyi günümüzdeki sofistikasyonun çok üzerine çıkartabilecek düzeyde. Birçok “dünya üçüncüsü”, ”Pentagon’un açtığı yarışmada birinci” olmuş insanla çalışıyorum. Marifet, ilgi duyulan konuda, bu yetenekleri bilebilmek ve bulabilmek. Bunun için bir “ağyapı” gerekiyor. Kim hangi konuda uzman, şimdi nerede, ne yapıyor, bunların izini sürmek durumundasınız ki, doğru oyuncularla oyun kurasınız. Kanımca TÜBİTAK’ın yapacağı en yararlı girişim (bu, ARBİS değil), bu ağyapıyı kurmaktır. Bunu, geçmişte teknoparklardan bekledik, olmadı. Şimdi de teknoloji transfer ofislerinden bekleniyor. Tanıdığım 34 TTO, bunu yapacak durumda değil. Bunlar “fazla akademik” kalıyorlar. Halbuki, eldeki yetenekleri, sanayinin hangi alanında ne işe yaratabileceğine ilişkin hayaller kurabilen ve bunu sanayi ile derinliğine paylaşabilen kadrolara ihtiyaç var. Ben, bu işi yapıyorum, ama sanayi tarafında durarak. Öyle ki, “Kim; biz mi, dünyada kimsede olmayan bir teknolojiyi yerli olarak yaratacağız?” küçümsemesi ile başlayan bir inatlaşma, 4 gün 19 saatte yepyeni bir teknolojiyi prototip olarak bir gösteriye hazırlama ile sonuçlandı. 7 Nisan’da üzerinden 2 yıl geçti, daha dünyada kimsede yok. Gösteriden sonra 4 ay kadar çalışıp bunu seri üretime de hazırladık. Ama burada, “gereksinme” ticari taraftan gelmediği için, “sanayici” rolünü üstlenen yoktu. O nedenle de bu teknoloji ticari olmadı. Ne yazık ki patentini alamıyorum, çünkü, topluma tanıttım, açık ettim. Artık kamu malı oldu. Güle güle kullanın. Neden %2.2 sıttı. Librettosu Christian Friedrich Henrici tarafından kaleme alınan Kaffeekantate (Kahve Kantatı) ilk kez 17321735 yılları arasındaki bir tarihte Almanya’nın Leipzig kentinde sahnelendi. Soprano bölümünün dizeleri “Öyle haşin olma Baba!/ Günde üç fincan kahvemi/İçemezsem eğer/ Acılar içinde pörsüyüp gideceğim/ Tıpkı bir parça keçi rostosu gibi. Amerikalılar da ezgilerinde kahveye övgüler yağdırıyorlar. Harvard Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya göre, ABD’de insanlar kahveye yılda 40 milyar dolar harcıyorlar. • • • • • • Dünya çapında günlük kahve tüketimi yaklaşık 1.6 milyar fincanı buluyor. zincirinde satılan orta boy bir kahvenin (grande) 9,5 kutu kolaya eşit miktarda kafein içeriyor olması da küresel bir olgu. Kahve çekirdeklerinin yetiştirilip işlenmesi için gerekli girdiler hesaba katılacak olursa, tek bir fincan kahvenin hazırlanması için yaklaşık 140 litre suya gerek duyulur. Londra Kıraliyet Botanik Bahçeleri’nden araştırmacılar kahvenin en çok yetiştirildiği bölgeler olan Etiyopya ve Güney Sudan’ın yüksek kesimlerindeki ormanların dağların tepeleri ısındıkça yok olduğuna dikkat çekiyorlar. 2080 yılına gelindiğinde bu nemli ekosistemler yeryüzünden tümden silinmiş olabilirler. Kaygı uyandırıcı bir durum, ama bu kahvenin sonu anlamına gelmiyor. Kahvemiz için gereksindiğimiz evcilleştirilmiş bitki türlerinin genelde güvende oldukları belirtiliyor. Doğal olarak bu durum bir hastalık tehlikesi belirmediği sürece geçerli. Günümüzde içtiğimiz kahvenin yaklaşık %70’i yabanıl Arabica, ya da Coffea arabica filizlerinden elde ediliyor. Bu türde ticari kültür bitkilerinin yeniden üretilebilmesi için gerekli genetik bilgilerin çoğunu içeriyor. Kamerun’da yetişen coffea charrieriana’nın bilinen tek doğal kafeinsiz kahve türü olduğu belirtiliyor. Kahve çekirdeklerini içinde barındıran kahve kirazı, ya da meyvesi fillerin en gözde çerezi. Kahve çekirdekleri kabuklarından arınmış olarakfilin dışkısından toplanabiliyor. Yumuşak içimli, karamel tadındaki fil dışkısı kahvesinin yarım kilosu, bilindiği kadarıyla, yaklaşık 500 dolardan satılıyor. Kahvenin ağzınızı kötü kokuttuğunu mu düşünüyorsunuz? 2009 yılında, Tel Aviv Üniversitesi araştırmacıları salya örneği dolu bir tabağa kahve eklediklerinde kahvenin ağız kokusuna yol açan bir bakterinin gelişimini önlediğine tanık oldular. Rita Urgan, Kaynak: Discover • • Dünyaca ünlü Starbucks kahve mağazaları • • • • • • • • • • • Bach kahve sevdasını bir kantatına yan
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle