17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Depocu22 Akıl karışıklığının nedenleri farklı olsa dayaygın olduğu bugünlerde, çok somut ve de hemen her duruma uygulanabilir bir konuyu ele alıp biraz olsun zihinsel duruluğun sükunetini deneyimlemek istiyorum. Tınaz Titiz Y azının başlığı, “catch22” (http://bit.ly/XwWuyS) olarak bilinen ünlü söylemi hatırlatmak amacını taşıyor. Bir sorun’un çözümünün, sorun’un varlığına bağlı olduğu durumlar için kullanılan bir deyim. Zihinsel duruluk sağlamak bir yana, mevcut olanı da –varsa tamamen yok etmeye yol açabilecek bir zihin törpüsü de denebilir. Neyse bunları bir yana bırakalım. Üzerinde durmak istediğim, herhangi bir sanayi kolunda üretim yapanların en büyük sorunu olan depoculuk ile ilgili. Hele, rekabetin bu denli sert olduğu günümüzde, tüm depo yöneticilerinin bir numaralı sorunu bu. Ne üretilirse üretilsin, ya üreten ya da ona yan sanayi olarak iş yapanların mutlaka depoları vardır ve bunlar, üretim girdilerinin ihtiyaç olduğu anda elleri altında bulumasını sağlar. Tüm depoların amacı budur. Ama burada, birbirine zıt iki istek aynı anda yerine gelmek zorundadır: Bir girdiye ihtiyaç olduğunda stokta bulunsun ve fakat stokların maliyeti de minimum olsun. Her girdiyi tıka basa stoklasan stok maliyeti katlanılamaz olur; hiç stok bulundurmasan bu defa da üretim duracağı için yine katlanılamaz maliyetler doğar. Bu tür açmazlar, yaşamımızın her karesini doldurur: Asgari ücretle çalışanın eşi bir yandan ailesini iyi beslemek zorunda iken, bir yandan da bu parayı yetirmek zorundadır. Yargıç vereceği cezanın azami caydırıcılık sağlamasını isterken bir yandan da bizzat ceza alacak kişinin haklarını korumak zorundadır. Taksi şoförü yolcusunu olabildiğince çabuk götürüp yeni yolcu almak için tekrar sıraya girmek zorunda iken, bir yandan da yolcusunun konforunu gözet mek için yavaş gitmelidir. Ve daha yüzlerce örneğin hepsinde benzer ikilemler. Bu tür durumlar için “optimizasyon” (eniyileme) adı verilen yöntem kullanılıp, birbirine ters etki yapan öğeler arasında “olabilecek en iyi” çözüm bulunmaya çalışılır. Fakat bunun için bir anahtar kavrama ihtiyaç var: Çözümün anahtarı “kötü duruma rıza gösterebilme oranı” denilebilecek bir kavramdır. Depocunun sorunu bağlamında bu kavram “stok tükenmesine razı olma oranı”dır. Böyle bir oran belirlendiğinde, ortadaki sorun, optimizasyon teknikleri yoluyla çözülebilir; benzer durumdaki tüm sorunlar da bu yolla çözülebilir. Fakat burada dikkat edilmesi gereken bir nokta var: Kötü duruma rıza gösterebilme oranı (kısaca Rıza Oranı ya da daha kısa RO diyelim) %0’dan büyük ve %100’den küçük olmalıdır. %100’lük bir RO, “stok biterse bitsin farketmez” demektir ki bu, ya o girdi olmasa da olur ya da yerine kullanlabilecek başka bir girdi var demektir. Bu makul olmadığına göre %100’den küçük bir oran belirtilmelidir. Ayrıca belirtmeye gerek olmayan bir özellik, RO’nun %100’den uzaklaştıkça o girdinin kritik girdi olma olasılığının arttığıdır. RO’nun bir de öbür ucu var. Örneğin bir nükleer santralda, yakıt çubuklarının erimesine yol açılmaması için en kritik girdi soğutma suyu olduğuna göre, suyun kesilmesine rıza gösterme oranı “neredeyse sıfır”dır. Su kesintisine karşı önlem olarak santrallar genellikle büyük su kaynakları yanına inşa edilirler, ama bu defa da suyun çubuklara erişimini sağlayacak borular, vanalar, pompalar, elektrik motorları vb. onlarca kritik elemanın “bulunmayışlarına ne kadar rıza gösterilebileceği” sorunu gündeme gelir ki, bunlar için de RO “neredeyse sıfır”dır. Bu “neredeyse sıfır” düzeyindeki güveni sağlamak ayrı bir mühendislik dalının (güvenilirlik mühendisliği) konusu olup, daha çok yedek, daha özenli üretim, daha çabuk onarma teknikleri, daha iyi insan kaynağı gibi önlemler demektir. Şimdi dilimin altındaki ilk baklayı çıkarayım: Bir yönetici gelse ve “ben sıfır RO istiyorum” (yani asla soğutma suyu kesilmeyecek) dese ne olacaktır? Bu durumda iki çare var: (1) Sistemdeki her şeyin onlarca ve birbirinden bağımsız yedeği olacak, onların da yedekleri ilk yedekleri olacaktır. (2) Birisi çıkıp bu ceberut veya ahmak insana “böyle istek olmaz; gerçekleştirilebilir ve sıfırdan büyük bir RO belirtmelisin” der. Birinci çözümün niçin olamayacağı bellidir. Çünkü belli bir noktadan sonra ki o noktayı zaten güvenilirlik mühendisliği söyler artan yedekleme, başa çıkılamayabilecek bir karmaşıklık yaratır ve bu defa da yedeksizlik nedeniyle değil ama karmaşıklığı yönetememek nedeniyle daha beter sorunlar doğabilir. İkinci olasılıkta ise yönetici yine de israr etse ve mesela “kardeşim sen china syndrome [1] diye bir şey duymadın mı; insanların ölümü senin umurunda değil mi?” diye püskürse, yedeklemenin yedeklemesinin yedeklemesi nerede durdurulacaktır? Görülüyor ki her iki durumda da, doğabilecek çekirdek erimesi olgusuna rıza göstermek gereken bir yer vardır, olmak zorundadır. “Neredeyse sıfır” bunu anlatmaktadır ve ne olursa olsun sıfır olamayacağına işaret etmektedir. O noktanın neresi olduğu, buna etki yapabilecek ve de sonuçtan etkilenebilecek durumdaki kişilerin sayılarına, akılfikir düzeylerine, fikirlerinin alınıp alınmadığına, bilimi yaşamlarına ne denli rehber kılabildiklerine vb. faktörlere bağlıdır. Sonuçta akıl galip gelirse, belirli bir RO üzerinde karar kılınır ve ancak ondan sonrası Tanrı’ya bırakılır. Bu, karar kılınan RO’ya karşılık gelen bir olasılıkla “meşum olasılığın gerçekleşmesi ve belli sayıda insanın zarar görmesine rıza gösterilmesi” demektir. Akıl yerine akılsızlık ve ahlaksızlıkla birleşik çeşitli türevleri galebe çalarsa, çekirdek belki erimeyecek, ama meşum olasılığa karşılık gelenden daha çok insan, bu defa söz konusu türevlerin dolaylı sonuçları nedeniyle daha derin düzeyde zararlar görecektir. Sonuç olarak bilinmesi gereken şudur: Her kazabeladan korunmanın bir maliyeti (RO) vardır ve o maliyet kesinlikle sıfır değildir. Stok tükenmesine hiç uğramamak, trafik kazalarında hiç insan kaybetmemek, topraklarını sıfır kayıpla koruyabilmek, sıkıntı çekmeden refaha erişebilmek ve daha yüzlerce bedava yemek, herkesin arzu edeceği, ama ancak o amaçların doğal maliyetleri sayılması gereken kayıplara rıza göstererek ilgili süreçleri yönetebilen depo, trafik vb. yöneticilerinin sahip olabilecekleri nimetlerdir. [1] Bir nükleer reaktörün çubuklarının erimesiyle başlayan zincirleme olaylar sonunda, reaktör koruyucu yapısının da eriyip toprağı eriterek Çin’e kadar dünyayı deleceği varsayımı. KAZADAN KORUNMANIN MALİYETİ NEREDEYSE SIFIR AÇMAZ HER ZAMAN VAR Kadının gücü Esat Yavuztürk Her yazısını zevkle okuduğumuz değerli hocamız Doğan Kuban, Cumhuriyet gazetesinin Bilim ve Teknoloji ekindeki, “Gelecek Bilinçli Genç Kızlarımızın Sırtında Yükselecek” isimli yazısında önemli bir gerçeği dile getiriyor. Hocamızın izniyle ben de bu konudaki düşüncelerimi kısaca yazmak istiyorum.Herkes bilir ki okuyup yazması olmayan bir ana bile çocuğuna: “Yavrum, oku da adam ol!” der. Der ama fikirsel ve bilimsel bir katkıda bulunamaz. Çünkü kendinde yok ki çocuğuna da versin. Baba her ne kadar maddi imkânları sağlasa da, çocuğu yetiştiren ve yönlendiren genellikle anadır. Ana bilinçliyse çocuk da bilinçli yetişecektir. Toplum düzenleri insana hizmet gayeli kuruluşlardır. Eski çağlardan beri devam CBT 1362/ 18 26 Nisan 2013 eden “İNANÇ” kuruluşları da bu maksatla vardırlar. Ne yazık ki içinde bulunduğumuz sömürü düzeni tarafından “inanç” öyle yozlaştırılmış ki, nüfusun yarıdan çoğunu oluşturan hanımları inanç şartlandırması ile bir lokmaya muhtaç hale getirip, kula kulluk etmeye zorlamışlar. Böyle saf ve temiz anaları suçlamıyorum. Yaratan eşit yarattığı halde, ne yaptığını bilmeyen yobazlar veya vicdanını midesine kiralayan aymazlar onları bu duruma getirmişler. Ben bu iki ayaklı yaratıkları (!) kınıyorum. Evet, bir ülkenin gerçek kalkınması, bilinçli ve kültürlü anaların yetişmesine bağlıdır. Ülkede verimsiz çekişmelerden ziyade, tüm kızlarımızı okutup, kültürlü analar yetiştirilirse, onlar da çocuklarını kültürlü olarak yetiştireceklerdir. Aydın olarak yetişen insanların önünü kimse kesemez. Bir ülkeyi de ancak bilinçli ve kültürlü insanlar kurtarabilir. Öyleyse haydi kızlar okulaaaa!... CERN üyeliği için Başbakana soru önergesi.. Aşağıdaki sorularımın Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından yazılı olarak yanıtlanması için gereğini arz ederim. CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran Başbakanın yanıtlaması için Türkiye’nin CERN’e üyeliği üzerine soru önergesi verdi. Oran’ın önergesi şöyle: Avrupa Nükleer Araştırmalar Organizasyonu (CERN) 1954 yılında kurulmuştur. Bugün 20 Avrupa ülkesi tam üye, 4 Avrupa ülkesinin ise bağlı ülke statüsünde bulunmaktadır. Türkiye 1961 yılından beri gözlemci statüsünde olup, 23 Ocak 2009 tarihinde tam üyelik başvurusu yapılmıştır. 1 Başvuru sürecinin başında CERN’e yaptığınız ziyarette beyan ettiğiniz tam üyelik hedefiniz devam etmekte midir? 2 CERN’e tam üye olunmaması halinde, CERN’in açacağı ihalelere girilemeyeceği, Türk sanayisinin ihtiyacı olan ileri teknoloji bilgi birikimi ve prototiplere erişiminin kısıtlanacağı ortadadır. Bu durumda Türkiye’nin teknolojik kapasitesinin geri kalmasının sonuçları hesaplanmış mıdır? 3 Temel fizik alanındaki araştırmaların daha sonra uygulamalara dönüştüğü, mühendislik uygulamalarının da ülkelere büyük katma değer yarattığı bilinmektedir. Bu kapsamda Türk bilim adamlarının bu alan dışında kalmasının Türkiye’nin bilimsel etkinliğini daraltacaktır. Bu kararın sonuçları düşünülmekte midir? 4 Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin de CERN’e tam üyeliği gündemdedir. Bu noktada, Güney Kıbrıs Rum Kesimi gelecekte üye olursa, CERN’e tam üyelik koşulumuzun da bir kere daha başka bir ülkenin tutumuna bağlanması dış politik hedeflerle uyumlu mudur?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle