17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;[email protected] Üniversitelerle ilgili bilgilere erişmekte büyük zorluk çektim. Kuruluş tarihlerini ‘web sitelerine’ yazmayıp ‘eski kuruluş’ havasına yatanlar bile var! durumda? Aptallaşıyor muyuz? Osman Coşkunoğlu 2008 Temmuz’unda, The Atlantic dergisinde “Does Google Make Us Stupid?” (Google bizi aptallaştırıyor mu?) başlıklı bir makale yayımlandı. Yazar Nicholas Carr bu soruya “Evet” diyerek, internetin beynimize yaptığı etki üzerine yoğun tartışmalar başlattı. Ayrıca, gerek ıslak (nörobilimler) gerekse kuru (bilişsel bilimler) bilim dallarındaki araştırmalar son yıllarda bir yandan ilginç ve önemli bulgular ortaya çıkarırken bir yandan da farklı yorumlar arasında tartışmalar yaratıyordu. Bunların üstüne, geçtiğimiz günlerde Obama “büyük projem” diye nitelediği “Beyin Girişimi”ni (Brain Initiative) açıkladı. Beynin işlevlerinin bir haritasını çıkarma hedefine yönelik araştırmalar desteklenecekti. Tüm bu gelişmeler sonucu, dünya kamuoyunda beynimizin nasıl çalıştığı konusuna ilgi zirveye çıktı. Doğal olarak da, kamuoyunun bu ilgisinden yararlanmak ve nemalanmak isteyenlerin sığ genellemelere başvurarak, magazin niteliğinde, sansasyonel ve popülist yorumlar yapma hevesleri de ortaya çıkmaya başladı1. Bu yazı sınırları içerisinde beyin konusundaki önemli ve güncel tartışmalara giremeyiz. Yazının amacı, tartışmaların ülkemizdeki yansımalarının, toplum için özel anlam ve tehlike içeren iki yönüne dikkat çekmektir: (1) İnternetin beyin üzerindeki etkilerinin sığ bir şekilde ele alınması. (2) Medyada ortaya çıkan, beyin konusunu – Alev Alatlı’nın terimiyle – “paçozlaştırma” eğilimi. “Eğer insanoğlu bunu öğrenirse, içlerine unutkanlık dikilmiş olur.” Bunu, Sokrat’ın öğrencisi Eflatun yazı teknolojisi için söylemiştir. Daha sonra, yazı ile bilgi aktarmanın mümkün olmadığını da iddia etmiş, yazı teknolojisinin insanları bilgelikten uzaklaştıracağını tekrar tekrar vurgulamıştır. Şimdilerde de, benzer argümanlar internet teknolojisi için tekrarlanıyor. Genç zihinlerin internet ve cep telefonu mesajlaşması ile büyüdüğü, aynı anda internette oyun oynarken cep telefonuyla mesaj atmak gibi birkaç işi birden yaptığı, odaklanma ve uzun bir yazıyı veya kitabı düşünerek derinlemesine okuma yetisini kaybettiği, Google’a bakarak kolayca bir şeyi öğreneceğini sanarak düşünmekten ve anlamaktan yoksun büyüdüğü, giderek sığlaştığı vs. gibi iddialar herhangi bir ölçüme dayanmadan, bilimsel hiçbir desteği olmadan, sadece bazı gözlemlere dayanarak sıralanıyor. Üstelik bu iddialar arkasındaki argümanlar, bundan 2300 yıl önce Eflatun’un yazı teknolojisine karşı çıkarken sunduğu argümanların düzeyine bile erişemiyor. Peki, bu iddialar toplumda neden bu kadar ilgi çekiyor? Örneğin, The Atlantic dergisindeki yazı çok yoğun ilgi çektikten sonra doğal olarak yayınevlerinin “kitap yaz, hemen satalım” teklifleri üzerine Nicholas Carr’ın yazdığı, internetin bizi sığlaştırdığı iddiasını tekrarlayan “The Shallows” kitabı neden en çok satan kitaplar arasına giriyor? Benim buna verecek tek yanıtım şu soru olacaktır: Distopi (karşı ütopya) ve korku içeren romanlar veya filmler neden popüler olabiliyor? Ortalama bir insanın hayal gücünde heyecan yaratmanın ya mucizevi mutluluk ve başarı ya da dehşet verici çöküşler anlatmakla mümkün olduğunu popülist yazarlar ve film yapımcıları iyi bilir. Beynimizin plastisitesinin olduğunu, yani yoğrulabilir olduğunu, dolayısıyla sürekli etki altında kalarak bir ölçüde de olsa kalıcı olarak değişebiliyor olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla, internetin beynimizi etkilediğine inanabiliriz. Bu etkiler, bazı yeti ve becerileri azaltabilir veya hatta yok edebilir. İnsanın ata binme becerisinin, uzun mesafeler yürüme dayanıklılığının ve tüm bunlara harcayacak zamanının olabilmesinin, otomobiller yaygınlaştıktan sonra yok olması gibi... Bunun aksini söylemek için, yani internet yüzünden veya başka nedenlerle 21. yüzyıl insanının 20. yüzyıl insanına göre daha aptal olacağı, 21. yüzyıl yaşamının talep edeceği beceri, bilgi ve düşünce gücünden yoksun olacağı iddiasını destekleyen, bazı gözlemler dışında, ne ampirik ne de kuramsal bilgi var ortada. Hatta, tam tersinin doğru olduğunu, James R. Flynn’in bilimsel niteliği tartışılamayacak araştırma sonuçları gösteriyor. Toplumbiliminde “Flynn etkisi” olarak bilinen bu sonuçlara göre, zaman içerisinde, nesilden nesile, insanların kafasının daha iyi çalıştığı ve gününün kompleks sorunları karşısında daha başarılı olduğu görülüyor. İnternetin ve oyunların bağımlılık yarattığı durumların olduğunu da biliyoruz. Fakat, bu durumlar ne tüm internet kullanıcılarına genelleştirilebilir, ne de başka – örneğin, futbol – saplantılardan daha farklı ve daha korkutucu gibi değerlendirilebilir. İnternetin beynimize etkisinin olumsuz olduğu iddiasının yarattığı çok ciddi bir tehlike var. Kendi kontrolü dışındaki her gücü tehdit olarak değerlendiren bir hükümetin yönettiği ülkede yaşıyoruz. İnterneti kontrol altına almak için önce YouTube’u kapatmak gibi kaba önlemlere başvuran bu hükümet, şimdi daha ince yaklaşımlar deniyor. Örneğin, çocuklarımızı internetten korumak bahanesiyle başlattığı “filtre” uygulamasıyla interneti sınırlayabiliyor. “İnternet beyinleri olumsuz etkiliyor” propagandası, yanlış olmasının ötesinde, yetişkinlerin çok büyük bir çoğunluğunun bu konuda bilgi ve bilinçten yoksun olmasından yararlanan hükümetin interneti çeşitli şekillerde sınırlama arzusuna da hizmet ediyor. İNTERNET: Beynimiz ne CBT 1361/ 8 19 Nisan 2013 103 devlet üniversitesinden 18’inin üç büyük kentte olduğunu; buna Bursa, Adana, Kocaeli, Gaziantep, Konya, Antalya, Kayseri, Diyarbakır, Mersin ve Eskişehir’deki toplam 16 üniversiteyi de eklersek bulacağımız 34 rakamının dışında kalan 69 üniversitenin diğer kentlere dağıldığını belirtmiştim. Bu yayılma, ülkenin bütün bilim kurumlarının, çok sınırlı da olsa var olan özerkliklerinin tümüyle kaldırılarak katı merkeziyetçi, bürokratik bir yapının birimleri haline getirildiği bir zamanda gerçekleşmiştir. O tarikat[lar], AKP ve İslâmi sermaye’den merkeziyetçi bürokratik yapı, ‘t oluşan mevcut iktidar blokunun denetimindedir. Yeni açılan üniversitelere yapılan rektör atamaları ve bunun paralelindeki kadrolaşma harekâtı da bu yapının denetiminde yürütülmektedir. Yayılma sürecinde eğitim kalitesinin korunması gibi bir ilke gözetilmemektedir. Öncelik, Erdoğan’ın sözcülüğünü yaptığı “dindar bir gençlik yetiştirme” programının üniversite ayağını en kısa zamanda yaratmaya verilmiştir. Yetişecek ‘yüksek tahsil’ diplomasına sahip gençlerin bu üniversitelerden iyi bir eğitim almadan çıkmaları önemli değildir. Siyasi İslâm’a, din temeline dayanan tutucu yapıyı özellikle küçük kentlerde kalıcılaştırmak için, o yapıyı içine sindiren ‘okumuş’ insanlar gereklidir. Gereksindikleri bilgi ve becerilerle donanmış insan malzemesini ise, büyük kentlerde kurdukları ve kuracakları, kendi iktidar bloklarına bağlı vakıf üniversitelerinden sağlayacaklardır. Bu kuruluşların eğitim kalitelerini yükseltmelerini destekleyeceklerdir. Üstelik gereksindikleri ölçüde kaliteli insan malzemesini sağlarken “dindar bir gençlik yetiştirme” ana hedefi de, büyük kentlerin üniversite atmosferinde yitip gitmemiş olacaktır. Büyük kentlerdeki, doğrudan kendi denetimlerinde olmayan diğer vakıf üniversitelerinin de, buralarda okuyan gençlere, kendi siyasiideolojik ve iktisadi sistemlerini tehdit edecek bir kültür temeli kazandırmadıklarından emin oldukları sürece, bunların faaliyetlerini sürdürmelerine, hatta yenilerinin kurulmasına izin vermektedirler... Mevcut iktidar blokunun vakıf üniversiteleriyle ilgili olarak izlediği bu politikanın rakamsal kanıtı ortadadır: Şu kadarını yazmıştım; sayıları 66’ya varan vakıf üniversitelerinden 52’si üç büyük kentte ve bunlardan da 36’sı İstanbul’da, 11’i Ankara’da, kalan 5’i İzmir’de! Şimdi bu yazdığımı tamamlayayım: Bu 66 üniversitenin önemli bir bölümü, ‘tarikat[lar], AKP ve İslâmî sermaye’den oluşan iktidar blokunun bu bileşenlerinden ilk ikisine ya da bunlardan birine mensup ya da bunlara çok yakın girişimciler ya da işadamlarınca kurulup yönlendirilen vakıflara ait... Bu üniversitelere son zamanlarda, kişi olarak herhangi bir ismin öne çıkmadığı ama bütünüyle İslâm motifinin egemen olduğu vakıflarca kurulan üniversiteler de eklenmiş... Bu iki gruptan belirleyebildiklerimin toplam sayısı: 21... Bu 21 vakıf üniversitesinden 12’si İstanbul’da, biri Ankara’da... Diğerleri de Gaziantep, Konya, Diyarbakır, Bursa, Antalya, Alanya, Trabzon ve Samsun’da... Yine bu 21 vakıf üniversitesinden biri 2002 yılından (AKP’den) önce; 6’sı 20082009 yıllarında; 14 tanesi de 2010 ve sonrasında kurulmuş! Kalıyor geriye 45 vakıf üniversitesi... Bunlardan dördünün ortak niteliğini bu hafta söyleyeyim. Bu dört üniversiteden biri TOBB’un, diğer üçüyse ticaret odalarının kurdukları vakıflara ait... Bu vakıfların meşrebinin de (doğasının) kurucularının mensubu oldukları odaların destekledikleri siyasi çizgilere uygun olduğunu ayrıca belirtmeme gerek yok sanırım. Kalan 41’i hangi ortak paydalarda toplayabileceğimizi de 14 gün sonra söylerim. Bu pirinç daha çoook su kaldırır... Üniversitelerin Ülke Coğrafyasına Dağılımı (2) İNTERNET VE BEYNİMİZ Özellikle Batı dünyasında beyin üzerine yapılan araştırmaların bulguları yoğun ilgi çekerken, bu araştırmalardan bağımsız olarak internetin bireye ve topluma etkileri toplumbilimciler, bilişselbilimciler (cognitive scientists) ve psikologlar tarafından hararetle tartışılırken, bu konular zaman zaman medyamızda magazin niteliğinde ele alınsa da, ülkemiz gündeminde hak ettiği yeri alamıyor, BEYİN TARTIŞMALARININ “PAÇOZLAŞMASI” Yazının devamı 15. sayfada
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle