17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HUKUK POLİTİKASI Türkiye 2023 hedeflerine ulaşabilir mi? Prof. Dr. Mehmet Doğan, Hacettepe Üniversitesi Emekli Öğretim Üyesi; [email protected] Hayrettin Ökçesiz [email protected] http://okcesizhayrettin.blogspot.com Her büyük devlet gibi büyük devlet olmak isteyenlerin de hedefleri olmalı, bilenler de bu hedeflere nasıl ulaşılacağını tartışmalıdır. Gerçi ülkemizde 1960 yılı sonrası gelecek için kalkınma planları hazırlamak üzere “Devlet Planlama Teşkilatını” kurmuş, hedeflerine uygun hazırlattığı ve uyacağını öngördüğü 5’er yıllık kalkınma planları hazırlamıştır. Son yıllarda hazırlanan planlara ise hükümetler uymak istemedi. Ancak belirli hedefler koyarsanız o hedeflere ulaşmak için adına plan demeniz de tüm kurumlarınızla o hedefe ulaşıncaya kadar geçen sürede ne gibi yollar izleyeceklerinizi, paralarını nasıl temin edeceğinizi ve nasıl harcayacağınızı ayrıntılı olarak belirterek bir yol haritası hazırlar ve gerekiyorsa aksayan yönlerinizi düzelterek hedefe odaklanırsınız. Hele dünyanın ilk 10 ekonomisinden biri olmak isterseniz isteğinizi gerçekleştirmek için sizden daha büyük ülkelerin de sizin yetişmenizi beklemek için yerinde saymayacaklarını bilmelisiniz. Ülkeniz çıkarlarını koruyarak tüm imkânlarınızla o hedefe yönelirsiniz. Bu hedeflere ulaşabilmek için ne gibi ödevleri yapmamız gerektiğini bir kimyacı ve müspet bilimci olarak yazılarla tartışmak istiyorum. Türkiye’de Ekonomi Niçin Yavaş Gelişti? Türkiye Cumhuriyetini bağımsızlık savaşı sonrasının zor ekonomik koşullarında kurmuş, Ülkede Osmanlıdan miras olarak borç dışında ne sanayi, ne teknoloji ne de fen ve teknoloji bilincine sahip eğitilmiş insan gücü olmadan hızlı kalkınma ve sanayileşme çabası içinde kalkınmaya ve orta çağ koşullarında yaşayan nüfusunu eğitmeye çalıştı. Kısa süre sonra patlak veren 2. Dünya Savaşı kalkınmasına ve gelişimine büyük sekte vurdu. Savaş sonrası olmayan alt yapısını oluşturmaya çalışsa da, köyden kentlere göç ve tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişi de kolay olmadı. Dünyadaki yerimiz geri kalmış ülkeler arasında oldu. Uzun yıllar özel sermaye birikimi ve ülkeyi şaha kaldıracak doğal kaynakları de olmadığından kalkınmamız dış destek ve kredi arayışı ile çok yavaş oldu. Yönetime el koymalar, kapasitesi üzerinde askeri harcamaların da etkisiyle ürettiğinden çok tüketerek knowhow ve teknoloji satın alarak alt yapısı sorunlarını aşmadan geri kalmışlıktan kurtulmamız bir türlü gerçekleşemedi. Dünyadaki genel ekonomik gelişmelerin etkisi ve tek parti hükümetinin hızla siyasi ve ekonomik kararları uygulamaya geçirmesiyle tüketim ağırlıklı ve dışa bağımlı da olsa gelişme yolundayız. Son 10 yılda birçok ülke ve uluslararası kuruluşlar ülkemiz bu ekonomisiyle hızlı gelişmekte olan ülkeler kervanına katıldığını kabul etmektedir. Son 10 yılda ülke genelinde duble yolların, hızlı tren hatlarını, mümkün her ile havaalanları yapımıyla ve limanlarının rehabilitasyonuyla, güçlenen ve dünyada söz sahip konumuna geldiği hava ulaşımıyla ulaşım altyapısını geliştirdi. Türkiye üretim ve ihracatını oldukça artırdı, ülkeyi ziyaret eden turist sayısı 30 milyonu geçti, tüm şehirler altyapı sorunlarını önemli ölçüde çözdü, gecekondulardan oluşan şehirler kentsel dönüşümle yenilenmeye başladı. Artık ülkemiz de yıldızı yükselen ülkeler arasına girdi. Tüketim ve hizmet ağırlıklı olsa da 1 trilyona yaklaşan gayri safi milli hasıla ile dünyanın 16. Büyük ekonomisi oldu. Ülkeyi yönetenler Cumhuriyetimizin 100 yılına ilk 10 ekonomi arasında, Anadolu’ya gelişimizin bininci yılına da dünyaya yön veren ilk 56 ülke arasında girmeyi hedefliyor. Bulunduğumuz koşulları ve ekonomimizin bugünkü yapısıyla 2023 yılına kadar (sadece 10 yıl kaldı) hedefleri tutturmamız imkansız görünmekte. Gerçekten bu hedeflere ulaşmak istiyorsak gelecek yazılarımızda vereceğimiz bilimin ışığında yöneleceğimiz araştırma ağırlıklı önlemleri alarak ileri teknoloji üretimini destekleyecek alt yapısını güçlendirmeliyiz. Buna ek olarak daha akıllıca planlayarak katma değeri yüksek ileri teknoloji üretimini de başarabilirsek hedefi tam gerçekleştiremesek de refah toplumu olabiliriz. Halen ekonomimiz yılda 60 milyar dolar kadar enerji (petrol, doğalgaz, kömür) ithalatı, teknolojik düzeyi ve katma değeri düşük üretim yapısı ile kalkınma çabasındadır. Hem bütçe açığımızı hem de dışa ve ithalata bağımlılığımızı azaltacak yollar araştırmalı, özellikle yeni enerji teknolojileri gelişimine ve üretimine ağırlık vermeliyiz. Çağın teknolojileri olan gen ve biyoteknoloji, uzay teknolojisi, özellikle nanoteknololiye dayalı enerji teknolojileri gibi ileri teknolojileri üreterek bu tür üretimle ileri teknoloji ürünleri ihracatını artırarak geri kalmış ülke olmaktan kurtulur, en ileri ülkelerle farkı kapatabiliriz. Peki ileri teknoloji altyapısını nasıl oluşturacağız? gör yazısının son paragrafında ‘Almanların bilgi üretme ve öğretme geleneği, onları en kötü durumlarından bile kısa zamanda kurtarıp herkese üstün bir duruma getiriyor” diyor. Bilgi üretebilmek için ise bilimi yol gösterici olarak almanın yanı sıra, bilim yapmak ya da bilime katkıda bulunmak gerekir ki, Sayın Şengör’ün, ‘bilime sarılın’ sözünü burada daha çok’ bilim yapmak’ anlamında kullandığı anlaşılıyor. Çünkü ancak bilim yaparak Almanlar gibi ilerlemek olasıdır, sadece bilimin yol göstericiliğine inanmakla değil! Kaldı ki bizde bilimden çok yaratıcılığa inanılmıyor mu ve okullarda çocuklara bu aşılanmıyor mu? Cumhuriyet gazetesinin, Dokuz Eylül üniversitesinde 2008’de yaptırdığı, öğretim üyeleri, öğrenciler ve idari personelden oluşan, toplam 1131 kişinin katıldığı bir ankette, tüm katılımcıların sadece %25’i insanın, diğer hayvan türlerinden evrilerek geldiğinin doğru olduğunu kabul etmişler!’ Bkz: http://t24.com.tr/haber/34evrim34kuramivekabulduzeyi/20941 Yazmaya başlamalı diye düşündüm. Türkiye Cumhuriyeti’nin, özellikle son zamanlarda, içerisine sürüklendiği bu zorlu türbülansta susup kalmak hiç doğru değil. Bilime sarılalım! Ama nasıl? Yüksel Atakan, [email protected] Sayın Prof.Dr.Celal Şengör, 5 Nisan günkü Cumhuriyet BT’deki yazısının sonunu Sayın Doğan Kuban’ın yazılarından alıntıyla ‘Bilime sarılınız!’ sözüyle bitiriyor. Ancak, bilime kim ve nasıl sarılacak? Sayın Şengör yazılarında, ara sıra, ülkede gerçekten bilimle uğraşan pek üniversite ve öğretim üyesi bulunmadığını belirtiyor. Üniversitelerin çoğu bile ‘bilime sarılamadıklarına’ göre, çoğunluğu okumamış halk mı, yoksa işleri başından aşmış, geçim derdindeki okumuşlar mı bilime sarılacaklar ve bu nasıl olacak? Ayrıca bilim yapmak o kadar kolay mı ki herkes sarılabilsin? Sayın Şengör yazılarında bunları da açıklarsa CBT okurları yararlanırlar sanırım. Yanlış anlaşılmaması için açıklama: Sayın Şen CBT 1361/ 19 19 Nisan 2013 Bildiğiniz gibi, ben bir hukukçuyum. Hukuk felsefesi ve hukuk sosyolojisi alanlarında çalışıyorum. Anabilim dalımızın felsefeye ve sosyolojiye “Hukuk”un gereksinimleriyle bakan bir ilgisi var. Öte yandan hukukun tüm gerçeklik bilimlerine iyi bir komşuluk da işimizi iyi yapabilmemiz için çok önemli. Ülkemin ve hukukunun sorunlarını onlarca yıldan beri bu bakışla, bu kaygıyla ve bu yöntemle kavramaya çalıştım. Benden tüm okuduklarınızın perde arkası çok kısaca budur. Geçenlerde Kadıköy’de Seyhan Kitapevi’nin kafe’sinde çok değerli dostum Orhan Bursalı’yla söyleşirken, neredeyse meczubu olduğum “hukuk devleti” düşüncesinin kuralsalişlevsel yapısının, formal ve informal gerçekliğinin daha ayrıntılı, daha somut ele alınmasının ülkemizin bu türbülanstan kurtulmasında bir nebze yardımcı olabileceği umuduna yeniden kapıldım. Bir politika bilimcisi olarak Bursalı bu yaklaşımımı pek gerçekçi bulmasa da, birlikte gördük ki, Hukuk Devleti’nin (bu köşede 2006 yılında yazdığım bir yazıda sıraladığım ve) yüz elliyi bulan parametresini CBT’de irdelemek hiç de yararsız olmayacaktır. Bu kez her hafta yayımlanacak olan “Hukuk politikası”nda hukuk devleti düzeneğinin her bir dişlisini, vidasını, her bir manivelasını, biri ötekisinden daha önemli her bir parçasını birer birer sorunsallaştırabileceğim. En azından yirmi beş, otuz parametreyi böylelikle kısa bir zamanda inceleyebileceğiz. Hukuk Devleti düşüncesinin Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği için taşıdığı önemin daha kavranılır olabilmesi için Bülent Tanör’ün “Kurtuluş Kuruluş”unun okunmasını ısrarla salık veriyorum. Orhan Bursalı’nın “Ulus Yıkıcılığı Zamanları”nı Tanör’ün bıraktığı yerden okumak da, Hukuk Devleti projesinin bu devletin siyasal başarısı için ne denli önemli olduğunu bir kez daha gösterecektir. Bir ülkede Hukuk Devleti düşüncesinin ve düzeneğinin o ülkenin insanları için büyük bir kurtuluş demek olduğunu, onun bu ögelerinin her birinin varlığının ya da yokluğunun gündelik yaşamımıza yansımasında görebiliyoruz. Hukuk devletini kuracak ve yaşatacak olanlar yurttaşlardır. Hukuk devletini kuracak ve yaşatacak olan şey yurttaşlık bilincidir. Soy sopçuluk, ümmetçilik, kitlecilik, taşeronluk, taşeronculuk, her türlü sömürgenlik, sömürgencilik Hukuk Devleti düşüncesiyle hiçbir noktada bağdaşmaz. Bağdaşır gibi göstermek bilisizlik ve şarlatanlıktır. Siyasetçinin ağzındaysa katıksız bir sahtekarlıktır. Hukuk Devletini koruyacak olan mahkemelerdir, yargı erkidir. Hukukçu eğitimi ve hukuk öğretimi kurumlarıdır. Üniversitelerdir. Barolardır. Siyaset dünyası için “demokrasi” ne demekse, hukuk ve haklarımız için de “hukuk devleti” o demektir. Ancak, hukuk devleti kabına dökülmemiş her demokrasi uygulaması yoz ve yıkıcıdır. 8 Nisan’da ben de oradaydım, Silivri’de… Konuşan genç, burasını ileride “Adalet Üniversitesi” yapacaklarını söyledi. Çok etkilendim. Bir hukuk ve adalet üniversitesi; hukuk devleti hukukunun araştırılıp, geliştirileceği bir üniversite… Adalet devlette hukuk devleti olarak kurgulanmazsa, siyaset sahtekarlarının ağzında büyük bir yalana dönüşür. Hitler “Drittes Reich”ın bir adalet devleti olduğunu bas bas bağırıyordu. “Hukuk Devleti” düşüncesi Naziler için kokuşmuşluk, çürümüşlük demekti. Stalinciler “Hukuk Devleti”ni kapitalizmin sömürü aracı olarak görüyorlardı. Onlar da devletlerinin gerçek “adalet devleti” olduğunu bas bas bağırıyorlardı. Görülüyor ki, bir ülkede devlet hukuk devleti değilse, orada adaletin kötü yollara düşmesi kaçınılmazdır. Silivri mitingcilerine birkaç dostun önerisini buradan iletmek istiyorum: üç beş sloganla saatleri heba etmek, bariyerleri parçalayıp durmak yerine, orada bir adalet kürsüsü kurarak, sevdikleri, saydıkları bilimcilerimizi, düşünürlerimizi bu kürsüden dinlemek istiyorlar. Bu Adalet Kürsüsünden her hafta dinleyebileceğimiz adalet dersleri… Yerinde ve yetkinlerinden! Kim gelmek istemez ki? Kim bu etkinliği düzenlemek istemez? Yeniden merhaba! Yeniden Merhaba!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle