Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
• KÜLTÜR • DOĞAN KUBAN Geçtiğimiz Yolların Nasıl Değiştiğinin Farkında mısınız? Sabahleyin deniz yoluyla İstanbul’a inmek dünyanın en güzel yolculuğudur. Bu açıdan Boğazı 70 yıl öncesi ile karşılaştırınca daha iyi oldu diyecek bir şey yok. Yollar daha iyi. Ama ulaşmayı kolaylaştırmıyor. Küçüksu’ya yürüdüm. Kentin motto’su plansız yoğunlaşma. Küçüksu mesiresi yok oldu. Yollar, ağaçların altı, çayırlar otopark. Çevrenin sahipleri köpekler. Üç köpek birbirlerinin yanında kaldırımda yattıkları zaman aralarından geçmek insanların çoğu için korkutucu. Köpekleri gören yolunu değiştiriyor. Bunlar azmanlaşan kentin kara lekeleri. redeyse 150 yıl geçmiş. İnşaat furyası cambazları böyle şeyleri akıllarına getirir mi? Denizde yolculuk gözlem yapmaya ve düşünmeye olanak veriyor. Üsküdar’dan Kabataş’a gelip işine giden insanlarla Taksim metrosuna bindim. Metroya gelirken genç, modern, şık bir türbanlı genç kız gördüm. Türban takmak onu çağdaş olmaktan, hatta çağdaş giyinmekten uzaklaştırmamış. İstanbul’un metroları, kullanan insanlarıyla Avrupalıdır. Başka türlü olamayacağını anlamak gerek. Politikacılar ülkeye metrolar, köprüler, uçaklar, modern silahlar, otomobiller, telefonlar, televizyonlar, bilgisayarlar, fotoğraf makineleri, alışveriş merkezleri, gökdelenler, resimli reklamlar dolarken bunlarla birlikte insanların nasıl değiştiklerini anlamakta zorluk çekiyor. Bunlar çağın akıntılarıdır. Bütün dünyayı da beraberlerinde sürüklüyorlar. Taksim’de Yüksek Mühendis Mektebi’ne girdiğim sırada yapılmış İnönü Gezisi araba, barikat kırık merdivenleriyle bir harabe idi. Savaş yıllarında buradaki parkta oturup uygar bir ortamda yaşadığımı düşünürdüm. Gezi’nin Mete Caddesi yakasında hâlâ ayakta kalmış ağaçlar ve sıralar var. Bir sıraya oturup 70 yıl önce ulaştığımız uygarlık gösterisini özledim. Gecekondu estetiğinin azmanı Dolmabahçe gökdeleni manzarayı karartıyordu. Onun yanında Mete Caddesi’nin apartmanları daha insancıl göründüler. İnsanı aramak için ‘Gecekondu Öncesine Geri Dönmek’ türünde bir slogan olabilir mi? Geç kapitalizmin Yakındoğulu çırakları bu türlü soruları ne sorar ne de yanıtlar. Kent ve toplum birlikte değişiyor. İki değişme mekanizması var: Birincisi çağın konjonktürünün zorladığı ve hiçbir politikanın engelleyemeyeceği değişiklikler. Bunun sahipleri 30 yaşından küçük, telefonlu, televizyon izleyicisi ve bilgisayarlı gençler. Bunlar Türkiye nüfusunun yarısı. Bunlarla karışmış, bilinçsiz, henüz kentleşememiş, konuşmaya ‘selamünaleyküm’le başlayıp ‘bye bye’la bitirenler de var. Onlar Aydınlanma’dan toplum bir o yana, bir bu yana savrulacak çaresiz. Tabii iklimsel değişikliğin neden olacağı felaketlerden kurtulabilirse. İNSAN DEĞİŞİYOR B oğaz’da yaşamak her zaman büyük bir ayrıcalık! Ömrünün büyük bölümünü Boğaz’da geçirmiş biri için deniz yolu ile kente inmek mutluluk vericidir. Boğaz yok olsa İstanbul dünyanın en çirkin kentlerinden biri olurdu. Kenti imar ettiklerini düşünenlerin bu vahşi büyüme konusunda vurdumduymazlığı büyük bir talihsizlik. Deniz İstanbul’un anasıdır, yaşamıdır, yoludur. Kentin rengidir. Güneşi kente yansıtandır. Bunları algılayarak mutlu olan insan, İstanbullu olur. Bu Boğaz yolculuğunda dünyanın en güzel insanlarının sabahleyin işine giden kalabalıkları oluşturan emekçiler olduğunun farkına vardım. Eskiden ben de onlar gibi yaşıyordum. Ancak dışarıdan gözlendiği zaman farkına varılıyor. Herhalde denizde olmanın verdiği bir duyarlık böyle gözlemler için de gerekli. Yaşamını sağlamak için güncel sorunlarını düşünerek evinden işine giden milyarlarca insan uygar yaşamın prototipleri değil mi? Deniz yaşamın stress’ini yumuşatıyor. Elli yıl önce Boğaz köylerinin işlerine vapurla gidip gelen sakinleri (yani oturanları) bir aile gibiydi. Birbirlerini bilirlerdi. İşe gidip gelmek bir piknik yapmak gibiydi. Otobüs yolcuları ne kadar zavallı. Pis kokulu, havasız, hastalık bulaştıran, yollarda sıkışıp kalan o araçlar insanların yaşamlarını kemirmiyor mu? Boğaziçi’nde olan değişiklikleri 70 yıl orada yaşayarak öğrendim. Fiziksel değişim betonlaşma denilen çevre saldırısıdır. Estetik boyutu gecekondulaşma sürecinin ortamını sürdürür. Yapıların tasarım ve malzeme olarak iyileşmesi, kentsel plansızlığın yarattığı kargaşa ve çirkinliği azaltmaz. İnşaat etkinliği niteliksiz kalabalıklara iş veren büyük bir kaynak olduğu için kentin bundan kurtulma şansı pek yok. Okumamış, niteliksiz nüfus için tek iş alanı, ziraat dışında, yapı inşaatıdır. Bu nüfusa iş alanı inşaat omazsa olmazdır. Fakir bir ülkeyi imar etmek için zorunlu bir etkinlik alanı. Dünyanın en güzel yerleşme alanı olan Boğaz’ın büyük bir nüfusa açılması olumlu ve bu gelişme olarak görülmelidir. Ne var ki davranışsal boyut kural dışılık, saldırganlık, kabalık ve hak yemek bu gelişmelerle birlikte gidiyor. Biz 19. yüzyıldan bu yana yabancı uzman getiriyoruz. Hocalarımızın bir bölümü yabancı idi. Yabancı uzman getirmeye 1960’a kadar devam ettik. Kendi yetiştirdiğimiz uzmanları da bazen işlerin başına getirdik. Fakat medreseden başka okul açmayı 19. yüzyıla kadar becerememiş bir toplum, okumuşun ve uzmanın anlamını öğrenemedi. İşine karışmadan edemiyor. Kentsel yapılaşmanın arkasında hiçbir uzmanlık olduğu söylenemez. Mimarinin bir sanat olarak yeri daha halkın bilincine yerleşmedi. Bugün mimarinin tek standardı metrekaredir.. Kabataş’a gelirken Beşiktaş’ta kıyının halka açık olduğunu, kıyıya güzel bir müze binası yapıldığını, eski Avusturya Tütün Şirketi yapısının itina ile restore edildiğini görmek bazı şeyleri kurtarmak umudu veriyor. Sinan Paşa Camisi, Barbaros Türbesi, Dolmabahçe Sarayı gibi anıtlar Beşiktaş kıyılarını zenginleştiriyor. Barbaros Türbesi’nin parkı ve oradaki Barbaros heykeli de çevreye bir uygarlık esintisi getiriyor. Bu yapılarla birlikte. Sinan’ı, Balyan ailesinin mimarlarını, Müridoğlu, Bara gibi heykeltıraşlarımızı yâd etmek insanı mutlu ediyor. Beşiktaş’ın deniz kıyısı İstanbul’da ne yapılabilir diyenler için örnek olabilir: Deniz kenarını halka açmak ve deniz ulaşımının yoğunlaştırmak yani İstanbulluları günlük yaşamlarında denizle daha çok buluşturmak, geçmişle yeni olanı bütünleştiren duyarlılıkları, park, ağaç ve heykeli yaşama katmak. Burada çözümler belki ideal değil. Bir bölümü rastlantı. Ama İstanbul’un en güzel kentsel kıyısı Beşiktaş. Arkada Abdülaziz döneminin iyi restore edilmiş Akaretleri de bizim hâlâ ulaşamadığımız bir tasarım ve uygarlık gösterisi. Yeni hiçbir site bu kaliteye ulaşmış değil. Aradan ne Tayfun Akgül CBT 1361/ 5 19 Nisan 2013 Bundan sadece 40 yıl önce Boğaz’ın Anadolu kıyılarının konut dokusu ahşap evlerden oluşuyordu. Üsküdar’da bugün yüksek apartmanların oluşturduğu duvarın yerinde ahşap konaklar ve evler vardı. Türkiye’de kagir yapının eski kentleri ve konutları silindir gibi ezmesinin önüne geçemedik. Bugünkü Türk kentlisinin çevreye ilişkin deneyiminin arkasında fiziksel çevreye ilişkin hiçbir entelektüel birikim ve duyarlık yok. UZMANIN ANLAMINI ÖĞRENEMEDİK