Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Bilim dünyamıza Antarktika’nın yolu gözüküyor mu? Aylardır yollardayız Belki de yüzyıllar geçti üstümüzden Nerde Antarktika Hani nerede süt beyaz karınlı penguenler Kara nerede? Oktay Sönmez, “Seni Antartika’ya Götüreceğim” isimli şiirinden bir döneme denk gelmiştir”. Pekiyi neden bu konu yıllardır kamuoyunda veya Türk bilim dünyasında pek tartışılmadı? Bence iki temel nedenden; ilki Antarktika ülkemize çok uzak, kendi deniz sorunlarını çözememiş, ekonomik sorunlarla boğuşan, deniz araştırma stratejisi bulunmayan bir ülkenin burada araştırma yapması veya üs kurması bir fantezi olarak değerlendirilebilir korkusu. Diğeriyse 1991 yılında Prof. Erol İzdar Hocamızın yaptığı ilk teşebbüse o zamanlar görevde bulunan TÜBİTAK yetkililerin ilgisiz kalışları. Ama yıllar geçti, Türkiye değişti ve ekonomik olarak gelişti, maddi imkânlar daha fazla, değişik disiplinlerde araştırmacı sayımız arttı. Çevremizdeki ülkeler Bulgaristan’dan, İran’a, Kore’den Suudi Arabistan’dan Malezya’ya kadar gelişmekte olan ülkeler ya araştırma üslerini kurdular ya da kurma aşamasındalar. Gelişmiş ülkeler yıllardır zaten bilim programlarını kesintisiz uyguluyorlar. Türkiye ise bu konuda hiçbir resmi somut adım atmadı. Üstelik İslam dünyasının önderi olma iddiasında ama diğer islam ülkelerinin bile şimdilik gerisinde duruyor. Ama bizce artık zamanı geldi. 30 Nisan’da İstanbul’da düzenleyeceğimiz “Antarktika’da Türk Araştırma Üssü kurulması” konulu çalıştaya daha şimdiden büyük bir ilgi var. Değişik üniversitelerin iklim, jeoloji, biyoloji, tıp, oşinografi, hukuk, uluslararası ilişkiler gibi değişik disiplinlerinden uzmanlar “üs kurulması ve araştırma öncelikleri” konusunda görüşlerini açıklayacaklar. 20152020 yılları arasında planlanan çalışmalar için bir taslak bilim programı yazılıyor; bu bilim programı tartışmaya açılacak. Bu konuda gereken ilk beş yıllık 20 milyon Avro’luk kaynağın Hazine4den sağlanması için de çaba sarf edeceğiz. Amaç bu bölgede araştırma yaparak, ilkim değişikliği, su, buzullar, balıkçılık, biyoloji ve canlı kaynaklar ile deniz memelilerinin korunması gibi bir seri denizel çevre konusunda Türk araştırmacıların evrensel bilime katkıda bulunmasını sağlamak ve ortak dünya mirası olan bu alanın korunmasına Türk ulusunun katkısının gelecek kuşaklara taşınması. Bu anlayışın bir partinin politikasından çok devlet politikası olması için çaba sarf edeceğiz. Çünkü sorun günlük veya dönemsel bir politik sorun değil, uzun erimli ve bilimsel anlayışla yaklaşım gerektiriyor. Diğer yandan, bu bölgedeki stratejik kaynaklar petrol başta olmak üzere diğer doğal kaynakların işetilmesi, paylaşılması ve sürdürülebilir kullanımı da uz G eçen ay, Antarktika’da bir Türk araştırma üssü kurulması konusunda Türk Deniz Araştırmaları Vakfı’nın daveti üzerine mütevazi bir toplantı yaptık. Ortaya iki soru çıktı, biri “Antarktika konusunda ülkemizde kim ne biliyor ve acaba bir araştırma üssü kurulması için nasıl bir yol izlenmeliydi”, diğeriyse “nasıl bir bilim programı yapılmalı”. Çünkü bir bilim programı olmadan sadece bayrak dikmek anlayışı devri çoktan geçti. Bütün deniz ve okyanuslara bayrak diken ülkeler bunu geçen yüzyıllarda yaptı. Bu toplantıda görüldü ki, ülkemizde artık kritik bir araştırmacı kitlesi var. Değişik üniversitelerimizde çalışan uzmanlar konuyla ilgileniyor ve “neden bir araştırma üssü olmasın” sorununa da ekseriyetle üs kurulmalı cevabını veriyor. Bir bilgi olarak; 3 Ağustos 1995 tarih ve 244 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile Türkiye’nin, Antarktika Anlaşmasına taraf olması uygun bulundu. Bu kararın 18 Eylül 1995 tarih ve 22408 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanması ile taraf olma konusundaki ulusal süreç böylece tamamlandı. Anlaşmaya taraf olma kararının depoziter ülke olan Amerika Birleşik Devletleri’ne bildirilmesini takiben, Türkiye uluslararası düzeyde 24 Ocak 1996’da antlaşmanın akit taraflarından birisi oldu. Ama o günden beri Türkiye taraf olduğu bir anlaşmanın hiçbir toplantısına katılmayarak belki de uluslararası bir rekora imza attı. Prof. Dr. Nesrin Algan Antartika Anlaşması’nın adeta avukatlığını yapan ve mutfağında çalışan başarılı bir uzmandı. Şimdi başarılı bir akademisyen ve durumu şöyle özetliyor: “Antarktika Türkiye’nin gündemine, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin EkI’inde yer alan gelişmiş ülkeler arasında bulunması yüzünden bu sözleşmeye taraf olamamasının yarattığı zorlukların giderilmeye çalışıldığı bir dönemde girmiştir. Başka bir ifadeyle, Antarktika Anlaşması’na taraf olma konusu, Türkiye’nin gündemine “haksızlığa uğramış olma ve küresel düzeyde kendini yeterince ifade edememe” algısının güçlü olduğu ve bu durumu değiştirme çabalarının yoğunlaştığı Bayram Öztürk, ozturkb@istanbul.edu.tr manların üzerinde çalışması gereken bir konu. Bu konudaki değişik insiyatiflerin takip edilmesi için başlı başına bir çalışma grubu kurulmalı. Üs kurulması konusundaki hedefimiz 2015. Bu konuda devlet bürokrasi içinde de çalışmalara başlandı. Umarız bu heyecan sonuna kadar devam eder. Bu arada, bu konunun takibi yapacak artık TÜDAV ve TAKBAM gibi gönüllü kuruluşlar işin içinde. Başka kurum ve kuruluşlara da işbirliği için açığız. Çok saygın bilim insanları, bölgede çok yakınlarda başarılı seyirler yapmış denizci dostlarım Osman Atasoy ve Sibel Karasu da bizlerle işin mutfağında. Sizleri de bu ilginç ve o kadar anlamlı Türk bilim tarihine not düşülecek toplantıya bekliyoruz. Oktay Sönmez “Seni Antarktika’ya götüreceğim “ isimli şiirinde acaba bir avuç deniz sevdalısını ve derdini anlatamayan araştırmacıyı mı anlatmak istemiştir, kimbilir? maması halinde su ödülünün tamamını alamamış. Nicolelis bu eksikliğin fareyi işbirliğine zorladığına inanıyor. “Decoder” faresi hata yaptığında, “Encoder” faresinin beyin etkinliği ve davranışı değişti”. Fare daha hızlı ve belirgin bir şekilde kola basınca sinyal netleşmiş ve daha iyi okunabilir hale gelmiş. Ve bu şekilde de “Decoder” fare doğru kolu daha çabuk bulmuş ve sonunda ikisi de daha fazla ödül almış. Benzer görevlerle araştırmacılar beyinden beyne aktarımın mekânsal sınırlarını test etmişler. Bu sefer Brezilya’da bulunan bir “Encoder” faresinden alınan bir sinyal, Durham’daki (Kuzey Carolina) bir “Decoder” fareye iletilmiş. Bilim insanları iletişimin bu mesafeden bile işlediğini söylüyor. Nicolelis ve ekibi şu sıralar daha fazla hayvanı birbirine bağlamak için çalışıyor. Araştırmacılara göre bazı hayvanlar hata yapsa da yine de bu şekilde grup halinde problemler çözülebilir ve bu tür bir “beyin ağının”, “organik bilgisayarın” temeli oluşturulabilir. Düşünce aktarımına bir adım daha “Bilim”den çok “kurgu” gibi geliyor ama iki farenin beyni arasında gerçekten de bir bağlantı kuruldu. Fareler bunun üzerinde doğrudan iletişim kurarak birlikte basit problemleri çözebildi. Çeşitli araştırma grupları yıllardan bu yana beyinmakine arayüzleri (“BrainComputerInterfaces”) üzerinde çalışıyor. Bu amaçta beyin etkinlikleri, ya elektroensefalografiyle ya da doğrudan doğruya elektrot implantlarıyla ölçülür. Bilgisayar beyinden gelen sinyalleri hareketlere çevirir. Bu şekilde örneğin felçli insanlar, protezleri düşünceleriyle çalıştırabilecek. Teknoloji henüz gündelik kullanıma girmedi ama başarılar günden güne artıyor. Geçen yıl felçli bir kadın, beyin çipi ve robot koluyla kahve içebilmişti. Bu sistemlere kısa bir süredir geri besleme mekanizması da eklenmeye başlandı. Yani beyinden gelen sinyallerin okunması dışında, mekanik veya elektronik aparatlar mikro simülasyonlarla beyne aktarılan geri besleme sinyallerini de iletiliyor. Bu şekilde beyin ve protez veya bir organ arasında karşılıklı bir bağlantı kuruluyor. Beyne geri beslemenin işlediği gerçeğine Duke Üniversitesi’nde Miguel Nicolelis ve ekibi bir adım daha yaklaştı. Beynin yapay sensorlardan sinyaller alabildiğinden yola çıkan bilim insanı, diğer bedendeki bilgileri de işleyebileceği düşüncesine ulaşarak, farelerin beyinlerini aynı teknolojiyle birbirine bağlayarak, düşünce aktarımının gerçekten işleyip işlemediğini kontrol etmiş. Ancak fareler bağlantının kurulmasından önce bir çalıştırma kolunun üzerine ışık yanana dek basmayı öğrenmişler. Ödül olarak bir yudum su içebilmişler. Daha sonra hareket bilgilerini işleyen ve hayvanları “birbirine bağlayan” beyin bölgelerine mikro elektrotlar yerleştirilmiş. “Encoder” (kodlayıcı) olarak seçilen farelerden birine aynı görev tekrarlatılmış. Fare doğru kola bastığında beyin etkinlikleri elektrotlarla, elektriksel sinyale dönüştürülerek “Decoder” (kot çözücü) olarak seçilen ikinci fareye iletilmiş. İkinci farenin önünde de bir çalıştırma kolu bulunsa da herhangi bir uyarı almamış. Doğru kola basmak için sadece birinci farenin beyin sinyallerine sahipti. Bilim insanlarının açıklamasına göre “Decoder” fareleri denemelerin yüzde yetmişinde doğru kola basmış. Bu “beyinbeyinarayüzünde” iletişim karşılıklı olarak işlemiş. Örneğin “Encoder” faresi, diğer farenin doğru kola bas CBT 1361/ 3 19 Nisan 2013