17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ARKEOLOJİ Faynan Vadisi ve Göbeklitepe bulguları uygarlık tarihini değiştiriyor! Son yıllara kadar uygarlığın tarımla, başka bir deyişle, insanoğlunun yerleşik düzene geçmesiyle başladığı sanılıyordu. Ancak başta Göbeklitepe olmak üzere Batı Akdeniz havzasında son yapılan kazılardan elde edilen bulgular, uygarlığın tarım öncesi dönemde, 11.000 yıl önce başlamış olabileceğini gösteriyor. S on yıllarda Ürdün’deki Faynan Vadisi’nde yapılan arkeolojik kazılar, uygarlığın geçmişi ile ilgili bugün kabul gören yaygın anlayışı yeniden tartışmaya açıyor. Bu bölgede gün ışığına çıkartılan yerleşim bölgesinin 11.600 yaşında olduğu tespit edildi. Bu da insanoğlunun tarımı icat etmeden önce amfiteatr inşa ettiğini gösteriyor. Arkeologlar, yıllardır uygarlığın başlangıç tarihini “Neolitik Devrim” olarak bilinen kavram ile açıklıyorlardı. Cilalı Taş Devri veya bilimsel adıyla Neolitik Çağ döneminde insanlar, bin yıldır sürdürdükleri göçebe yaşam tarzını terk etmiş, çiftçiliğin geçerli olduğu yerleşik bir düzene geçmişlerdi. Artık bitki ve hayvanları ehlileştirebiliyor ve “hazıra konma” yerine üretimi tercih ediyorlardı. Yaklaşık 8.300 yıl önce Levant bölgesi (günümüzde Suriye, Lübnan, Ürdün, İsrail, ve Filistin bölgesinin ve Anadolu’nun bir kısmının bulunduğu bölge) Neolitik dönemde atılmış olduğu varsayımını güçlendiriyor. 20.yüzyılda uygarlığın temellerinin ne zaman atılmış olduğu sorusu, üretim araçlarının evrimi kavramıyla açıklanmaya çalışılıyordu. Bu fikri ilk ortaya atan Marksist arkeolog Vere Gordon Childe idi. Childe, arkeolojik ve tarihsel bulguların sosyalizm açısından değerlendirilmesi gerektiğini savunuyordu. Bu bağlamda kentlerin fabrikaların çevresinde kurulmuş olduğunu savunan Childe, ilk tarım toplumlarının, ekili alanların çevresinde toplanmış olabileceklerini düşünüyordu. Childe, insan topluluklarında göze çarpan ilk sosyal ve kültürel değişikliğin, Levant bölgesinde 10.000 yıl önce başlamış olduğuna inanıyordu. Buzul çağı sona ererken bu bölge, akarsuların kenarları dışında, daha da çorak ve kurak bir hale gelmişti. Bu kadar kısıtlı bir alanda avcılık ve toplayıcılıkla geçinmenin zorluklarıyla mücadele eden göçerler, sınırları belli, dar bir bölgede arpa ve buğday yetiştirmenin daha akılcı olacağını keşfettiler. Bunu doğum hızında patlama izledi. Childe 1936 yılında kaleme aldığı Man Makes Himself Kendini Yaratan İnsan adlı kitabında şöyle yazıyordu: “Doyurulacak daha fazla boğaz bulunduğu sürece tarlaları sürecek eller de çoğalır. Küçücük çocuklar bile kuşları kovmak, yabani otları ayıklamak gibi görevler üstleniyordu. Çiftçilerin ürünleri her geçen gün artarken, aile üyelerinin sayısı da aynı hızla çoğalıyordu. Bu arada kapkaçak üretimi, halıcılık gibi el becerileri de gelişti. Gruplar iş alanlarının çevresinde faaliyetlerini örgütlerken, toplumsal yapılanma da giderek daha karmaşık bir nitelik kazandı. Gelişimini sürdüren topluluklar, daha örgütlü dinlerin oluşması için uygun bir zemin oluşturuyordu.” Bu kuram, çok sayıda eleştiriye hedef olmasına karşın, arkeologların mihenk taşı oldu. Örneğin iklim değişikliklerini araştıran bilim insanları, buzul çağını izleyen yıllarda Childe’nin iddia ettiği gibi çok radikal değişikliklerin olmadığını ortaya çıkarttı. Kaldı ki çevre avantajı olmadan tarımın verimli olmayacağı da biliniyordu. Ortalıkta doyurulması gereken az sayıda boğaz varken ve ayrıca doğanın “hazır yemeklerinden” yararlanmak dururken, toprağı işlemek, tohum ekmek, yabanıl otlarla uğraşmak, ürünü kaldırmak gibi çabalara ne gerek vardı? 1990’lı yıllarda Childe ve takipçilerinin ileri sürdükleri varsayımlar, Anadolu topraklarında yapılan kazılardan elde edilen buluntulardan sonra tümüyle çürütüldü. Levant bölgesi yaklaşık 10.000 yaşında olduğu tahmin edilen Nevali Çori’den* sonra dünya arkeologlarının ilgi odağı haline geldi. Nevali Çori, tarım öncesi döneme ait basit bir yerleşim alanı görünümünde olmakla birlikte, bölgenin daha gelişmiş bir topluluğa ev sahipliği yaptığı anlaşılıyordu. Kazıların devamında ölülerle ilgili sanat eserlerinin bulunduğu birtakım “tapınma alanları” bulundu. Binalar, çok eski olmalarına karşın dikkati çekecek kadar büyük ve gelişmişti. Kaldı ki içlerinde bulunanlar daha da ilginçti. Megalitler, heykeller, yüzü olmayan dikdörtgen kafalar görenleri şaşırtacak kadar sanatsal boyutlara sahipti. ARKEOLOJİYE MARKSİST BAKIŞ Faynan Vadisi’nde 11.600 yıl önce inşa edilmiş amfiteatr teknolojilerin çıkış noktasıydı. Ekonomik faaliyetlerin başında çanakçömlek üretimi, hayvanların evcilleştirilmesi, tahıl ve baklagil tarımı geliyordu; yerleşik köylerde insanlar komünal yapılarda yaşıyordu. Sanat, politika ve astronominin tohumları bu dönemde atılmaya başladı. Ne var ki yeni keşfedilen Faynan Vadisi, bütün bu inovasyonlara sahip olmakla birlikte, tarımın yapılmakta olduğuna ilişkin en ufak bir ipucu içermiyordu; ayrıca Neolitik Devrim’den 3.000 yıl daha eskiydi. Faynan Vadi’sinin kurucuları göçer de değildi, çiftçi de. Büyük bir olasılıkla meyve toplayarak, avlanarak yaşamlarını sürdürüyorlardı. Bu durumda bu insanları bir araya getiren tarım değil, başka bir şey olmalıydı. Bunun ne olduğu ile ilgili çeşitli varsayımlar ortaya atılıyor. Bir görüşe göre buralardaki insanlar dini, kültürel nedenlerle veya ziyafet amacıyla bir araya gelmiş olabilirler. Tarımın insanlara sunduğu en önemli avantajı sürekli olarak yiyecek stoklarına sahip olma ellerinin tersiyle iten Faynan Vadisi sakinleri, karınlarını doyurmak gibi “banal” bir nedenle değil, çok daha entelektüel nedenlere bağlı olarak burada toplanmış olabilirler. Bu da uygarlığın tohumlarının tarım öncesi TARIMDAN 3.000 YIL ÖNCE ANADOLU’DAKİ KAZILAR Ne yazı ki Nevali Çori Fırat Nehri üzerine inşa edilen Atatürk Barajı’nın suları altında kaldı. Fakat Klaus Schmidt adında başka bir arkeolog, bu kayıp toplumun izlerine rastlamak umuduyla çevrede araştırmalarına devam etti. Sonuçta Göbeklitepe’yi buldu. Schmidt, Nevali Çori’de bulunan T harfi şeklindeki megalitlere benzer yapılara burada da rastladı. Kısa bir süre sonra arkeoloji dünyasında devrim sayılabilecek boyutta bir keşifte bulunmuş olduğunu anladı. Höyüğün altında daha üç katman olduğu görüldü. En alttaki, en eski ve en ilginç olanı 11.000 yaşındaydı. Burada çapı 30 metreyi bulan dairesel tapınma alanlarının oluşturduğu bir labirent ortaya çıktı. Ayrıca Tşekilli anıtsal taşlar modern insandan üç misli daha uzundu. Schmidt’in meslektaşlarından Notroff, Göbeklitepe’nin kompleks bir toplumun ilk örneklerinden biri olduğuna işaret ediyor. Buranın inşasında yüzlerce insanın çalışmış olabileceğini düşünen Notroff şöyle konuşuyor: “Göbeklitepe örgütlenmenin ve işbirliğinin ilk örneklerinden. Bu derece bir sosyal gelişmişliği erken Neolitik bir kültürde görmeyi hiç beklemiyorduk.” Göbeklitepe: bir deyişle, bu insanları buraya çeken tarım değil, ideolojiydi. Bu kadar çok insanın doğal olarak karınlarının da doyurulması gerekiyordu. Bu da tarımn gelişmesine yol açtı.” Neolitik Devrim kuramını ters yüz eden bu iddia, dini motiflerle bir araya gelen insanların karınlarını doyurmak için sonraki günlerde tarımı bulmuş oldukları varsayımını güçlendiriyordu. Kaldı ki bölgede bulunan tahıllar üzerinde yapılan son genetik çalışmalar, ehlileştirilmiş buğdayın kökenine ilişkin izler buldu. Tarım, büyük bir olasılıkla bu şekilde rastlantı sonucu başlamış olabilir. Kültürel, dini vb. nedenlerle bir araya gelen insanlar, orada bulundukları sürece karınlarını doyurmak için bol miktarda yabani bitki tüketiyorlardı. Bu bitkilerin tohumları yerlere düşmüş ve rastlantı sonucu bir ekim döngüsünün ortaya çıkmasına neden olmuş olabilir. Öte yandan bazı bilim insanları hayvanların evcilleştirilmesini de ekonomik değil, dini nedenlere bağlıyor. deney merkezi oluşturuyor.” Nevali Çori: O güne dek ileri sanatsal değer taşıyan heykeller ve karmaşık ideolojiler gibi gelişmişlik belirtilerinin, tarımdan sonra ortaya çıktığı sanılıyordu. Ama insanların burada çiftçilikle uğraştığına ilişkin en ufak bir ize rastlanmadı. Daha da ilginci, Göbeklitepe’nin süreklilik gösteren bir yerleşim alanı olduğuna ilişkin bir bulgu da söz konusu değildi. Mantıki olarak yerleşim alanları genellikle bir su kaynağının yakınlarında kurulur; ayrıca bölgede ateş yakıldığını ve alet kullanıldığını gösterir buluntular da yoktu. Schmidt bütün bunlardan şu ilginç sonucu çıkarttı: “Göbeklitepe bir tapınma ve bir hac alanıydı. İnsanların burada toplamalarını sağlayan bence dini bir etmendi. Başka GELİŞMİŞLİĞİN MOTORU İDEOLOJİK MOTİFLER Fırat Nehrinin aşağılarında, Suriye topraklarında Fransız bilim insanları, üç erken dönem Neolitik köyü gün ışığına çıkarttılar. Dja’De, Tel Abyad ve Jerf elAhmar. Bu üç bölgenin birer dini merkez değil, sürekli yerleşim bölgesi olduğu kesin olarak anlaşılmış olmasına karşın, hepsinde Göbeklitepe’dekine benzer dini törenlerin yapıldığı geniş, süslü komünal binalar bulunuyor. Fransız Ulusal Bilim Merkezi’ne bağlı Archeorient Laboratuvarı’ndan George Willcox, bu üç bölgede yaptığı araştırmalarda, yabani tahıl ve mercimek tohumları buldu. Ancak en üst katmanlarda sonradan ehlileştirilmiş tahıl örneklerine rastlandı. Bütün bu kazılarda en can alıcı nokta, bölge sakinlerinin ehlileştirilmiş tohumlara sahip olmadan önce gelişmiş topluluklar oluşturmuş olmasıydı. Reading Üniversitesi’nden arkeolog Steven Mithen ve ekibi’nin Ürdün’deki Faynan Vadisi’nde buldukları amfiteatr da benzer bir öyküye mekan oluşturuyor. Göbeklitepe’den sonraki en büyük tapınma yeri olarak bilinen amfiteatr, tahminlere göre 11.600 yaşında. Buranın alt katmanlarında da incirin, fıstığın ve arpanın yabani türlerinin tohumları bulundu. Bu da ilk sakinlerin avcıtoplayıcı olduğuna işaret ediyor. Faynan Vadisi’nin en ilginç yönü, diğer erken Neolitik yerleşim bölgelerinin yüzlerce kilometre uzağında olması. Mithen bunu şöyle açıklıyor: “Görece olarak gelişmiş toplumlar aynı anda Levant bölgesinin çeşitli yerlerinde ortaya çıkmış. Bütün bölge biz arkeologlar için sosyal bir ANADOLU DIŞINDAKİ TARIM ÖNCESİ UYGARLIKLAR Edinburgh Üniversitesi’nden Trevor Watkins, Levant bölgesinde bir araya gelen erken Neolitik dönem insanlarının kültürel bir değişikliği başlatıp başlatmadığı sorusunu şöyle yanıtlıyor: “Geniş bir grupta ortak bir kimliğin oluşması gerekiyor. Aksi takdirde buluşmalar kısa süre içinde parçalanır ve dağılır gider. Bunun için törenlere, ayinlere ve sembollere ihtiyaç vardır. Böylece bir araya gelen sosyal gruplar kültürel değişikliği tetiklemiş olur.” Bütün bu bulguların ışığı altında Neolitik dönem, toplulukların ve kültürlerin kendi kendini devam ettiren döngülerle birlikte ortaya çıkmış olabilir. Bölgenin yabani bitkilerle dolu olması, giderek artan nüfusun karnının doymasını sağlamış olabilir. Bu insan toplulukları 8.000 yıl önce Avrupa ve Asya’ya göç ederken, yeni tohumlar, diller ve genlerini de yanlarında taşımışlardır. Schmidt ve ekibi Göbeklitepe’nin en eski tabakalarına henüz erişmiş değil. Belki bu tabakalarda yeni sırlarla karşılaşacaklar. Notroff, Göbeklitepe’nin öneminin tam olarak kavranması için daha pek çok ileri araştırmanın yapılması gerektiğini söylüyor. Bu arada Türk arkeologlar da Göbeklitepe’nin çevresinde yeni, ancak daha küçük başka bölgeleri de gün ışığına çıkartmış bulunuyor. Buradaki buluntulardan Neolitik kültürün eksik olan gizemli parçaları tamamlanabilecek. Schmidt, Notroff, Mithen ve diğerleri toprağı kazdıkça uygarlığın kökeninin daha derinlere uzandığını görüyor. Kazılar devam ettikçe, modern dünyaya ilişkin görüşlerimizde köklü değişikliklerin olması kaçınılmaz. Derleyen: Reyhan Oksay Kaynak: New Scientist, 5 Ekim 2013 http://www.smithsonianmag.com/historyarchaeology/ gobeklitepe.html http://ngm.nationalgeographic.com/2011/06/gobeklitepe/ manntext HNevali Çori, Şanlıurfa ilinin Hilvan ilçesine bağlı Güluşağı köyünün hemen kuzeybatısında bulunan bir höyük. Höyük, Atatürk Baraj Gölü suları altında kalmıştır. KÜLTÜREL DEĞİŞİKLİĞİ BAŞLATAN ETMENLER Dünyanın Ağaçları Daha Yükseklere Tırmanıyor İnsanlar uygarlıkları oldum olası dünyayı etkiledi ve bu etki her geçen gün daha da artarak sürüyor. İnsanların dünya üzerinde yarattıkları etkilerden biri de, düzlük alanlar başta olmak üzere, ormanların giderek yok olması ve giderek daha yükseklerdeki bir alanla sınırlı duruma gelmesi. Bu düzen şimdilerde dünyanın hemen her köşesinde kendini göstermeye başlıyor. Aarhus Üniversitesi araştırmacıları ormanların verimli düzlük alanlardan daha yükseklere kaymasında özellikle gelişmiş ülkelerin etkili olduğu sonucuna vardılar. Araştırmacılara göre, ekonomik, siyasal ve toplumsal koşullar geliştikçe insanların ormanları yok edici etkileri de o denli artıyor. Stratosferdeki su buharı iklimi etkiliyor Teksas A&M Üniversitesi atmosfer bilimleri profesörü Andrew Dessler önderliğinde yapılan bir araştırmaya göre, stratosferdeki su buharıyla ilgili değişiklikler sıcaklıkların yükselmesine ve bir olasılıkla Dünya ikliminin evrilmesine katkıda bulunuyor. Andrew Dessler’in Colorado Üniversitesi, Ulusal Okyanus ve Atmosfer Yönetimi (NOAA) ve Bilim ve Teknoloji Kurumu’ndan meslektaşlarıyla birlikte yürüttüğü çalışma kapsamında araştırmacılar, söz gelimi atmosfere eklenen karbondioksit miktarına bağlı olarak, yüzey sıcaklıklarında meydana gelen yükselmenin stratosferdeki nem oranının da artmasına neden olduğunu ortaya koydular. Stratosferdeki su buharı sera gazı özelliğine sahip olduğundan, bu durum ek bir ısınmaya yol açıyor. Söz konusu çevrim çoğu zaman iklim geri bildirimi olarak biliniyor. sürecini Erken ilkyaz Isınması ve filizlenme Tarım mevsiminin iyi ya da kötü geçmesi ağaç ve bitkilerde ilk yapraklanma zamanına göre değişiyor. Yapraklanma çok erken olursa, yapraklar son buzlanmalar sırasında zarar görebiliyor. Yapraklanmanın çok gecikmeli olarak meydana gelmesi de bitkilerin gelişme döneminden yeterince yararlanamamalarına neden oluyor. İklim değişikliklerine bağlı olarak, kış mevsimlerinin her zamankinden daha sıcak geçmesi bitkilerin bu belirsiz zamanlamalar nedeniyle çok daha kırılgan duruma gelmelerine yol açıyor. Çiftçi ve bahçıvanların mevsimle ilgili kestirimlerde bulunmalarına olanak tanıyan geleneksel araçların bu bağlamda yetersiz kaldığı belirtiliyor. İLK GÖKDELEN Bundan 11.000 yıl önce avcıtoplayıcı atalarımız, taştan 8 metre yüksekliğinde bir kule inşa ettiler. Eriha Kulesi adı verilen bu yapı, keşfedilmesinden bu yana arkeologları şaşırtmaya devam ediyor. Kimi kulenin gözetleme amacı taşıdığını söylüyor. Ancak bir istila riskinin söz konusu olmadığı da açıkça görülüyor. Tam tersi, kule ilk yerleşimlerin arasındaki bağı güçlendirmesi için inşa edilmiş olabilir. Tel Aviv Üniversitesi’nden Roy Liran ve Ran Barkai yaz dönümü sırasında kulenin nasıl bir görüntü yarattığını anlamak için bir simülasyon modeli oluşturdular. Güneş batarken çevre dağlarının yarattığı gölgelerin kuleyi sarıp sarmaladığını, bunun da ürkütücü bir görüntü oluşturduğunu gördüler. Köyü kontrolü altında tutan liderin, beraberindeki korkutarak istediğini yaptırmış olduğu düşünülüyor. İklim modelleri ve havadaki elektriklenme Gök gürültülü fırtınalarla oluşan elekrik akımları havaküreye karışıp dünyanın çevresine yayılarak havada belirgin bir elektriklenmeye neden oluyorlar. Bu elektriklenme gök gürültülü fırtınaların yaşanmadığı yerlerde bile kendini belli edebiliyor. Bilim insanları bugüne dek iletkenliğin havakürede ne gibi farklılıklar gösterdiği ve bunun elektrik akımı yolakları üzerinde nasıl bir etki yaratabileceği konusunda yeterli bir bilgiye sahip değillerdi. Colorado Boulder Üniversitesi önderliğindeki bir ekip, Ulusal Atmosfer Araştırmaları Merkezi (NCAR) tarafından geliştirilen iklim modeline ek bir katman ekleyerek küresel bir elektrik akımı modeli oluşturdu. Journal of Geophysical Research adlı dergide yayımlanan araştırma sonuçları havaküredeki iletkenliğin iklime bağlı mevsimsel değişiklikler yaşansa bile genellikle ekvator bölgesinde ve Güneydoğu Asya üzerinde daha az, kutuplara yakın bölgelerde daha çok olduğunu ortaya koyuyor. CBT 1388/10/ 25 Ekim 2013 CBT 1388/11/ 25 Ekim 2013 ARKEOLOJİ İklim günlüğü
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle