02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;[email protected] DÜNYANIN SAĞLIK KARNESİ: Bu yazı yayımlandığında Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu hâlâ serbest değilse eğer, bu ayıp da hepimize yeter… CBT 1348/ 8 18 Ocak 2013 26 Ocak 2011’de, Bursa Sanayicileri ve İşadamları Derneği ve bu derneğin ‘Yenilikçilik ve Yaratıcılık Uzmanlık Grubu’ tarafından Bursa’da düzenlenen 2. Yenilikçilik ve Yaratıcılık Sempozyumu’nun ilk oturumu için seçilen tartışma konusundan daha önce söz etmiştim. Sempozyum davet mektubunda şu tespit yer alıyordu: “Doğu toplumları tarihte birçok önemli buluş ve yeniliklere imza atmış oldukları halde, bugün yaratıcılıklarını ve yenilik potansiyellerini ortaya koymada Batı toplumu karşısında oldukça geri kalmışlardır. Son yıllarda somut göstergeler durumun değişmekte olduğuna işaret etse bile, geleneksellik Doğu toplumlarının temel özelliği olarak kalmaya devam etmektedir.” Bu tespitten hareketle oturumda şu hususların ele alınması öngörülmüştü: “Doğu ile Batı kültürleri arasında kalan Türk toplumu, sahip olduğu yetkinlikleri / yetenekleri neden bilgi toplumu ölçütlerine uygun bir yaratıcılığa dönüştürmekte zorlanmaktadır? Eğitim anlayışımız; dinin yorumlanması; politik, sosyal, ekonomik ve coğrafik olgular; öğrenilmiş ve kalıtımsal beşeri özellikler ne derecede bu durumun sorumlusudur? Sanayileşme ve kentleşme kendiliğinden yenilikçilik kültürünü geliştirmeye yeterli olacak mıdır? Sanayi ve iş dünyası bu alandaki potansiyeli geliştirmede nasıl başarılı olabilir?” Kısacası, yanıtı aranan, ‘Niçin yeterince yenilikçi ve yaratıcı olamadık?’ sorusuydu. Soru, çalışma alanım nedeniyle benim de hep gündemimdeydi. Söz konusu yeteneklerin kazanılabilmesi için kendi ülkemde de asla görmezden gelinemeyecek çabalar gösterilmişti ama hiçbir zaman öngörülen sonuçlara ulaşılamamıştı. Onun için, söyleşilerim ve yazılarımda, elimden geldiğince, başarısızlığın nedenleri üzerinde durmaya; farkına vardığım kadarıyla bu nedenleri açıklamaya çalışmıştım. Bu sempozyum benim için, konuyu tarihsel ve sistemsel bir bütün olarak ele alıp biraz daha derinlemesine bir çözümleme denemesi yapmamın ilham kaynağı oldu. Sonuçta Yaratıcılık ve Yenilikçiliğin Kültürel Kökenleri ve Bizim Toplumumuz başlığını taşıyan bir deneme ortaya çıktı. Bu denemeyi 4 Ocak’ta, elektronik ortamda, www.inovasyon.org sitesinde, sitenin izleyicilerinin değerlendirmelerine sundum. Eğer bu köşenin okuyucuları da bu adrese girerek denemeye göz atar ve değerlendirmeye değer bulurlarsa bundan ancak mutlu olurum. Bu denemede, kendi ilgi ve uğraş alanımda edinebildiğim deneyimin, kendi tanıklık ve gözlemlerimin özel bir ağırlığı oldu. Hareket noktamı bunlar oluşturdu ama, yanıt bulmaya uğraştığım meselenin sistemsel bir bütünün parçası olduğu ve binlerce yıllık bir toplumsal geçmişe dayandığının her zaman farkında oldum. Çünkü “Niçin yeterince yenilikçi ve yaratıcı olamadık” derken, hakkında bir hükme vararak bunun niçin böyle olduğunu sorguladığımız, toplumumuzun kendisiydi; içinde yaşadığımız toplumdu. Hangi toplumu ya da toplumsal meseleyi o toplumun tarihsel geçmişinden ve içinde bulunduğu iktisadîsiyasî sistem gerçeğinden soyutlayarak ele alabiliriz ki... Bu mümkün değil. Hele de mesele, toplumun doğrudan bilimde, teknolojide, başta sanayi olmak üzere üretimde gelebildiği düzeyle ilgiliyse... Zorluk da benim için hep bu noktada ortaya çıktı. Soruya yanıt verebilmek için eğitimini almadığım iktisat, sosyoloji, sosyal psikoloji, tarih ve siyaset bilimi gibi disiplinlere başvurmam gerekti. Ve o noktada da sözü hep ‘erbabına’ bıraktım ve onların söylediklerini anlamaya çalıştım. Yeterince anlayabildim mi; anlamışsam, anlatabildim mi; galiba yazdıklarım, bir yerde de bunun denemesidir. Tam da bu anlamdaki denemeyi ne ölçüde başardım ya da hiç mi başaramadım, karar okuyucularımın... Yaratıcılık ve Yenilikçiliğin Kültürel Kökenleri... Obezler açlardan daha büyük bir yük oluşturuyor Dünyanın sağlık durumu ile ilgili 50 ülkeden 500 bilim insanın katılımı ile gerçekleştirilen geniş kapsamlı bir çalışma, ilk kez aşırı beslenmenin açlık sorunundan daha büyük bir yük oluşturduğunu ortaya koyuyor. G eçen yıl sonuçları açıklanan Dünyanın Hastalık Yükü Raporu, dünyada ilk kez aşırı beslenmenin yetersiz beslenmeden daha büyük bir sorun oluşturduğunu gösterdi. 50 ülkede 500 bilim insanının katılımı ile gerçekleştirilen bu kapsamlı çalışma, ayrıca bazı yaygın enfeksiyon hastalıklarının da kontrol altına alınabildiğini gösteriyor. Böylece milyonlarca çocuğun erken yaşta ölmesi engellenmiş oluyor. Ne var ki rapor bütünüyle yaşantımızın büyük bir kısmının hastalıklarla mücadeleyle geçtiğini gösteriyor. Dünyanın en saygın tıp dergilerinden biri olan Lancet’in editörü Richard Horton raporu şöyle değerlendiriyor: “Bu, tıp tarihinin insan sağlığı ile ilgili en kapsamlı çalışması.” Rapor, 2010 yılında hastalıkların görülme sıklığını ve dünya üzerindeki ölüm nedenlerini tespit ediyor ve bu verileri 1970 ile 1990 arasında toplanan verilerle karşılaştırıyor. Şimdi yetersiz beslenme sekizinci ve BKE de hastalık yükü sıralamasında altıncı sırada. 1990’da yetersiz beslenme hastalık yükünün ana nedeniydi. Hastalık yükü, ortalama bir insanın hastalık veya erken ölüm nedeniyle kaybedeceği sağlıklı yıl sayısıyla hesaplanır. O dönemde yüksek bedenkitleendeksi (BKE) 10. sıraya yerleşmişti. 1990’LARDA YETERSİZ BESLENME BİRİNCİ SIRADA Aşırı kilo tansiyonunu yükseltir ve felç ve kalp hastalıklarına neden olur. Felç, kalp hastalığı ile birlikte tüm ölüm nedenlerinin % 25’ini oluşturuyor. Ve bu sorun yalnızca Batı ile sınırlı değil. Örneğin Ortadoğu’da BKE’de büyük artış görülüyor. Çoğumuz aşırı kilolu olmakla birlikte eskiye oranla daha uzun yaşıyoruz (Bknz. Harita). Bazı ülkelerde bu değişiklikler çok belirgin. Örneğin Maldivler’de ortalama ömür 1970’lerden bu yana 30 yıl artmış. Yaşam beklentisi, İran ve Bangladeş gibi ülkelerde de kırsal bölgelerde uygulanan yeni sağlık programları sayesinde ciddi biçimde artmış durumda. Erken çocukluk ölümlerini –enfeksiyonlar başta olmak üzere, ishal ve doğum sorunları ortadan kaldırma konusunda çok olumlu gelişmeler kaydedildi. 1990’dan bu yana 5 yaş altı ölümler % 60 oranında azaldı. Sahra Altı Afrikası’nda hâlâ sıtma ve HIV’e bağlı ölüm oranları çok yüksek, fakat tüm dünyada enfeksiyon hastalıklarına bağlı ölümlerde büyük azalma yaşanıyor. AŞIRI KİLOLUYUZ AMA DAHA UZUN YAŞIYORUZ İçki ve alkol, bugün sağlıklı bir yaşamı tehdit eden en yüksek iki risk faktörü olmaya devam ediyor. 1990’lardan bu yana Latin Amerika’nın pek çok ülkelerinde alkol temel risk faktörü. Ve Doğu Avrupa’da da hastalık yükünün dörtte birini oluşturuyor. Ukrayna ve Beyaz Rusya gibi ülkelerde bu tehdit o kadar belirgin ki, son 2030 yıldır erkeklerde yaşam süresi dikkati çekecek kadar azalmış durumda. Dünyanın Hastalık Yükü Raporu’nu hazırlayanlardan Imperial College London’dan Majid Ezzati, bu ülkelerdeki alkolle mücadele politikalarıyla ilgili şu bilgileri veriyor: “Bu ülkelerde alkol tüketimini azaltma yönünde uygulanan politikaların tümü terk edildi. Şimdi buralarda yaşayan insanlar alkole kolayca erişebiliyorlar. Bu da çoğunlukla zararlı alkol sınıfına giriyor. Bunun çoğunluğu endüstriyel sertlik derecesinde.” Sigara da kalkınmakta olan ülkelerde büyük bir sorun. Avustralya’daki Queensland Üniversitesi’nden Alan Lopez, “Hindistan ve Bangladeş gibi büyük ve kalabalık ülkelerde erkeklerin % 60’ı sigara içiyor. Bu ülkelerin İngiltere ve Avustralya’dan tütün kontrol politikaları konusunda öğrenecekleri çok şey var. Toplumda her zaman sigara bağımlısı bir kesim olacak. Ancak bu bağımlılığın görülme sıklığını % 10’un altına çekmemiz gerekiyor” diye konuşuyor. Dünyanın en kötü alışkanlığı: İÇKİ VE SİGARA
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle