23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TEKNOLOJİPOLİTİK nimi/öğrenimi, karşıtsal dilbilim, yanlış analizi, ara dil, pratik sesbilgisi (fonetik), bağımsız öğrenim, müfredat/ders içeriği tasarımı, öğretim/öğrenim metodolojisi, ölçme/değerlendirme, rehber/danışmanlık, söz/eylem biçimleri, vb alanlara ait kuramlardan öğretmen adaylarının haberdar olmaları öğretmenlik mesleği açısından kuşkusuz önem taşımaktadır. Unutulmamalıdır ki, “öğretmenlik” ders ortamında pratiğe dayalı bir mesleki eğitim gerektirir. Bu nedenle, yabancı dil öğretmeni yetiştiren bölümlerin müfredatlarında, mesleki kuramsal bilgilerin yoğunluklu bir şekilde yüklenmesine yönelik derslerin değil, eğitsel becerilerin geliştirilmesine yönelik pratik pedagojik uygulamalı derslerin ağırlık kazanması kaçınılmazdır. Evet, bu bir teoripratik ikilemi olup yumurtatavuk meselesidir. Ancak, hem “yabancı dil” ve hem de “yabancı dille eğitim” faaliyetlerinde ülkemizin karşısına çıkan devasa sorunlar, üniversitelerimize bugün pratikte olana kıyasla çok daha verimli, yapıcı ve gerçekçi çözümleri, Türkiye ortamının gerçeklerini göz önünde bulundurarak üretme vazifesini yüklemektedir. Bu bağlamda, yukarıda “Uygulamalı Dilbilim ve Yabancı dil Eğitimi” ile ilgili olarak dile getirdiğimiz her türlü akademik görüş ve yaklaşım bir yana, bir yabancı dil öğretmeninin hem öğretmenlik meslek öğ YABANCI DİL ÖĞRETMENLERİ renimini verimli bir şekilde görebilmesi hem de meslek hayatına tam bir özgüvenle atılabilmesi için, öğreteceği yabancı dilin konuşma, yazma, dinleme ve okuma becerilerini ileri düzeyde edinebilmesi, o dili kusursuz olarak yaratıcı biçimde kullanabilmesi, ve bunu da uluslararası kalite kriterleri doğrultusunda en azından C1 düzeyinde uluslararası sınav ölçekleriyle kanıtlayabilecek bir konumda olması gerekir. Bununla birlikte, unutulmamalıdır ki, bir yabancı dil öğretmeni, her şeyden önce bir “dil öğretmeni”dir ve güçlü bir “dil bilincine” sahip olmalıdır. Bu nedenle, kendi anadilinin dilbilimsel ve sosyokültürel yapısıyla ilgili mesleki donanımı da edinmelidir.1 Sonuç olarak, Türkiye’de yüksek eğitimin yeniden yapılandırılması sürecinde, yabancı dil eğitiminin uluslararası düzeyde belli bir kalite düzeyine ulaşabilmesi için, öncelikle YÖK’ün Uygulamalı Dilbilim alanını bir anabilim dalı olarak tanıması ve buna bağlı olarak da yabancı dil eğitimi politikasıyla ilgili gerekli bilimsel düzenlemeleri gerçekleştirmesi kaçınılmazdır. 1 Bu konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Sinan Bayraktaroğlu, “Türkiye’de Yabancı Dil Öğretmeni Yetiştirmek”, Radikal Gazetesi, 21 Kasım 2012, http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1108664&CategoryID=99 http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1108664&CategoryID=99 Baha Kuban baha.kuban@gmail.com Alman Parlamento binası, Almanların ‘Energiewende’ adını verdikleri enerji değişimi ya da dönüşümünün küçük bir kopyası sayılabilir mi, bir bakıma? Mimari tasarımı ve enerji üretimtüketim özellikleri bakımından yapıyı sıra dışı ve işlevsel kılan pek çok niteliğinden bazılarına bakalım. Prof. Dr. Raif Güler’in Ardından Prof. Güler 1952 yılında SivasZaraAkdeğirmen Köyünde doğdu. Hacettepe Üniversitesi Kimya Mühendisliği Bölümünü bitirdi. Prof. Dr. Erfüz Edgüer yanında karbon14 tarihlemesi ile Doktorasını tamamladı. 1982 yılında hiçte mecbur olmadığı halde Sivas’a 7 km uzaklıkta kardeşler dağının eteğinde Kızılırmak nehri kenarında kurulmakta olan Cumhuriyet Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Kimya Bölüm Başkanı olarak Yrd. Doç. Dr. unvanıyla göreve başladı. Nisan 1983 askerlik sonrası işsiz dolaşırken bir arkadaşımızın yardımıyla tanıştım, Raif Abimle. Bize kucak aştı, büyük bir aşk ve heyecanla Sivas Cumhuriyet Üniversitesinin kuruluşuna katkı vermek istiyordu. Kimya Bölüm Başkanlığı yanında MYO Müdürlüğünü de yürütmekte idi. Üniversiteye Akademik personel kazandırabilmek için çok çaba sarf ediyordu. Ben ve arkadaşlarım başvuru ve atama süreçlerinde Raif Abi’nin yatılı misafiri oluyorduk. Raif Abi Anadolu kokuyordu. Misafir kabul etmek, karnını doyurmak O’nun Anadolu yüzüydü. Bilgeydi, yemekleri konulu sohbetlerle süslüydü. Buzdolabı ile bir odayı hangi konumlarda ısıtır, hangi konumlarda soğutursunuz, derdi. Carnot makinasını sohbetlerinin merkezine yerleştirirdi. Hep yüzü gülerdi, Zaralılar Raif Beyi bir ayrı sever, O da Onları. Okumuş elit olarak kendini halkından soyutlamazdı. Köyüne sık sık gider Anacığının Bölüm Başkanı, Çorum; ahmetakbas@hitit.edu.tr CBT 1348/ 15 18 Ocak 2013 elini öperdi. Ben elden vitesli aracının arkasına arkadaşlarımın arasına oturur, bozuk yoldan korkumu yenmeye çalışırdım. Gecenin bir yarısı Akdeğirmen Köyün de Baba ocağının kapısı çalınırdı. Raif Abi, uzlaşmacıydı. Bir gün bir arkadaşı sataştı. O görmemezlikten geldi. Boşluğa karşı iş yapılmaz ilkesinden hareketle, sataşanın iş yapmasına tepkisiz kalarak, engel oldu. Sempozyumlarda birlikte sunduğumuz bildiri sunumlarında, Ben uzlaşmasız olurken, Raif Abi birlikte çalışmayı önerirdi, bize soru soranlara. O makam ve koltuk peşinde değildi. Doçent bir hocamız Atatürk Üniversitesinden Cumhuriyet Üniversitesine geldiğinde hiç tereddüt etmeden Bölüm Başkanlığını O’na bırakmıştı. 6 yıl Dekanlık yapmış, çok hak etmesine rağmen rektörlüğe aday olmamış, en verimli çağında da eşiyle birlikte emekli olmuştu. Raif Güler Abi, yalnızca çevresinin abisi değil, Güler Büyük ailesinin de abisiydi. Kardeşlerini okuttu, Onlar’ı evlendirdi, düğünlerini yaptı. Baba ve annesinin sağlıklarıyla ilgilendi. Dediler ki 21 Aralık 2012 maya takvimine göre kıyamet günüymüş. O gün kıyamet kopmadı ama 24 Aralık 2012 Pazartesi tam da öğle vakti bir bir yıldız kaydı, Prof. Dr. Raif Güler Hakka y ürüdü. O bir Cumhuriyet ve ülke aşığıydı. O demokratı. O memleket sever, yurtseverdi. O nedenle çok sevdiği Köyü Akdeğirmen’e defnedildi. Nur içinde yat mekanın cennet olsun, Raif Abi. Prof. Dr. Ahmet Akbaş, Hitit Üniversitesi FEF Kimya Genel Kurul salonunun üzerini bir zamanlar kapatan koyu renkli kubbenin yerinde bugün, en tepesine kadar bir seyir merdiveninin tırmandığı büyük cam bir fanus yer alıyor. Dünyaca tanınmış İngiliz mimar Sir Norman Foster’ın, saydamlık ve demokratiklik ilkelerini simgelemek için yerleştirdiği cam fanusun içinde, en üst noktasından hemen hemen 40 metre aşağıdaki Genel Kurul salonuna kadar uzanan ve 360 adet aynadan oluşan bir “ışık heykeli“ yer alıyor. Bu huni şeklindeki heykelin işlevi, gün ışığını toplantı salonunun içine indirmek. Çatının entegre bir parçası olarak düşünülmüş olan fotovoltaik paneller ise, istendiğinde kısmi gölgeleme yapan bir metal güneşliğin hareketi için enerji sağlıyor. Ana toplantı salonunun üzerindeki bu olağanüstü tasarıma ek olarak Reichstag’ın bodrumunda bir kojenerasyon ünitesi var. Yakıt olarak kolza tohumu yağı kullanan bu biyoreaktör hem elektrik hem ısı üretiyor. Bu reaktörün ürettiği atık ısı, yerin yaklaşık 300 metre altındaki doğal bir akifere pompalanıyor, kışın yapıyı ısıtmak üzere kullanılmak için. Reichstag, elektriğinin yarısını bu şekilde elde ettikten sonra geri kalan enerji ihtiyacını da yine yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlıyor. Bu haliyle Alman Reichstag’ı, büyük olasılıkla dünyanın en ‘yeşil’ parlamentosu. Reichsatag’ı ABD’nin parlamento binası ‘Capitol’ ile kıyaslamak eğlenceli olabilir. Mahalle sakinlerinin, saldığı duman ve kirlilik bulutu nedeniyle “Capitol’ ün koltukaltı” olarak dalga geçtikleri enerji ünitesi ‘Capitol Güç Santralı’, 1910’da yapılmış ve hala hizmet veriyor. 1957’de elektrik üretmeyi kesen santral, yakın zamana kadar Capitol’ün ısıtma soğutma gereksinimlerini kömür yakarak karşılamaktaydı. Bugün doğalgaz ile çalışıyor... Almanya ile ABD’nin enerji sektörünün geleceğine ilişkin politikalarının parlamento yapıları kadar birbirine zıt olduğu söylenebilir mi? Dünyanın en güçlü sanayi ülkelerinden biri, 2000 yılında hayata geçirilen bir politika ile, bugün elektrik ihtiyacının %25’ini yenilenebilir enerji kaynaklarından karşılar duruma geliyor, kömür, diğer fosil kaynakları ve nükleer enerjiyi adım adım, tümüyle terkedeceğini ve 2050 yılına gelindiğinde tüm enerji ihtiyacının %80’ini yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlayacağını açıklıyor. Bu nasıl bir siyasitoplumsal irade? Almanya’nın ‘Energiewende’sinin temelinde enerji tedarik altyapısını ve mantığını tümüyle değiştirmek var. Enerjinin etkin kullanımı, güneş, rüzgâr ve biyokütle kaynakları ile şebekenin ‘akıllandırılması’ bu politikanın asli unsurları. Enerji dönüşüm hedeflerinin bu kadar açık bir biçimde ifade edilmesi yakın zamanlı olmakla birlikte aslında geçmişi eski. ‘Energiewende’ ya da enerji dönüşümünün kökleri, tüm kesimlerden Almanları biraraya getiren 1970’lerin nükleer karşıtı hareketlerine uzanıyor. Energiewende sözcüğünün kendisi ilk kez 1980’de, Alman Uygulamalı Ekoloji Enstitüsü’nün bir raporunda kullanılmış. 1982’de kitap haine getirilen bu raporun adı, “Petrol ve Uranyum Olmadan Ekonomik Büyüme ve Refah”. Almanya’nın giriştiği bu muazzam denemenin toplumsal, kültürel, siyasi ve kurumsal gelişimi bugün pek çok ülkeye ışık tutuyor. Alman deneyiminin canalıcı önemi kuşkusuz, ülkenin kendi önemiyle doğru orantılı olarak artıyor. Alman enerji dönüşümü ‘Energiewende’nin daha az bilinen toplumsal bir tarafı daha var. Almanya bu dönüşümü esas olarak çok sayıda küçük enerji üreticisi ile gerçekleştiriyor. Bir başka deyişle dönüşüm, “dağıtılmış” bir güç tedarik sistemi hayata geçirilerek gerçekleştiriliyor. Öyle ki, 2010 itibarıyla Almanya’da yenilenebilir enerji kapasitesinin yarıdan fazlasının sahibi, bireyler ve çiftçiler (tam olarak %62). Büyük enerji şirketleri ise kapasitenin yalnızca %6.5’ine sahipler. Devamı bir sonraki yazıda. Enerji Sektöründe Başka Bir Dünya Mümkün!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle