24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ZÜMRÜTTEN AKİSLER A. M. Celal Şengör Deprem sırasında güvenli bir biçimde binanın dışına çıkmak için sadece saniyeler vardır. Ne var ki yıkıntılar çıkış yollarını kapatabiliyor. Almanlar duvarları güçlendiren ve yıkıntıları tutan özel bir koruyucu kaplama geliştirdi. Bu sayede deprem anında, insanları kurtarmak için daha fazla zaman kalıyor. Karlsruhe Teknoloji Enstitüsü’nden (KIT) Lothar Stempniewski ve Moritz Urban yıllardan bu yana eski yapılardaki depreme dayanıksız tuğla duvarların hesaplı bir şekilde nasıl güvenli bir hale getirilebileceğini araştırıyor. Bu çalışma sonucunda uygun bir sıvayla binanın cephesine uygulanan cam elyafplastik bir dokuma ortaya çıktı. Ve bir teknik dokuma üreticisiyle birlikte bu ileri teknoloji dokuma nihayet seri üretime hazır hale geldi. Sıvanın içinde kalan dokumanın gerilime dayanıklı, sert ve bükülmez cam elyaf bileşimleri sayesinde duvarlar, deprem sırasında meydana gelen gerilimlere daha iyi dayanıyorlar. Çok güçlü bir depremde cam elyaf dokuma yine de yırtılacak olursa, polipropilenin elastik lifleri duvar yıkıntılarını bir arada tutarak kaçış yollarını serbest bırakıyor. Yeni güçlendirme deprem sırasında duvarların yıkılmasını yavaşlatır hatta tamamen önleyebilir diyor Urban. Hatta uygun koşullarda duvarlar tamamen sağlam kalır ve bina onarılabilir. Koruyucu bir bant gibi etkiyen sistemin oldukça basit olması nedeniyle, mesela yapıların mantolanması sırasında uygulanması mümkün. Koruyucu kaplama, depremde yıkılan duvarları tutuyor masında önemli bir rol oynuyor. Son araştırmada kırmızı şarabın da aynı etkiyi yaptığı görülmüş. Şarabın içinde de UGT2B17 enzimini bloke eden maddeler bulunuyor. Bu konuda en önemli rolü, yeşil çaydaki kateşinin benzeri olan polifenol kuersetin üstleniyor. Ne var ki bilim insanları bu etkiyi sadece laboratuarda deney tüplerinde tespit ettiler. Bundan sonraki çalışmalarda kırmızı şarabın insan bedeninde de testosteron seviyesi üzerinde etkili olup olmadığı araştırılacak. Rahmetli Şenay Yüzbaşıoğlu’nun şöhret olduğu yıllarda Türkiye’de değildim. İtalya’nınki ve Fransız popunun bir kesimi dışında hiçbir pop müziğini dinlemediğim için Şenay’ın şarkılarını da Türkiye’ye geldikten sonra raslantısal dinledim. «Sev Kardeşim» adlı şarkıyı da duymuş, bestesini beğenmiştim. Toplumun Ahlakı Yok Olursa... Habertürk’te sevgili arkadaşım Murat Bardakçı’nın yönettiği «Tarihin Arka Odası» adlı programı seeyrederken, Murat bir kez daha beni şoke etti: Şenay Yüzbaşıoğlu’nun söylediği «Sev kardeşim» adlı şarkının bestesinin İsrail’li bestekâr Nurit Hirsch’in bir bestesinden çalınma olduğunu belgeledi ve ekledi: «Türk pop müziği diye bilinen müzikteki bestelerin çoğu çalınmadır!» Bu beni şoke etti ama, şoke olmamın sebebi bilinçaltında beklediğim bir şeyin birdenbire gerçek olduğunu öğrenmemdi. Yani Türkiye’de hoşa giden pek çok şeyin çalınma olduğunu zaten biliyordum. Ama kesin örnekleri görünce insan derinden de kahroluyor. Türkiye akademik dünyasında da hırsızlık gırla gider. İkide bir ortalık intihal iddialarıyla çalkalanmaz, çünkü intihalin sıradan bir şey olduğu gibi pek korkunç bir hissi toplum kanıksamıştır. Bunun nedeni bilimi, yaratıcılığı ciddiye almamasıdır. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının yüzde doksanının bilinçaltında «bilim olsa da olur, olmasa da olur» inancı vardır. Bu kadar önemsiz (!) bir şeyde hırsızlık olmuş: Kime ne? Bu hissiyatı bizzat Türkiye’yi yönetenler paylaşmaktadır. Bilim hırsızlığından üniversiteden atılmış, akademik unvanı elinden alınmış ve bu kararlar bağımsız bir mahkeme tarafından tasdik edilmiş bir kişiyi Başbakan üstelik Millî Eğitim Bakanı yaptı, bir de sıkılmadan üniversiteye yüklendi «Benim arkadaşımın sizin vereceğiniz unvana ihtiyacı yoktur» diye! Madem öyle, Sayın Bakan o unvanı almak için neden intihale tevessül etmişti; YÖK yönetimi AKP yanlısı olur olmaz o unvan sözümona kendisine iade edildi (mahkeme kararı ve suç delilleri yerlerinde durduğu için tabiî bu «iâdei itibar» ın hiçbir itibarı yoktur). Ancak intihal suçunu işleyen bakan da bu toplumun çocuğudur. Çalınan besteyi çalan ve okuyana bu kadar itibar edilen bir toplumda kendisine yüklenilmesinin tek sebebini onun ve başbakanının politik husumet olarak görmesi doğaldır. Burada görülüyor ki, intihal suçunu bakan, toplumla paylaşmaktadır ve toplumun en az %50’si kendisini suçlu bulmamaktadır. Türkiye’de toplum ahlâkının çok düşük olduğunu burada birkaç kere yazdım. Şimdi bir örnek daha vereyim. İTÜ’de Asistan Dayanışması adı altında yapılan bazı yayımları eleştirdiğim ve bir doktoranın altı seneden fazla sürmemesi gerektiğini savunduğum için, hakkımda internette bir karalama kampanyası başlattılar. Ne tüccarlığım kaldı, ne öğrencim olmadığı ne de parayla yayın yaptırdığım. Tabiî bunların ne kadar zırva olduğunu en küçük bir araştırma dahi gösterebilir. Üstelik bir üniversitede asistan olan bir kişi bunların zırva olduğunu zaten bilir. Ama belli ki bu bilgi pek çoğunda yok veya olduğu halde yalan söyleme yolunu tercih ediyorlar. Bunun sebebi toplumun böyle ahlâksızlıklara tepki vermemesi, onları boş vermesi, kabullenmesidir. Balyoz davası hakkında gazete ve televizyonlarda yazılanlardan ve en son Milli Savunma Bakanımızın ağzından da öğrendiklerimizden sonra, o davaya bakan savcı ve hâkim heyetine göz göre göre yalan beyanı kullanarak insanların hürriyetlerini elinden aldıkları, yani adaleti yok ettikleri için meslekten el çektirilmesi gerekir. En azından uygar bir ülkede bu böyle olur. Ama Türkiye’de bu kimsenin umurunda bile olmamıştır. Yalan belgeleri «ortaya çıkaran» gazeteci bir televizyon kanalında kendisinin bu devletle bir hesabı olduğunu söylemesine rağmen, kendisi hakkında hiçbir takibat yapılmamış, söylediklerinin Balyoz davası hakkındaki düşüncelerde yaratması beklenen soru işaretleri oluşmamıştır. Sevgili okuyucularım rahmetli Şenay Yüzbaşıoğlu’ndan bir bakanımızdan, üniversite öğrencilerimiz üzerinden Balyoz’a kadar bizi getiren bu düşünce zinciri bize şunu göstermekte: Türk halkını «gerçek» ilgilendirmiyor. Bunun sebebi, yüzyıllardır aldığı «inanç» eğitimidir. Görmeden, kontrol etmeden, muhakeme kurmadan inanmayı öğrenmiş bir toplum gerçeği aramaz. Gerçeği aramayan toplumda da size yukarıda sıraladığım türden rezillikler biribiri ardına gelir ve kimseyi rahatsız etmez. Tabiî bunun sonu felâkettir, muhterem dostum ve hocam Doğan Kuban’ın sık sık işaret ettiği gibi tüm Müslüman dünyasının içinde bulunduğu fecî durumdur. İşte Atatürk hayattaki tek kılavuzu bilim olarak belirlerken bunu kastediyordu. Buyrun seçin: Bir tarafta sormadan inanarak yalan içinde rezilane yaşamak, bir tarafta sorgulayarak emniyette ve onurla yaşamak. CBT 1348/7 18 Ocak 2013 Şimdiye dek kırmızı şarabın sağlık üzerinde birçok yararı ortaya çıkmıştı, şimdi buna bir yenisi daha eklendi. İngilizler kırmızı şarabın testosteron seviyesini de yükseltebileceğini buldu. Şaraptaki belli başlı içerikler hormonun idrarla birlikte atılmasını engelliyor. Bilgi özellikle de prostat kanseri hastaları için önem taşıyor. Kingston Üniversitesi kimyacısı Declan Naughton aslında iltihap önleyici ilaçların etkisinden yola çıkarak, kırmızı şarap ve testosteron metabolizması arasındaki ilişkiye odaklanmıştı. Daha önceki araştırmalardan, reçetesiz satılan iltihap önleyici ilaçların enzimleri etkileyebileceğini biliyoruz diyor Naughton. “Bu etki maddelerin birçoğu da bitkilerden elde edildikleri için, belli başlı gıda ürünleri ve içecekleri ve bunların testosteron metabolizmasındaki enzimler üzerindeki etkisini araştırmaya karar verdik.” Yeşil çay ve kırmızı şarap biyolojik açıdan etkin içeriklere sahip oldukları için iyi örneklerdi. Naughton geçen yıl yeşil ve beyaz çayın içindeki bazı içeriklerin UGT2B17 enzimini bloke ettiğini bulmuştu. Bu enzim testosteronun bedenden atıl Kırmızı şarabın bir faydası daha Sierra Nevada’daki Sequoia Ulusal Parkı’ndaki 2100m yükseklikte bir yamaç üzerinde dev bir ağaç bulunuyor. Gövdesi pas renginde olan ağaç kalın tabakalardan oluşan bir kabukla korunuyor. Gövdesinin dip çapı sekiz metre. Doksan yıl önce “President” (Başkan) olarak isimlendirilen ağaç o kadar yüksek ki tamamını görmek imkânsız. Bilimsel adı Sequoidandron giganteum ve dünyamızdaki en büyük ağaçlardan biri. Bildiğimiz kadar “President” dünyadaki ikinci büyük ağaç diyor Kaliforniya Humboldt Eyalet Üniversitesi’nden Steve Sillett. “President” sahil sekoyası ve okaliptüs ağaçlarından daha kütleli. Üzerine yıldırım düştükten sonra boyu 75m kalmış. Dört ana dalının her biri yetişkin bir ağacın gövdesi kadar ve dik açılı uzanarak sık bir taç oluşturuyor. Gerçi gövdesi dünyanın en büyük ağacı olan “General Sherman” kadar büyük değil ama buna karşın tacı daha sık. “President’ın” neredeyse iki milyar iğnesi var ve büyümeye devam ediyor. Birçok tehdidi aşabildikleri için sekoya ağaçları çok uzun yıllar yaşıyor. Rüzgârdan etkilenmeyecek kadar kalın olan bu ağaçların odunu ve kabuğu tanen ve diğer kimyasal maddelerle mantarlardan korunuyor. Ağaç kurtları zarar veremiyor, kalın kabuğu ateşe dayanıklı. Dev ağaçların en büyük düşmanı insan. 19.yy sonunda ve 20.yy’ın başında binlerce sekoya ağacı kesildi. 1890 yılında Sequoia Ulusal Parkı kurulmuş ve bir süre sonra da yaşayan sekoyaların kesilenlerden çok daha değerli olduğu anlaşılmış. Steve Siletts’in ekibi sürpriz bir şekilde sekoya ağaçlarının yaşlandıktan sonra daha hızlı büyüdüklerini saptamış. Gövdeleri genişliyor ve dalları kalınlaşıyor. Ekip, ağacın en az 1530 metreküp odun ve kabuktan oluştuğunu hesaplamış. Ve 3200 yaşında olmasına rağmen de “gücü” hâlâ yerinde. Nilgün Özbaşaran Dede 3200 yıldır büyümeye devam ediyor
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle