24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Türkçeleştirmeden sözcüğün ‘Avrupa’sına Ömer Demircan (Prof. Dr.) 1984” adlı . George Orwell’in “Nineteeneightyfour/1 romanı (1949) bir yanıyla cehaletin denetimini anlatır. Sanal ülkede iletişimi “Doğruluk Bakanlığı”, savaşı “Barış Bakanlığı”, içişlerini “Sevgi Bakanlığı”, ekonomiyi de “Bolluk Bakanlığı” yönetir. “Big Brother/Büyük Birader”’in denetiminde halk güvenlik gözetiminden çekinmez; korkulan güç “düşünce polisi”dir; istediği zaman çevrime girip yurttaşları dinler. Sevgi Bakanlığı, penceresiz korkunç bir yapıdır. Roman kişisi Winston’ın o binaya değil girmek, yakınına gelmekten bile ödü patlar. Parti yalanlarını herkes onaylar, eğer bütün kayıtlar aynı şeyi söylerse, yalan tarihe geçip doğruya dönüşür. Gökyüzüne üç yüz metre saplanan “Doğruluk Bakanlığı”, yerüstü üçyüz odasıyla Londra’nın her yerinden görülür. Uzaktan okunan: “Savaş barıştır, Özgürlük köleliktir, Cehalet güçtür” gibi çakmalarla, olumsuzanlamlı sözcükler olumlanırken, olumlu anlam taşıyan bütün sözcükler, ülkede konuşulan Newspeak/Yenidil’den atılır. Böylece, dildeki sözcükler düşünülemeyecek bir sayıya indirgenir. B. Osmanlı İmparatorluğu 1918’de sona erince, Osmanlıca sözcükler de önce yavaş yavaş, 1928’den sonra birdenbire ortak iletişim dışı kalmıştı. Çünkü onların hepsi okuryazar olmayan halka yabancı, onların sözlüğünün dışında idi. Türkçenin ilk sözlüğü ancak 19.yy sonunda yazılmış, 700 yılda halkın ancak yüzde beş kadarı okuryazar olabilmişti. 1927 nüfus sayımına göre bütün Türkiye’de (çoğu Osmanlıyakını) topu topu 267 okuryazar kadın bulunuyordu (Başgöz; Wilson, 1968: 246). Demek ki, Osmanlı, halka sürekli ‘1984’ü yaşatmıştı. Toderini (1787) ülkede A “Türkçe öğretimi diye bir şey olmadığını, Türkçenin aile içinde öğrenildiğini; Türkçe dilbilgilerinin hepsinin Frenklerce ve sadece kendi kullanımları için düzenlendiğini” yazıyor (YKY, 2012: 5253). Kurulan Türkiye Cumhuriyeti (1923) ise, bir yandan Harf Devrimi (1928), öte yandan Dil Devrimi (1932), eğitim ve Aydınlanma kurumları ile halkın dilini önceledi. 1929’dan 1949’a kadar, yirmi yıl içinde yurttaşların yüzde kırk’ı okuryazar kılındı. Ne var ki 1950’den sonra, ABD ile Batı güdümünde, Türkiye’de kafaları sığlama, belleği sıfırlama işlemleri yeniden başladı; yurttaşlar, baskı ile kitap okumaktan kesildi. Artık her şey ‘cep’e indirgendi. “İktisadi müesseselerde mecburi Türkçe kullanılması hakkında kanun”u (805, /10/4/1926) 1980’den sonra Özal, yürürlükten kaldırdı. Bir şirket, işletme dilinde başa geleni artık haber yapmış: “Çok kültürlülük resmi dili İngilizceye çevirdi” diyor (Haber Türk, 22.07.12; Kariyer, s.1). C. Çapullama, kötüleme. 1. Umursamaz davrananlar ile terimleri evrensel sayanlar yabancı dilden sözcük, deyiş, ek, kısaltma aktarmaya yeniden başladılar: kariyer, enflasyon, transformasyon, reel sektör, strateji, sübvanse (et), banka pozisyonları, final four, kreatif direktör, medikal, restor implante (et), aksiyel uzunluk, optik fokus kalitesi, glaresiz değerler normal range içi, ..., postop(erational), ...” gibi yabancı sözcükler dile doluştu. 2. Türkçede kalan alıntılara ise, öteki Türkçe sözcüklerin anlamları aktarıldı: naylon: bir tür plastik>*her tür plastik *sahte, *asılsız, *karşılıksız,*gerçekdışı,*düzmece; kriter: ölçüt, *ölçü, *kural, *koşul, *ilke; performans: yap, çal, söyle, oyna, ilerle, *başarım, *gizilgüç; şov: göster, şovyap: *övün,* abart,* kasıl, *yanılt, *aldat, gösteri; *ş *gösteriş; kariyer: meslek, *sıradan iş; ... 3. Küreselleşme ile birlikte ‘çarşı’da yeni bir işlem başladı: tersine çeviri: sına yerine test et, başla yerine> start al, eğilim yerine> trend, ...” yönetici/müdür> boss, yılaşırı> bienal, bahçe> garden, yoğunluk> density/intensity, yaş/devir>age, sanat>art, merkez>center), renk> colour, yaratım>creation, üstün>class, bakım>care, sağlıkevi>clinic, tasarım>design, hayvan>animal, melek>angel, büyük> big/large, bebek> baby, pamuk> cotton, kahve> coffee/cafè, ... oldu. İşyeri adları sıradan Türkçe kavramların karşılığı olan, çokçası İngilizce karşılıklara dönüştü. 4. “Yoldaş, yurttaş, bağımsızlık, ulus, eşitlik, barış, ülkü, devrim, örgüt, özgür, özgürlük, uygar, aydınlanma, dernek, özleştirme, demokrasi, devlet, devletçilik, hak, paylaşım, ulusdevlet, Ergenekon, Atatürkçülük, … gibi çağdaş Türkçe sözcüklerin, sözlükten atılmaları olanaksız görüldüğünden, 1946’dan başlayarak, ama özellikle işbirlikçilerin 12 Eylül darbesinden sonra, “özgürlük köleliktir” benzeri yalanlarla o sözcükler birer birer karalandı; olmazsa yasaklandı. Kullananlar ‘komünist’, solcu, anarşist sayıldı. Saldırılar artık Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e dayandı. Yukarda verilen örneklere bakılınca bir “çapul sözlük” oluştuğu görülür. Onunla ne doğru iletim sağlanır, ne de doğru algılama. Eskiden bir malın ‘Avrupa’sı aranırdı, şimdi de ona sözcüğün, işyeri adının, satılık nesne adının ‘Avrupa’sı eklendi. “Bilinçsiz halk” yaratmada Orwell’ci, Huxley’ci iletişim kurumlarına besin üreticileri de katıldı. Bütün bunlar olurken, maskesiz ‘Big Brother’ hiç gözünüze ilişti mi? Yurttaşa çağdaş eğitim götüren Cumhuriyetin 90’ıncı yılında 80’inci Dil Bayramı kutlu olsun! Zor durumdaki Zonguldak ve eczacılık Ecz. İbrahim Güven (*) Z CBT 1332/19 28 Eylül 2012 onguldak Eczacı Odası bu günlerde kuruluşunun 40. yılını kutluyor. Ülkemizin son 40 yılını incelediğimizde mesleğimizin geldiği nokta ile aynı dönemde Zonguldak kentinin ulaştığı noktanın birbirine çok benzeştiğini örneklerle anlatmak istiyorum 1 Zonguldak Karaelmas Üniversitesi’nden Sayın Yrd. Doç. Dr. Şevket Tüylüoğlu ve aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsünden sayın Derya Nur Karakaş’ın Aralık2006’da yazdıkları “Bölgesel Kalkınma Ve Ekonomik Durgunlaşma Süreci: Zonguldak Örneği” başlıklı makale. Makalede sonuç olarak; “ZONGULDAK; 19872000 dönemi yıllık ortalama büyüme hızları açısından 4.2 değeri ile 2.9 olan Karadeniz Bölgesi ve 3,6 olan Türkiye ortalamalarının üzerinde bir büyüme hızı göstermiştir. Ancak bu durum ilin ekonomisini içinde bulunduğu durgunluktan çıkarabilecek boyutta gerçekleşmemiştir” neticesi çıkartılmış. 2 İkinci yazı bir rapor. Devlet Planlama Teşkilatı’ndan Planlama Uzmanı sayın Tuncer Kocaman’ın Nisan2008 yılında yazdığı 19652000 Yıllarında Türkiyede İç Göçler başlıklı raporu... Bu raporu incelediğimizde: Zonguldak; 19751980 yılları arasında göç alan iller sıralamasında yıllık binde 9,86 (yaklaşık %1) oranında net göç alma hızıyla 13. sırada yer alırken 19952000 yılları sıralamasında net göç hızlarına göre yapılan sıralamada bu kere binde – 73,82 (yaklaşık % 7,4) oranında net göç hızıyla 81 ilimiz arasında 5. sırada yer almıştır. Zonguldak belediye sınırları içerisinde 1990 yılında 118 bin (117.975) kişi yaşarken bu sayı 2010 yılında 109 bin (109.081) kişiye düşmüştür. Yani son 20 yıl içinde bölgede eczane sayısı artarken nüfus yaklaşık % 8 oranında azalmıştır. Zonguldak; 1970’li yıllarda ekonomik ve sosyal alanda gelişmişlikleriyle gerçekten birçok ilimizin gıpta ettiği bir ilimizdi. Birçok Anadolu ilinin önünde 67 il içerisinde ilk on il içinde yer alan bir konumdaydı. Birbirini doğrulayan yukarıda örneklediğim iki araştırmayı birlikte değerlendirdiğimizde önceleri göç alan bir il olan Zonguldak, Türkiye ortalamasının üzerinde bir büyüme hızını yakalamış olmasına rağmen yakalanan büyüme yeterli olamadığından ne kadar tezattır ki aynı dönemde göç veren iller arasında en ön sıraya yerleşmiştir. 3 Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi BETAM’ın Direktörü Prof. Dr. Seyfettin Gürsel’e göre ZonguldakBartın, ülkemizde çok istisnai bir bölge. Türkiye genelinde tarım dışı istihdam son 6 yılda % 20 arttığı halde Zonguldak’ta hiç artmamış. Sanayisi sadece kömüre dayalı olan bu bölgede aşırı istihdam olduğu da hepimizin malumu. Gürsel uyarıyor: “Zonguldak’taki bu aşırı istihdam şimdi giderek boşalıyor; yerine de yenisi konmuyor. Hükümetin açıkladığı teşvik paketinde Zonguldak’ın en önde (6. bölgede) yer alması gerekirken, 3. teşvik bölgesine konmuş olması çok hatalı.” BETAM’ın raporuna göre Zonguldak, ülkemizde belki de en çıkışı olmayan kentlerden biri. Bu rapor bir kez daha yerel dinamiklerin çok önemli olduğunu ve ezbere konuşmak yerine özellikle teşviklerde daha ince eleyip sık dokumanın gerektiğini hatırlatıyor. Mesleğimizin 40 yıllık serüvenine gelince gördüklerimiz çok farklı değil. Tıpkı Zonguldak kenti gibi Eczacılık mesleği de özellikle son 10 yıllık dönemde sanki çıkışı olmayan bir meslek haline doğru yönelmiş gibi görünüyor. Zonguldak Eczacı Odasının İzmir ve Samsun Eczacı Odalarıyla birlikte 1990 lı yıllarda ısrarla sürdürdüğü Türkiye’de ilacın pahalı olduğu gerçeği ile ilgili halkımızı bilgilendirme çabaları ne acıdır ki onbeş yıl sonra doğrulandı. 2005’den bu yana zaman zaman başka hiçbir meslek ya da iş kolunda görülmediği biçimde ilaç fiyatlarında %30%40 gibi ciddi oranlarda indirimler yapıldı. Hiçbir suçu ve günahı bulunmayan eczacı sabah bilgisayarını açtığında dün aldığı ilacın satış fiyatının eczanenin alış fiyatının da altına indirilmiş olduğunu ve zararına satmak zorunda kaldığını gördü. Bu konuda başvurduğu makamlardan çözümsüz geri döndü. Zararı sineye çekmek zorunda kaldı. Özetle eczacı bilgisiyle, emeğiyle, sermayesiyle sağlık hizmeti verirken moralsiz ve nefessiz bırakılmaya, sermayesi de eritilmeye başlandı. Eczane kapanmaları, iflaslar vb. gibi bulunduğu topluma iyi niyetle sağlık hizmeti verme ve ilaç konusunda danışmanlık yapma gayretinde olan meslektaşlarımın hak etmediği durumlar sıkça görülmeye başlandı. Son dönemde SSK’nın SGK şeklini alarak kurum eczanelerinin kapanmasından sonra Zonguldak’ta serbest eczaneler açısından aniden gelişen ve artan bir ilaç pazar payı oluşmuştur. Ancak yukarıda verilen örneklerde açıklandığı gibi kent bu şekilde göç vermeyi sürdürdüğü ve Zonguldak’ta istihdam da arttırılamadığı takdirde bu durum eczane başına düşen nüfus sayısını da zamanla azaltacaktır. Zonguldak’ın bugün neredeyse tamamen bir emekliler kenti haline geldiğini ve emeklilerin de doğal nedenlerden hergün sayılarının azaldığını da düşünecek olursak, ilaçta mevcut pazar zamanla giderek daha da küçülecek ve hizmet vermekte olan meslektaşlarımızı gelecekte ciddi anlamda zorlayabilecektir. Zonguldak ve Bartın’daki tüm meslektaşlarımın bu gerçeğin farkında olarak gerek yaşadıkları bölge ve kentin sorunlarına ilgi duyarak, çözümler üretmelerinin gerekse meslek odalarında istekle görev alarak eczacılığın ve ülkemizin içinde bulunduğu zor koşullardan çıkmasına yardımcı olmalarının büyük önem taşıdığına inanıyorum. Böylece karayolları mükemmelleşmiş ama çıkışı olmayan bir kentte çıkışı olmayan bir mesleği yapıyor olmaktan ve yaşayabilecekleri muhtemel zararlardan kendilerini ve toplumu kurtarabilirler. (*) 1972 Zonguldak Eczacı Odası Kurucu Üyesi; 19931997 Dönemleri Zonguldak Eczacı Odası Başkanı; 19921993 Türk Eczacıları Birliği Genel Sekreteri
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle