16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TEKNOLOJİPOLİTİK Baha Kuban [email protected] Dünya ile barışık, ekoloji dostu, mutlu, toplum mu? Dünya ile barışık, ekoloji dostu, mutlu toplu mu? Başlıkta hata yok! Toplumsal gelişmeye müdahaleye etmeyi hedefleyen tüm grupların hedefledikleri geleceğin dünyası, görünüşe göre birbirlerinden farklı değil! Biz yine önceki yazıda izini sürdüğümüz, teknik gelişmenin kamu fonları ve Arge programları aracılığıyla yönlendirilmesi konusuna geri dönelim. Daha önceki yazılarda Avrupa Birliği ve onun teknoloji programlarında, teknolojitoplum ilişkisinin ‘toplum’ tarafına giderek daha fazla vurgu yapıldığı belirtilmişti. Bu vurgunun konunun kuramsal tartışmalarından artan biçimde AB’nin rehber dokümanlarına girdiğine, Çerçeve Programlarına sızdığına, sosyal bilimler alanında daha fazla proje kabul edildiğine v.s. v.s işaret edilmişti. ‘Sorumlu Araştırma ve İnovasyon/Yenilik’ başlığı altında AB Komisyonu için hazırlanan 2011 tarihli bir raporda aşağıdaki kısa tanımlar yapılıyor; Sorumlu araştırma ve yenilik için seçilmiş odak ve hedefler toplumsal ve ekolojik faydadır. Sorumlu araştırma ve yenilik için toplumun geniş tabanlı temsilcilerinin, kitle örgütlerinin ve çevre STK’larının teknik araştırma ve yenilik süreçlerinin başından itibaren müdahil olabilmeleri esastır. Sorumlu araştırma ve yenilik için bugünün ve geleceğin teknolojik etki, risk ve fırsatlarının yanı sıra toplumsal, etik ve ekolojik etki, risk ve fırsatların değerlendirilmeleri ve önceliklendirilmeleri can alıcıdır. Sorumlu araştırma ve yenilik için tüm ilgili program tasarımlarının belirli bir esneklik ve geridönüşler içselleştirilerek ortaya konulmaları, çıkabilecek sorunlar ve olumsuz etkilerin en aza indirilmeleri açısından elzemdir. Sorumlu araştırma ve yenilik için tüm süreçlerin açıklığı ve saydamlığı esastır. Özellikle nanoteknoloji, agrobiyoteknoloji ve sağlık bilimleri gibi kamuoyu hassasiyetinin yüksek olduğu alanlarda bir çeşit ‘risk yönetimi’ havasında olan rapor, belli ki şirketler açısından ‘eski hatların’ yapılmaması, fonların boşa harcanmaması için ciddi bir hasar kontrolü yapmayı öngörüyor. Buna karşılık, Avrupa’da bu konuyu gündeminin baş köşesi yapan örgütler, dernekler ve diğer yurttaş oluşumları, genel olarak büyük uluslararası şirketler ve ‘büyük sermaye’ ağırlıklı mekanizmaların temelde bir değişikliğe uğramadığını belirtiyorlar. Hızı kesilmeyen ekonomik düşüşle baş etmeye çalışan Avrupa’da halihazırda bütün farklı sesler Avrupa sermayesinin ‘daha rekabetçi ekonomi’ çığlıklarının altında duyulmaz hale gelmiş durumda. Avrupa’da bilim ve teknoloji alanında toplumun önceliklerini AB Komisyonuna ve Parlamentosuna duyurmaya çalışan farklı kuruluşlar mevcut. Bunlar, örneğin Çerçeve Programlarında fonların dağılımını, AB Komisyonunda kritik tarımgıda, sağlık gibi konulardaki komisyonlardaki çalışmaları ve tartışmaları saydamlaştırmaya uğraşıyorlar. Avrupa Birliği, 20072013 arasında geçerli olan 7. Çerçeve Programı için 50.5 milyar Euro ayırdı. Bu rakamın, Avrupa ölçeğinde araştırmacılara dağıtılan kamu fonlarının yaklaşık % 10’nunu oluşturduğuna işaret etmeliyiz. AB Komisyonu’nun kendi ara incelemeleri de esasen büyük şirketlerin ve grupların fonlarda aslan payına sahip olduklarını, asıl yenilikçi fikirlere sahip olan küçük ve orta ölçekli firmaların, sayı olarak ezici çoğunlukta olmalarına rağmen çok yetersiz fonlandıklarını ortaya koyuyor. ‘Büyükleri’ destekleme eğilimi ülkeler arasında da geçerli. İsveç hükümeti için yapılan bir çalışma AB’nin küçük ülkelerinin fonlardan yararlanma oranlarının nüfusları oranından düşük olduğunu göstermişti. Avrupa Birliği’nin Horizon 2020 (Ufuk 2020) adı altında yeni yeni şekillendirmeye başladığı geleceğin çerçeve programına yurttaş müdahalesinde başı çeken koalisyonlar, ekonomik, ekolojik ve toplumsal krizlerin sarstığı bir ortamda tüm önceliklerin elden geçirilmesi çağrısı yapıyor. Bugün odağa yerleştirilecek konuların, fonlanacak alanların gezegenin ve toplumun uzun vadeli geleceğini belirlemeye katkısı olacağından hareketle, örneğin Yurttaş Bilimi (Sciences Citoyenne) Platformu, ekonomik rekabetçilik üzerindeki ‘aşırı vurgunun’, bugünün kilitlenmesini yaratan sermayenin, araştırma programlarındaki kâr ve pazar payı ağırlığını sürdürmekte ısrarlı olduğunu gösterdiğine işaret ediyor. dan kent dışına göçü tetikler. •Rüzgâr erozyonuna baglı toz bulutları nedeniyle köylerde ve kent merkezinde üst solunum yolu rahatsızlıkları riski ortaya çıkar. •Göle ve havzaya özgü türler yok olur. •Burdur, doğa turizmi potansiyelini kaybeder. •Yüzyıllarca uygarlıkların beşiği olmuş Burdur Gölü çevresinde 194 farklı kuş türü ve 10 tür sürüngen yaşamını sürdürüyor. Bunların hayatı tehlikeye girer.. Bir de “Burdur Gölü Kapalı Havzası için Yeni Tarımsal Ürün Deseni Önerisi” hazırlanmış. Doç .Dr. Erhan Akça’nın raporunda özetle şu bilgiler var: • Biyolojik zenginlik bakımından Türkiye doğasında önemli bir yere sahip. Bunun yanı sıra, göl etrafında uzanan tarım alanları, nüfusunun yüzde 60’ı tarımla uğraşan kentte binlerce Burdurlunun temel geçim kaynağı. Göl, aynı zamanda, yöre halkının kültürünü ve yaşayışını belirliyor; göreneklere, türkülere, masallara, kısaca insan yaşamını mümkün ve zengin kılan her unsura can veriyor. • Burdur Gölü Kapalı Havzası’nın arazi büyüklüğü 713.500 hektardır. Dağlarla çevrili, yüksek eğimli topografya nedeniyle toplam arazinin ancak yüzde 29.41’i tarımsal amaçlı kullanılmakta. • Havzada özellikle son yıllarda az su ve gübre tüketen nohut ve fasulye türlerinde azalma, buna karşın yüksek su ve gübre tüketen şeker pancarı, silajlık mısır ve yonca üretiminde artış olduğu saptandı. Yine bol suya ihtiyaç duyan meyve bahçelerinin alan ve sayısında artış var. Zeytin alanlarının dağılım alanının azalması ve yerine daha çok su tüketen sert çekirdekli meyvelerin tarımının yapılması, su kaynaklarının üzerindeki baskıyı arttırmaktadır. Diğer önemli bir artış da patates ekim alanlarında gözlemlenmekte. • Burdur Gölü Kapalı Havzası’nda mevcut tarımsal ürün deseni, çok su tüketen bitkilere ve yanlış sulamaya dayanmakta. Bu durum, gölün kurumasıyla birlikte nem kaybı, iklimin daha da karasallaşması ve rüzgâr erozyonu gibi Burdur’da tarımı da olumsuz etkileyecek süreçleri başlatacaktır. • Burdur Gölü Kapalı Havzası’nda tarımda yanlış ve aşırı su kullanımının önlenmesi, hem çok su tüketen bitkilerden az su tüketen bitkilere geçilmesi, hem de salma sulamadan damla ve yağmurlama sulama gibi basınçlı sulama sistemlerine geçilmesi ile mümkün. Bölgenin toprak, iklim ve su kaynakları göz önüne alındığında Burdur Gölü Havzası’nda yer alan tarım topraklarında, öncelikle, yüksek su ve gübre tüketen bitkilerden yonca, mısır ve patates yerine fiğ, nohut ve ayçiçeği önerilmekte. Eğimli arazilerde ayçiçeği ve fiğin yanı sıra, badem, lavanta, buğday ve arpa ekimi de yapılabilir. Önerilen bitkilerin su tüketimi yaklaşık yüzde 50 düzeyinde daha azdır. Tüm havzada elverişli alanlarda damla sulamaya geçilmeli. Zira, damla sulama, salma sulamaya oranla yüzde 3560 oranında su tasarrufu sağlamakta. Doğru sulama yöntemleri kullanılırsa tasarruf edilecek su miktarı 62,6 hm3 olur. Tasarruf edilecek bu miktar, Burdur Gölü’nün 20102011 yılları arasında çekilme nedeniyle kaybettiği suyun 1.5 katıdır. Bu suyun Burdur Gölü’ne ulaşması halinde göl seviyesi tekrar yükselmeye başlayacak, gölün kurumasının önüne geçilecek... Bunlar raporun özetinin özeti.. Tabii, Burdur’lu tamamen buna inanmadan da Burdur Gölü’nün kurtarılması zor. 2040 yılında Burdur Gölü’nün Kurtarıcılara kolay gelsin! (Cumhuriyet Bilim ve önemli bir bölümü kurumuş Teknoloji) olacak CBT 1332/ 15 28 Eylül 2012
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle