Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
• KÜLTÜR • DOĞAN KUBAN Mısır, Araplar ve İslam Dünyasının Halleri Arap dünyası çalkalandı. Bütün Müslümanlar sürüye kurt girmiş gibi kulaklarını diktiler. Peki ne öğrendiler? Bence fazla bir şey değil. Kendi tarihlerini bilmiyorlar. Dünyanın kendileri için ne söylediğini de yarım kulakla dinliyorlar. İslamı çağdaş dünyada yaşatmaya çalışan entelektüel çabaları da anımsamıyorlar. Bu cehaleti ara sıra silkelemek, biraz bilinçlenmeye yararlı olabilir. Petrolcü Arap emirlerine ve diktatörlere benzemiyordu. Demokratik Arap dünyası hayali gerçekleşmedi ve ordu komutanları elinde iflas etti. Bugün bir kaos ve yenilgi içinde olan bütün Müslüman toplumlar, Haçlı Savaşları sırasında Hıristiyanlar karşısında ne kadar güçlü olduklarını idrak edebilirler mi acaba? O zaman Irak, Libya, Afganistan Hıristiyanların eline geçmiş miydi? Filistin’de birkaç kaleye sığınmış Hıristiyan prenslerinden başka ne vardı? Arap Bedevileri Selçuklularla kavga mı ediyorlardı? İbni Sina’nın tıp kitabı 16. yüzyılda 22 kez basılmamış mıydı? İbni Rüşt’e İkinci Aristo diyorlar mıydı? Bugünün Müslümanları bunları unuttular. Oysa Mısırlı düşünürler bundan yüzyıl önce bunları dile getirmişlerdi. Avrupa ve ABD, 3040 yıl Arap diktatörlerce hoşça vakit geçirdiler; bankaları onların paralarıyla doldu; sonra onları yok etmek için insanlarını birbirlerine düşürdüler. Sov B ugün ağırlık olarak Mısır’dan söz etmek istiyorum. Mısırlı düşünürlerin çağdaş dünyaİslam karşıtlaşması bağlamında önemli bir yeri var. Çünkü, İngilizler 1882’de Mısırı işgal edince, Kahire’de yayımlanan gazetelerde İslam düşüncesinin en özgür yorumları sansüre uğramadan yayınlanabilmiştir. Kahire’de, Muhammed Abduh’un baş editörü ve yazarı olduğu ElCeride gazetesi, İslam toplumunun çağdaşlaşması bağlamında eleştirel düşüncelerin yayımlandığı ve İslamın içine düştüğü durumun incelenip yayımlayan aydınlık bir odak oldu. Aradan bir yüzyıldan fazla zaman geçtikten sonra, İslamın ve Arap dünyasının hali o düşüncelerin meydanlara dolan Arap halkına hâlâ erişmediğini gösteriyor. Nedeni aşağıda yazılı. 19. yüzyıl ikinci yarısında İslamın Batı uygarlığı karşısındaki durumunu analiz eden iki düşünür vardı: Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh. Afgani bütün Avrupa’da dolaşmış, yaşamış; bu arada İstanbul’a da gelmişti. Afgani’nin etkisi altında kalan Muhammed Abduh (18491905) onun kadar uluslararası deneyimi olmayan, fakat daha etkili bir yazardır. Çağdaş uygarlık İslam uygarlığı bağlamında ilk önemli Arap düşünürüdür. Abduh’un özellikle bugünkü İslam toplumu ile Kuran ve Hadis’e uygun bir toplum arasındaki farkları irdelemesi aydınlatıcıdır. Dünyanın değişme zorunluluğunun İslama aykırı olmadığını söyleyen Abduh, İslam kültüründe var olan kavramların çağdaş kavramlarla aynı nitelikli olarak yorumİcma’nın kamusal düşünce, ‘M Maslama’nın lanabileceğini, ‘İ Şura’nın demokrasi kavramlarıyla eşparlamenter sistem, ‘Ş leştirilebileceğini ileri sürüyordu (A. Hourani, Arabic Thought in the Liberal Age, 17981939). Aklın bizi Allah fikrine ulaştıran yolu göstereceğine de inanıyordu. Onun bu bağlamda aklı reddedenlerin ‘kâfir’ olduklarını söylemesi de ilginçtir. İslama taklidin Türklerle girdiğini ve özgün düşünceyi ortadan kaldırdığını söyler. Çünkü taklit düşünme gerektirmiyordu. (Bunu bizim allamelerimiz yanıtlamalı!) Muhammed Abduh’un düşüncelerini irdelemek benim bilgilerimi aşar. Fakat onun düşüncesini temel alıp daha çağdaş yorumlara ulaşanları, Türkiye’nin yeni İslamcılar öğrenmeli. Türkiye’de İslam tartışmasının entelektüel boyutu Mısır’daki düzeye hiçbir zaman erişmedi. Bu Mısırlı düşünürler arasında Ferit Vecdi, Mustafa Abdülrazık ve İslamda kadın sorununu Türkiye’deki gelişmeye yakın bir düşünce ile dile getiren Kasım Emin (18651908) anımsanmalıdır. Bu düşüncelerin temsilcisi olan (Hizb elUmma) yani Halk Partisi, Abduh’un izleyicileri tarafından kurulmuştu. El Ceride bu partinin gazetesiydi ve gazetenin sonraki baş editörlerinden ve yazarlarından Ahmet Lutfi elSeyit (18721963) Avrupa felsefesini ve edebiyatını izleyen bir politik yazar olarak akıl, özgürlük, demokrasi gibi konuları İslam geleneği bağlamında tartışıyordu. Kuşkusuz bu özgürlük İngiliz sömürge vali sayesinde oluyordu. Abdülhamid’in İstanbul’unda yoktu. Türkiye’de kuramsal bir din öğretisinden gelip Avrupa düşüncesiyle alışverişi olanı pek tanımıyoruz. Mısır’daki düşünürlerin karşısına ancak Mehmet Akif gibi bir şairi çıkarabiliriz. Ahmet Lutfi’nin önemli bir tezi vardı; cehalet olmayınca despotizmin de olmayacağını düşünüyordu. Fakat İslamda despotizm Orta Asya’dan Fas’a, her kılıkta karşımıza çıktığına göre, burada bir açık Müslüman cehaleti sorunu olduğu söylenebilir. Gerçekten de Türkiye dışında bütün İslam ülkeleri despotlar tarafından idare edilmiş ve edilmektedir. Aradan yüzyıl geçtikten sonra İslamı bu derinlikte inceleyen ve çağdaş dünyanın karşısına koyan bir Müslüman Türk düşünürünün çıkmaması ve buna karşın, dinsel kurumlaşmanın yoğunlaşması, ülke geleceği için umut verici değildir. Böyle bir kuramsal gelişmeye karşın, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Arap dünyasında neler olduğunu anımsayalım. Yüz elli milyon insanın ölümüne neden olmuş bu savaş, Almanya, Fransa, İngiltere, Amerika ve bütün dünyayı kurtarıcı olacağını savlayarak ortaya çıkan Rusya’nın, insan yaşamına ve başka ülkelere ve toplumlara hiç önem vermediklerinin kanıtıdır. O savaşta Polonya’ya çektirilen acılar, Yahudi kıyımı, Katin ormanı faciası, Hiroşima ve saymakla bitmez cinayetler bugün bile insanın kanını donduran olaylardır. Savaş sonunda sömürge olmaktan yavaş yavaş kurtulan Araplar, bağımsızlığı demokrasinin başarısı sandılar. Daha doğrusu onlara öyle söylendi. Oysa Araplar demokrasinin ne olduğunu bilmiyorlardı. Fakat kölelikten kurtulmanın demokrasi olmadığını çabuk öğrendiler. Çünkü bağımsızlığa kavuşan Arap ülkelerinin başına diktatörler oturdu. 1950’lerde demokrasi, Batı dünyasında olduğu gibi, sosyalist düşüncelerle birlikte Arap kamuoyuna sunuldu. Önerilen Baas programı demokrat sosyalizmle milliyetçiliğin karışımı idi. Arap Birliği’ni ve özgürlüğü savunan, anti emperyalist ve laik bir programdı. Tunus lideri Burgiba, Suriyeli Michel Aflak, Sahaladdin ElBitak gibi liderlerin Türkiye’yi başarılı bir örnek olarak gördükleri söylenebilir. Fakat Arap Birliği, ancak Abdul Nâsır Mısır’ın başına geçince, ve ancak 195861 arasında gerçekleşebildi. Arapların 20. Tayfun Akgül yüzyıl ikinci yarısında yetiştirdikleri en karizmatik ve yeni çağın gereklilerinden haberi olan lider Nâsır’dır. Nâsır tarım ve toprak reformu yaptı; sanayiyi milliyetleştirdi. Assuan Barajı gibi büyük kamu projeleri gerçekleştirdi. Eğitim sistemini yeniledi. Çağdaş sanatları destekledi. Bu en büyük Arap liderinin önemli bir insani özelliğini saygıyla anmak istiyorum. Öldüğü zaman içinde yaşadığı küçük bir evinden başka malı yoktu. SAVAŞ SONRASI ARAPLAR Avrupa ve ABD, 3040 yıl Arap diktatörlerce hoşça vakit geçirdi; bankaları onların paralarıyla doldu; sonra onları yok etmek için insanlarını birbirlerine düşürdüler. Sovyetler’le dövüşen Afganlara Suudiler sürekli yardım yaptılar. Şimdi İran’la savaşmak için Amerikalılara davet çıkarıyor. Neden dünyanın en fakir, en çok dayak yiyen toplumları olduklarını ve bunun nedenini düşünmüyorlar? Pakistanlılar, Endonezyalılar neden sürünüyor? Toplumları bu kadar kör yapan cahillikten başka ne olabilir? yetler’le dövüşen Afganlara Suudiler sürekli yardım yaptılar. Şimdi İran’la savaşmak için Amerikalılara davet çıkarıyorlar. Neden dünyanın en fakir, en çok dayak yiyen toplumları olduklarını ve bunun nedenini düşünmüyor bu Araplar? Pakistanlılar, Endonezyalılar neden sürünüyor? Toplumları bu kadar kör yapan cahillikten başka ne olabilir? İslam’da milliyetçilik ve tutuculukla birlikte Hafız Esad, Mübarek, Saddam, Bumedyen, Humeyni, Ziya ÜlHak, Sukarno ve Suharto gibi despotlar geldiler. Bu işbirliği dönemlerinde Avrupalı ya da Amerikalılar demokrasi sözcüğünü hiç hatırlamadılar. İslam toplumları kendi tarihlerini bilmiyorlar; çağdaş dünyadan da haberleri yok. Fakat önemli bir çağdaş özellikleri var: Coca cola, blue jean, gökdelen ve Kalaşnikof dillerini biliyorlar ve çat pat İngilizce konuşuyorlar. İLK ÖNEMLİ ARAP DÜŞÜNÜRÜ CBT 1303/ 5 9 Mart 2012