16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

İKTİSAT PENCEREMDEN Oxford Üniversitesi’nde Ertegün Beşeri Bilimler Bursu Adını dünya çapında duyuran Türk müzik adamı, Atlantic Records şirketinin kurucusu Ahmet Ertegün’ün eşi Mica Ertegün, Oxford Üniversitesi’nde “Mica ve Ahmet Ertegün Beşeri Bilimler Lisansüstü Eğitim Burs Programı”nı başlattı. Oxford Üniversitesi Rektörü Lord Patten, The British Academy’de gerçekleştirilen davette, yeni burs programını, 900 yıllık tarihleri boyunca beşeri bilimler dalında aldıkları en cömert destekle hayata geçirdiklerini duyurdu. Tam burs programına; dünyanın her köşesinden edebiyat, tarih, müzik, arkeoloji, sanat tarihi, Asya veya Ortadoğu araştırmaları gibi dallarda lisansüstü eğitim görmek isteyen öğrenciler başvurabilecek. Mica Ertegün tarafından kendisi ve merhum eşi adına yapılan bağışın miktarı, 26 milyon Pound’u (yaklaşık 72 milyon TL) aşacak. Bilgi dağarcığını ve vizyonunu geliştirme düşüncesinde ve arayışında olan, yüksek vasıflı öğrencilerin desteklenmesi misyonuyla hareket edecek burs programına, başlangıçta yılda 15 öğrenci kabul edilecek. Bu sayı sonraki senelerde 35’e kadar çıkacak. Öğrenciler, Oxford’un merkezinde bulunan “Mica ve Ahmet Ertegün Evi”ni, araştırma merkezi olarak kullanabilecek. Ertegün Evi ilk bursiyerlerini, 2012 Aralık ayında başlayacak yeni akademik yılda kabul edecek. Burstan yararlanarak Ertegün Evi’nde kalan öğrencilere, kendilerinden sonra gelenlere yapacakları tam zamanlı danışmanlık hizmeti karşılığında ücret de verilecek. Evde ayrıca öğrencilere yönelik, seminer, konferans, etkinlik ve konserler gerçekleştirilecek. New York’un ünlü iç mimarlarından Mica Ertegün, “Hayalim, bir gün Ertegün bursiyerlerinin tarihçi, filozof, arkeolog, yazar, besteci, din adamı ve devlet adamı olarak toplumlara liderlik etmesi...” dedi. Oktay Yenal [email protected] 66 yıl önce iktisat asistanı olarak Istanbul Üniversitesi’ne girdiğimde Türkiye’de gençlik oldukça sol görüşlüydü. Arkadaş toplantılarında adeta neoklasik iktisadın tek savunucusu rolüne düşerdim ben. Daha sonra Friedman’ın o zamanki imparatorluğu olan Chicago Üniversitesi’ne gittim ve LSE’de kaçırdığım Hayek’in derslerine kavuştum. O kadar sağcı bir iktisatçı olarak bilinirdim ki Karaosmanoğlu İstanbul’a gelerek bana Devlet Planlama Teşkilatı’nda çalışmamı önerince ve ben de kabul edince bütün arkadaşlarım şaşırmışlardı. Plan Stratejisi dokümanına mukayeseli avantaj prensibini sokmak için ve yerli otomobil yapımına devletin para harcamasını önlemek için neler çektiğimi bir kitabımda anlatıyorum. O zamanlar bir odaya girdiğim zaman, arkadaşlarım odaya casus gelmiş gibi susarlardı, çünkü sol herşeyi sustururdu. Şimdi ne oldu da solun sessizliğinden şikâyet eder oldum? Üstelik şikâyet eden, bir şeylerin olmasını bekleyen bir tek ben değilim. Sol akımlardan bıkmış, “Tarihin Sonu” kitabı ile daha ünlenen Fukuyama bile Foreign Affairs dergisindeki geçen ayki yazısında, Amerika Birleşik Devletleri’nde solun sessizliğinden şikâyet ederek, bir anlamda tarihin sona ermediğini ima ediyor. Nitekim Tony Judt da Amerika’da verdiği bir konferans sonrasında 12 yaşında bir oğlanın kendisine “Niçin bu bahsettiğiniz sorunlar konuşulurken sosyalizm kelimesi söylenince sanki bir tuğla düşmüş gibi tartışma kesiliyor, bunu düzeltmek için ne tavsiye edersiniz?” diye sorduğunu naklediyor. Sol neden suskun? Bugün gelir dağılımı hemen her ülkede bozulmuş ve işsizlik hızla artarken (Avrupa Birliği’nde işsiz sayısı 24.3 milyon) dünya nimetlerinin daha eşit dağıtılmasını isteyen SOL’un daha çok konuşulması gerekmez mi? İsterseniz büyük resme bakarak bu acaipliğe cevap aramaya çalışalım. Konuşulan kavramlar arasında belki en anlamlısı Liberalizm. Gerçekten gerek iç siyasada, gerekse dış ilişkilerde otoritenin sınırlarını çizmek her medeni toplumun görevi olmak gerek. Peki Kapitalizm nereye oturuyor? Kapitalizmin en güzel tarifini Adam Smith’in bir cümlesi ortaya koyuyor: “Yediğimiz yemeği kasabın, biracının, ya da fırıncının iyilikseveverliğine değil, kendi çıkarlarını gözetmelerine borçluyuz.” İhtilal ve diktatörlük rejimleri gösterdi ki, insanlar aç gözlü oldukça kapitalizm yaşayacak. Bugün gerek liberalizmin, gerek kapitalizmin modern toplumlar için bir gerek olduğu muhakkak. Fakat son zamanlarda çok kullanılan bir terim olan Demokrasi’yi, kullanış tarzıyla, aynı kefeye koymamız gerekli mi? Unutmayalım ki, 19 yüzyıl başlarına kadar nasıl yönetilecekleri konusunda oy verenler, o da var ise, Avrupa’da ve Amerika’da belli bir eğitimden geçmiş, mal sahibi burjuvalardı. Bu gün dağdaki çobanın da oyunun benim kadar olması bir yana, kapitalizm’in bilhassa lobiler vasıtasıyla nasıl vahşi bir hâl aldığını gördüğümüz zaman, bu sistemin iyi işlemediği bir gerçek. Amerika’da ailelerin en zengin yüzde 1’i, 1974’de milli gelirin yüzde 9’unu alırken, 2007 yılında bu oran yüzde 23.5 ‘a yükselmişse, ve hâlâ Cumhuriyetçi Parti vergilerin indirilmesini istiyorsa, Türkiye de hergün artan dolar milyonerleri sayısı ile övünüyorsa, demokrasinin işleyişinde bir çürük var demek. Özellikle 18, 19 ve 20ci yüzyıda hızla büyüyen Batı yirminci yüzyılda daha da gelişirken son 20 küsür yılda hızını kaybetmiş görünüyor. Tam herşeyin yolunda gittiği düşünülürken, tarihin sonu gibi makaleler yazılırken Batı (yani Avrupa ve Amerika) büyük bir iktisadi bunalım içine girmiş bulunuyor. Artık ne Washington concensus’dan bahseden var ne de tarihin sonundan. Her ne kadar Batı hâlâ bu bunalımı bankalar sistemindeki ufak reformlarla çözmeye çalışıyorsa da, bu bunalımın bence üç nedeni var: 1. Ücretler; 2. Küreselleşme ve 3. Teknoloji. Küreselleşme dünya piyasalarını yakınlaştırmış, bunun sonucunda Batı’da büyüme yavaşlamış, ucuz ücretle çalışan ülkeler büyümede öne çıkmış bulunuyor. Teknolojik değişmenin dünya iktisadı üzerinde bir önemli etkisi daha var: dünya çapında işsizlik. Vaktiyle iktisat derslerinde şöyle sorular sorulurdu: “Hocam, otomasyon işsizliğe sebep olmaz mi?” Cevabımız hazırdı: “Elbette hayır! Çünkü otomasyon yüzünden işinden olan işci, başka yerde iş bulur ve böylece milli gelir artar.” Bu gün kazın ayağının öyle olmadığını görüyoruz. Aşağı yukarı her ülkede işsizlik oranı %10’un üstünde. Ve buna rağmen sol’un sesi çıkmıyor. Durum böyle sürecekse, işsizliğin attığı ülkelerde devletin piyasalardan daha öne geçmesi beklenir. Fakat nasıl? Bu da gelecek yazımın konusu. Solun Sessizliği Yarımburgaz Mağarası ve tahribat Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji’de yayımlanan 02.03.2012 tarihli yazıda, dizi sektörünün tarihi meLeyla ile Mecnun”un da adı kanları nasıl tahrip ettiğine dair yazıda, şirketimizin yapımcılığını üstlendiği “L geçmektedir. Bir kere daha kontrol ettiğimizde, tarafımızca görülmüştür ki, söz konusu mağarada ateş yakılmamış, oraya yalnızca işaret fişekleri yerleştirilmiş, daha sonrasında ise animasyonlarla ateşler eklenmiştir. Mağara duvarına “Acil Çıkış” yazısı ise boyayla yazılmamıştır. Ekipten bir arkadaşımız mağaraya gönderilmiş, bir kere daha kontrol ettirilmiş ve yazının boyayla değil, köpükle yazıldığı teyit edilmiştir. Daha sonra gereken yapılmış ve yazı temizlenmiştir. Bu konuda bizi uyardığınız için teşekkür ederiz... Eflatun Film «Bizans Yıllarında Pozitif Bilimciler, Tabipler, Kronologlar ve Astronomlar» ????????, ?. ?? ???????, ?., [Theodosiou, S. ve Danekses, M.], 2010, ??? ?????? ??? ???????????? ??????? ??????µ????, ??????, ?????????? ??? ???????µ?? [Sta Khronia tu Bizantiu Oi Thetikoi Epistemones, Yatri, Khronologi, kai Astronomi]: ??????? [Diaulos], Atina, 668 ss. «Bizans Yıllarında Pozitif Bilimciler, Tabipler, Kronologlar ve Astronomlar» adlı bu eser, bugüne kadar Bizans’ın doğa bilimleri hakkında yazılmış en etraflı eserdir. Üstelik bu eser, başlığının belirttiğinden de daha kapsamlıdır. Mesela, başlıkta coğrafyacılardan bahsedilmemesine karşın, kitapta coğrafyacıların eserleri de detaylı olarak tartışılmaktadır. Birinci bölümü oluşturan son derece faydalı genel bir girişten sonra, bilim insanları yaşadıkları çağlara göre sınıflandırılmışlardır. Bu çağlar diğer ana bölüm başlıklarını oluşturur. Her bölümde de bilim insanlarının temsil ettikleri bilim dalları alt başlıkları oluşturmaktadır. Kitabın zengin bir bibliyografyası ve kullanışlı bir dizini bulunmaktadır. Kitapta pek çok siyahbeyaz şekil bulunmakla beraber, ben bunların ne kalitesini ne de seçimlerini tatminkâr bulduğumu söyleyebilirim. Mesela kitabın tamamında sadece tek bir Bizans haritası gös CBT 1303/15 9 Mart 2012 terilmektedir (s. 468’de). Bu da Ptolemaios’un Maksimos Planudes tarafından çizildiğini bildiğimiz Avrupa haritasıdır. Halbuki Bizanslı coğrafyacıların haritaları, kartoğrafya tarihinin en önemli belgeleri arasındadır. Mesela daha önce, 1931’de, büyük Alman kartoğrafya tarihçisi Konrad Miller (18441933) tarafından da yayımlanmış olan ve büyük Bizanslı astronom ve tarihçi, Karadeniz Ereğlisi doğumlu, Odisseus’un seyahatlerinin unutulmaz yorumcusu Nikeforos Gregoras (12951360) tarafından çizildiği sanılan Avrupa, Afrika ve Asya kıtalarının ilk ayrı haritaları bu kitaba pekâlâ konabilirdi. Bu önemli eserin Türkçe’ye bir an önce kazandırılmasının ülkemizde Bizans’ın entelektüel yaşamı hakkındaki son derece yanlış fikirlerin giderilmesine önemli bir katkı yapacağını sanırım (ör. bu sayıdaki Zümrütten Akisler köşemdeki yazıma bkz.). Bütün dünyada Bizans bilim tarihi ne yazık ki gerektiği gibi bilinmemektedir. Bunda tüm entelektüel âlemin olduğu kadar, Bizans’ın mirası üzerinde oturan bizlerin de hiç kuşkusuz önemli bir kabahati vardır. A. M. Celâl Şengör İstanbul Teknik Üniversitesi
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle