16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4+4+4= Daha Fazla İmam Hatipli Prof. Dr. T. Engin Akyürek, [email protected] 28 Şubat döneminde asker zorlamasıyla getirilen ilk sekiz yılı zorunlu ve kesintisiz eğitim uygulaması (8+4), yine 28 Şubat’ın yıldönümüne denk getirilerek hükümet dayatmasıyla 4+4+4 olarak değiştirilmeye çalışılıyor. Özünde siyasal nitelikli bir kavga, İmam Hatip Liseleri etrafında dönüyor: 8+4 formülünü getirenler eğitim kalitesini arttırmayı, bilimle donanmış genç insanlar yetiştirmeyi düşünmekten çok, eğitimin ilk sekiz yılında İmam Hatip Liseleri’ne gidilmesini engellemeyi, yani bu liselerin ortaokul kısımlarını işlevsiz kılarak kapatmayı amaçlamışlardı. Onların amacı her ne olursa olsun, kuşku yok ki, ilk sekiz yılı kesintisiz olan bir temel eğitim daha ileri, çağın gereklerine uygun bir adımdı. Şimdi bunu değiştirmeye çalışanlar çocuklarımıza daha kaliteli, çağdaş bir eğitim vermeyi mi amaçlıyorlar? Hayır, onların derdi de İmam Hatip Liseleri’ne başlama yaşını daha da aşağıya çekmek, ilkokul 4. sınıftan sonra çocukların bu okullara gidebilmelerinin yolunu açmak. Yani daha çok imam eğitimi almış mühendisler, doktorlar, hukukçular yetiştirmek. Zaten hükümet ‘dindar gençlik yetiştirmek istiyoruz’ diyerek bu vizyonunu da ilan etmişti. 12 yıllık zorunlu eğitim olumlu bir adım olarak görülebilir, ancak bu değişikliğin ‘özü’, kesintisiz olan ilk sekiz yılın ikiye bölünmesi, dolayısıyla İmam Hatip Liseleri’nin orta kısımlarının tekrar açılmasıdır. Eğitimin ilk sekiz yılı zaten zorunlu olacaksa, bu sekiz yılı 4+4 diye bölmenin başka bir mantığı olabilir mi? Nitekim, ilk dört yıldan sonra getirilmesi tasarlanan açık öğretimin revize edilerek ikinci dört yılın sonuna çekilmesine partisinden gelen tepkileri yatıştırmak isteyen sayın Milli Eğitim Bakanı ‘asli değil tali değişiklik yaptık’ diyerek bu ‘özü’ vurgulamıştır. Bu özün dışındakiler işin sosudur. Yoksa, on yaşındaki bir çocuğun bilinçli bir biçimde mesleğini seçerek meslek eğitimine başlayabileceğini kimse düşünemez. Her ne kadar statüleri ‘meslek lisesi’ ise de, İmam Hatip Liseleri bugün artık meslek okulları olmaktan çıkmış, ulusal eğitime alternatif olarak geliştirilen, dini eğitime ağırlık veren ‘paralel bir eğitim kulvarı’ haline gelmiştir. Bu okullara camilerde imam olmak için mi gidiliyor? Hayır. Avukat ya da doktor olmayı isteyen bir genç Endüstri Meslek Lisesi’ni tercih ediyor mu? Bütün dünyada meslek liseleri, kuruluş amaçları ve verdikleri eğitim gereği, mezunlarını bu yasalarla engellenmiş değilse de üniversitelere sokmaktan çok, doğrudan meslek sahibi olarak üretime katmayı hedefler. ları öğretir ve bilimin doğruları herkes tarafından kabul görür, herkes için aynı ve geçerlidir. Ama inanç dünyası çok çeşitlidir ve insanlar birbirinden farklı inanç sistemleri ve dinlerden istediklerine inanabilirler. Bütün dinlere ve inanç sistemlerine eşit mesafede durması gereken laik devlet hangi din anlayışını, hangi inanç sistemini öğretecek? Sünni, Alevi, Hıristiyan, başka inanç sistemlerine bağlı ve dindar olmayan yurttaşlarından topladığı vergilerle okullarında hangi inancın öğretilmesini finanse edecek? Öte yandan, devletin din eğitimine girişmesi, aslında din ve inanç özgürlüğüne de aykırı bir tutumdur. Devlet, dini kendi amaçlarına hizmet edecek biçimde ‘dünyevileştirerek’ ve ‘ehlileştirerek’ öğretmez mi? Yine de toplumun önemli bir kesimi devletin vereceği bir dini eğitime ihtiyaç duyuyor ise, devlet buna temel ulusal eğitiminin özünü zedelemeden bir çözüm bulabilir. Örneğin, temel eğitimin müfredatı dışında, yine bu eğitim kurumlarınca verilecek seçmeli derslerle yurttaşlarının bu gereksinimlerini karşılayabilir. Ama bu da, o ihtiyacı duyan bütün inanç gruplarından yurttaşlar için sağlanmalıdır. Peki iktidarlar neden daha fazla dinsel içerikli eğitim ister? 12 Eylül darbesine şiddetle karşı olduklarını her fırsatta çok yüksek sesle ilan edenler, neden 12 Eylül darbecilerinin Anayasa’ya koydukları ve pratikte İslam dininin bir mezhebinin öğretildiği ‘zorunlu’ din dersini, ulusal mahkemelerin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarına rağmen kaldırmazlar? Neden ulusal eğitim içeresinde dini eğitimin ağırlığının giderek artmasını isterler? Yanıtı basit; bu durum bütün iktidarların işine geliyor. Dinsel duyarlıkları ağır basan kesimlerden oy topluyor olmanın dışında, herkes için zorunlu din eğitimini anayasaya oy kaygısı olmayan 12 Eylül cuntasının koyduğunu düşünürsek daha itaatkâr kuşaklar yetiştirmeyi istiyorlar. Çünkü ancak bilimle aydınlanmış özgür beyinler kuşku duyar, sorgular ve boyun eğmez. Toplumun tamamını ilgilendiren bir alan olan eğitim konusunda yapılacak değişikliklerin, tıpkı anayasalar gibi, toplumsal bir uzlaşı ile gerçekleştirilmesi gerekirken, bu alanın bir siyasi ve ideolojik tepişme ringi haline getirilmesinin ve bunun sonucunda evrensel nitelikte bilimsel bir temel eğitimin bir türlü sağlanamamış olmasının vahim sonuçlarını görmemek mümkün değil. Ne yazık ki gençlerimizin eğitilmişlik düzeyi olması gerekenin çok altında kalmıştır. Üniversitelerde düşünmeyen, sorgulamayan, düşündüğünü ifade etme becerisi kazanmamış, bilimsel düşünceye yabancılaşmış öğrencilerle giderek daha sık karşılaşır olduk. Yavaş yavaş içine gömüldüğümüz cehalet, yalnızca çeşitli ulusal ve uluslararası araştırmaların sonuçları olarak değil, Pakize Suda’nın topluma başarılı bir biçimde ayna tutan ‘Türkiye Konuşuyor’ programında dahi karşımıza çıkıyor. Ekranda ‘gece–gündüz nasıl oluşur?’ gibi bir soru karşısında afallayan lise mezunları, üniversite öğrencileri kimseyi şaşırtmıyor mu? Muktedirlerin eğitim gibi bir alanla kendi çıkarları doğrultusunda sürekli oynamaları kaygı vericidir. Ama yine de iyimser olmalıyız çünkü merak etmek, kuşku duymak, sorgulamak, yeni bilgi edinmek, körü körüne itaat etmemek gibi meziyetler, her ‘genç’ canlının genetik kodlarında, genç olmanın doğası gereği vardır ve bu özellik eninde sonunda baskın gelir. Eğitim reformu için... “Eğitim dizgemizde zorunlu öğretim süresini düzenleme girişimi: Sorunlar, görüşler ve öneriler” başlığıyla EÜ Eğitim Fakültesi Konferans Salonu’nda düzenlenen panele Prof. Dr. Dilek Gözütok (Ankara Üni., Eğitim Bilimleri) ve Yrd. Doç. Dr. Yılmaz Tonbul’un (Ege Üni., Eğitim Fak.) sunumlarının ardından bir açıklama yayımlandı. Ege Öğretim Elemanları Derneği (EGÖDER)’in tespitleri arasında özetle şu görüşler var: 1. Eğitim gibi temel bir ulusal sorunla ilgili olarak teklif edilen 4+4+4 eğitim yasa tasarısı toplumun büyük kesimi tarafından benimsenmiyor, ancak mevcut ortamda koşulları nedeniyle bu değişikliklerin çıkış noktası ve ardındaki örtülü nedenleri yeterince ve gereğince tartışılamıyor. Çünkü siyasi iktidar, karşı görüş çevrelerini baskı altında tutmakta, karşı görüş yanlılarını azarlamakta ve korkutmaktadır. 2. Siyasi iktidarın bu olumsuz tavrına ve ortamın uygunsuzluğuna rağmen yapılabilen tartışmalar da ilkesel bir temelde değil ayrıntılara boğularak yapılmakta, böylelikle de bu değişikliklerin gerçek amacı ve özü gizlenmekte ya da görülememektedir. 3. Halbuki, demokrasi kültürü ve sosyal refah açısından gelişmiş çağdaş ülkeler eşit ve nitelikli bir temel eğitimi sosyal devletin en önemli unsuru sayarlar. Bunun içindir ki, eğitim gibi uzun soluklu politika ve yatırımlarla şekillenecek bir devlet hizmetinde toplumun tüm katmanlarının görüşlerini alarak ortak akılla çağdaş eğitim düzenlerini kurgular ve sürekliliği benimser. Toplumumuzun doktorlarını, mühendislerini, avukatlarını, öğretmenlerini vb. yetiştiren üniversite öğretim elemanlarının bir kuruluşu olan EGÖDER, böyle bir tartışmada kendisini birinci derecede sorumlu saymaktadır. Yükseköğretim sisteminin bileşenleri olarak üniversite öncesi dönemdeki eğitimden beklentimiz, eleştirel ve analitik düşünceyi özümsemiş, araştırmayı sorgulamayı sürdüren, yaratıcılığı bastırılmamış, yenilikçiliği özendirilmiş, çağdaş ve humanistik değerlere sahip bir neslin yetiştirilmesidir. Bu bağlamda EGÖDER’in, siyasi iktidarın “İlköğretim ve Eğitimde” yapmak istediği değişiklikler konusundaki görüşleri şöyle: 1. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin eğitim ve öğretim ilkeleri yıllarca tartışılarak evrensel normlara ve bilimsel gerçekliklere uygun bir biçimde belirlenmiştir. Elbette yine evrensel normlara ve bilimsel gerçekliklere dayalı olmak koşulu ile bu ilkeler yeniden tartışılabilir ve değiştirilebilir. 2. Ancak, bu ilkeler içerisinde: • “dindar gençlik yetiştirme” ilkesi yok ve de asla olmamalı. • “kindar gençlik yetiştirme” ilkesi yoktur. • karşı görüş ve uygulama sahiplerinden “intikam alma” ilkesi yoktur ve asla olmamalı. • Bu ilkeler içerisinde “toplumun dinselleştirilmesine hizmet” ilkesi diye bir ilke asla olmamalı. • “eğitim ve öğretimi inançsal temeller ve veriler üzerine oturtmak” gibi bir ilke asla olmamalı. 3. EGÖDER, yapılmak istenen değişikliklerin evrensel ve bilimsel normlara uygun olmadığına inanmaktadır. En üst düzeydeki Hükümet çevrelerinin ve yetkililerinin açıklamaları da bu kuşkuları haklı gösterir niteliktedir. 4. Halbuki, Türkiye’nin de eğitimde önceliği, çağdaş eğitbilim kuramlarından kaynaklanan politikalarla şekillenen ve sürekliliği olan bir eğitim sistemini yaşama geçirmektir. Eğitimde temel hedefimiz, okul öncesi eğitimi toplumun her kesimine yaygınlaştırmak, 1973’de Temel Eğitim Yasası’yla kabul edilen ancak 1997’de uygulamaya geçebilen zorunlu sekiz yıllık temel eğitimin niteliğini arttırmak ve eşitkaliteli ve ücretsiz eğitim olanağını toplumun tüm kesimlerine ulaştırmak olmalı. Eğitimdeki bu eksiklerimiz iyi bilinmesine rağmen, öne sürülen kanun teklifinde olduğu gibi okul öncesi eğitimin zorunluluktan çıkarılması, zorunlu öğretimin kesintili ve kademeli şekilde uygulanması, ikinci kademede çok erken yaşta meslek eğitimine başlanması, dolayısıyla meslek eğitiminin temel eğitime eklemlenmesi, özellikle kız çocuklarımızın ve engelli öğrencilerimizin eğitimini ve gelecekteki sosyal yaşamını etkileyecek şekilde ilk kademeden sonra okula devam zorunluluğunun kaldırılarak açık öğretimin yolunun açılması dile getirilen sayısız sakıncalardan sadece bir kısmıdır. Geleceğin Türkiye’sinin uygarlık düzeninde nerede yer alacağını belirleyecek olan, çocuklarımıza ve gençlerimize vereceğimiz eğitimin çağdaş olup olmadığıdır. Talebimiz getirilen tasarının, eğitim sistemimize ve toplum gündemimize düştüğü gibi hızla geri çekilmesidir. EGÖDER’in önerisi ise, eğitim sistemimizdeki nicelik ve nitelik sorunlarını çözmeye yönelik olarak evrensel normlar ve bilimsel veriler temelinde katılımcı bir süreçle her yönü ile tartışıldıktan sonra, sadece ve sadece bilimsel dayanaklar üzerinde inşa edilecek bir eğitim reformunun hayata geçirilmesidir. NEREDE UZLAŞMA ARAMAK? CBT 1303/ 19 9 Mart 2012 Burada sorun, ulusal temel eğitimin içerisinde dini eğitimin giderek ağırlık kazanmasıdır. Devletin üstlendiği temel eğitim, bilim eğitimi olmalı, devlet din eğitimi vermeye kalkışmamalıdır. Bilim ve din iki ayrı alandır. Bilimin alanı nesnel ve evrenseldir. Yani bilim, izlenebilir nesnel evreni ele alır, kendi yöntemleriyle araştırır, gözlem yapar, teoriler oluşturur, kuşku duyar, doğru mu yanlış mı diye test eder, ulaştığı sonuçlardan pratik uygulamalar çıkartır ve bunları ürüne dönüştürür. Din ise bir inanç alanıdır ve birçok insan için vazgeçilmez bir ihtiyaç olsa da özü gereği bilimin alanından çok farklıdır. Dindar bir insan sadece inanır; inanç sorgulanamaz, ondan kuşku duyulamaz, test edilmez, olduğu gibi kabul edilir. Bilim evrensel doğru DİNİ EĞİTİMİN AĞIRLIK KAZANMASI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle