02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ZÜMRÜTTEN AKİSLER A. M. Celal Şengör ler sırasında patlamış olan yıldız kalıntılarında silisyum sülfit gibi kükürt bileşimlerinin oluştuğunu gösteren kanıtlar bulundu. Kükürt molekülleri çok sayıda süreçler ve son olarak da yaşamın oluşması için önemli. Kükürt moleküllerinin oluşumu, aslında modellerle tahmin edilmişti, ancak son çalışmada meteorityıldız tozunun izotop analizleriyle kesin olarak kanıtlandı. Mainz MaxPlanck Kimya Enstitüsü astrofizikçisi Peter Hoppe yönetiminde çalışan ekip ilk önce 1969 yılında dünyada bulunan Murchinson meteoridinden 0,11 mikrometre büyüklüğündeki silisyum karbür yıldız tozu taneciklerini ayrıştırmış. Örneklerdeki izotop dağılımı belirlenmiş. Araştırmacılar beş silisyum karbür örneğinde alışılmışın dışında bir izotop dağılımı buldu, ayrıca radyoaktif titana ait bozunma ürünleri de saptandı ki bunlar sadece süpernovanın en iç sınırlarında oluşmuş olabilirlerdi. Bu da, incelenen yıldız tozu taneciklerinin gerçekten de sadece bir süpernovaya ait olabileceğini göstermekte. Araştırmacıların bulduğu yıldız tozu tanecikleri son derece ender. Nitekim tüm meteorit malzemesinin sadece yüz milyonda birini oluşturuyorlar. Ve bunların bulunması büyük bir rastlantı, çünkü astrofizikçiler aslında hafif izotoplu silisyum arıyorlardı. Silisyum sülfit molekülleri silisyum karbür kristalleriyle kaplanmış. Bu kristallerse yaklaşık olarak 4,6 milyar yıl önce güneş bulutsusuna ulaşmış ve gelişen gezegenler ve küçük gezegenlerin içine gömülmüş. Demokrasiler çok çeşitli olabilirler. Ama temelde demokrasi, bir toplumu, o toplumdan aldığı yetki ile toplumun çıkarları istikametinde yasalar ile donatarak yönetmeyi mümkün kılan yönetim şeklidir. Kalp sağlığı için genetik anahtar Gladstone Enstitüsü bilimcileri, genlerin ağır kalp hastalıklarını ne şekilde etkilediklerini buldu. Özel bir gen, embriyonun gelişimi sırasında etkisiz hale getirilmediğinde daha sonraları kalp hastalığı gelişebiliyor. Deneyler sırasında genleri etkin kalan fareler sağlıklı doğmuş, ama daha sonraları kalp kaslarında sorunlar ortaya çıkmış (İngiliz Kalp Vakfı’ndan Peter Weissberg). Epigenetik araştırmalar göreceli olarak yeni bir bilim dalı. Sadece insanın genlerini incelemekle kalmayıp, onların ne kadar iyi işlediğini de inceler. Genler ömür boyu aynı kalmalarına rağmen, mesela annenin hamilelik sırasındaki beslenme alışkanlığı gibi çevresel faktörler, genlerin etkinliğini etkileyebiliyor. Bazı durumlarda gelecekte belli başlı hastalıkların ortaya çıkma riski de artıyor. Son araştırmada iki genin kardiyomiyopati yani kalp kaslarının zayıflaması üzerindeki etkisi üzerinde odaklanıldı. Bu zayıflık, yaşamı tehdit eden hastalıklara yol açabiliyor. Genlerden biri olan Six1, anlaşıldığı üzere embriyo sürecindeki kalp gelişiminde önemli bir rol oynuyor. Diğer gen Ezh2 ise uzun süre ihtiyaç duyulmadıkça mesela Six1 gibi genlerin etkisizleştirilmesinden sorumlu. Bilim insanları hamileliğin çeşitli dönemlerinde embriyo ve cenindeki Ezh2 etkinliğinin durdurulması halindeki gelişmeleri inceledi. Bu şekilde Six1’in daha uzun süre etkin kalması sağlandı. Bu durumsa, sağlıklı doğan farelerde, daha sonra kardiyomiyopati semptomların gelişmesine yol açtı. Aynı genin insanda uzun süre etkin kalması daha sonra kalp hastalıklarının ortaya çıkması demek. Analizler Six1’in sağlıklı bir hamilelikte sadece kısa bir süre için etkin olması gerektiğini göstermiş. Araştırmaya katılan bilim insanlarından Paul DelgadoOlguin, Ezh2 bozukluğuna sahip farelerde Six1’in uzun süre etkin kalmasının, kalp kası hücrelerinde etkinleşmemesi gereken genlerin etkinliğini değiştirdiğini söylüyor. Bunlara örneğin iskelet kaslarının gelişiminden sorumlu olanlar da dahil (Nature Genetics). Yozlaşan Demokrasilerde İrtica ile Mücadele Toplum bu süreci döngüsel bir seçim süreci içinde sürekli denetler. Belirli aralıklarla yönetici seçimleri yenilenir ve halk o seçimlerde yöneticilere tabiri caizse «not» verir. Kötü not alan yöneticiler yönetimden uzaklaştırılırlar, iyi not alanlara tekrar yönetme yetkisi verilebilir. Bir demokrasiyi yozlaştırmanın en emin yolu, toplumun not verme becerisini ortadan kaldırmaktır. Toplum verdiği notu aslında asla vaz geçemeyeceği bazı şeylerin kendisine ne derecede temin edildiği kıstasından hareketle verir. Aslında toplumların vazgeçemeyecekleri en önemli şeyin yaşam hakkı, sonra da kaliteli yaşam hakkı olduğu kesindir. Bir toplumun elinden yaşam hakkını almaya kalkan hiçbir yönetim yaşayamaz. Ama toplumların elinden kaliteli yaşam hakkını alan yönetimlerin çok uzun süreler yönetimde kaldıkları, tarihte ender görülen bir olay değildir. Halkın yaşam kalitesini düşürdükleri halde yönetimde kalanların başarı sırrı, halkın kaliteli yaşam kavramını değiştirebilmeleridir. Toplum için önemli olan, karnını sağlıklı olarak doyurabilmek, rahat bir mekânda yaşayabilmek ve toplum sınırları dahilinde istediğini yapabilmektir. Bunlara beslenme hürriyeti, konut seçme hürriyeti ve yaşam uğraşlarını belirleme hürriyeti diyebiliriz. Şimdi birisi çıkıp da, toplumun bireylerini bu yaşadıkları hayatın aslında geçici olduğuna, asıl yaşamın ölümden sonra (veya gelecekte) olduğuna, bu yaşamda beslenme, konut seçme ve yaşam uğraşlarını belirleme özgürlüklerinden yapacakları fedakârlıkların, bir başka yaşamda kendilerine faiziyle geri verileceğine inandırabilirse, toplum bireylerinin ekserisi bu üç temel özgürlüğünüzden seve seve vazgeçer. Yaptığınız fedakârlıklar güya sizin ileriye dönük yatırımınızdır, ama gerçekte bir başkasının beslenme, konut seçme ve yaşam uğraşısını belirleme hürriyetlerini alabildiğine genişletir. Toplum kaybederken, onu ikna edebilenler kazanır ve her kazandığında topluma bu kazancın aslında ortak olduğu masalını anlatır. Kendi zenginliklerini sayarak toplumun nasıl zenginleştiğini rakamlarıyla belgeler ve toplum bu görünür «başarıdan» kendinden alınanların hesabını sormayacak kadar etkilenir. Bu durumlarda, toplumlar kendilerini aldatan yöneticileri ard arta seçmeye, hatta seçme haklarından tamamen vazgeçmeye bile hazır hale gelirler. Nazi diktatörü Hitler, Almanlara gelecekte muazzam bir «Büyük Almanya» vaat ediyordu. Bu inanç uğruna 20 milyon Alman öldü, Almanya tamamen bir harabeye döndü ama Alman halkı son ana kadar Hitler’in vaat ettiği mucizeyi bekledi. Ortaçağ Avrupası insanlık tarihinin en feci sahnelerinden biridir. Bu sahnede halkın iliğini emen din adamları lüks içinde yaşıyorlardı. Sonunda 14. yüzyılda (13481350) kara ölüm denen veba kıtanın nüfusunun yarısını götürünce Avrupalının aklı başına geldi ve kendisine satılan dinin koca bir yalan olduğunu anladı. Bu ve ondan iki asır önce cesur bir avuç keşişin (yani manastır papazının) gayretiyle ve İmparator Friedrich Barbarossa‘nın (11221190) desteği ile başlayan kılise reformu, Rönesans’ın gerçek başlangıcıdır. Rönesans’ın Hıristiyanlığa aşkettiği muhteşem tokat, Hıristiyanlığın etkisiyle çöken Roma’dan beri ilk kez Avrupa’nın üstünlüğünün başlangıcıdır. Yozlaşan demokrasilerde yöneticiler, her reform çabasını halk düşmanlığı olarak yorumlayıp, reformcuları halk düşmanı ilan ederler. Onlar için özel mahkemeler kurulur (Nazilerin ve komünistlerin özel mahkemeleri veya ABD’de McCarthy döneminin özel komisyonları gibi; bunların bazılarında temyiz hakkı olmadığı gibi, ölüm kararları derhal infaz edilirdi), şüphelilere doğrudan hüküm giymiş tutuklu muamelesi yapılır ve özellikle bunların toplum önünde itibar kaybetmeleri için medya yoluyla propagandaya geçilir. Amerikan Silahlı Kuvvetleri’ne sataşmasının sonunda kendi politik sonunu hazırladığı Joseph McCartyh (19081957) denen alçağın ABD demokrasisinin vicdanında açtığı derin yaralar hâlâ unutulamamıştır. Yozlaşan demokrasi, yozlaşma yöntemini gericiliğin desteklenmesi şeklinde seçmişse, irtica ile her mücadele orada rejim ve toplum düşmanı damgasını yer ve pek çok halde özel mahkemelerle normal hukuk sürecinin bile dışına taşınır (McCarthyizm bunun çok güzel bir örneğidir). Bu durumdan kurtulmak, demokrasinin doğal sınırları içinde çok güçlü bir halk ve özellikle entellektüel vicdanın harekete geçmesini gerektirir. Burada da tercih bizimdir. Ya harekete geçeriz, ya da yozlaşmanın gelip bizi ya yutmasını ya da yozlaştırmasını bekleriz. Geleceğin yakıtı denizden mi? Patlayan yıldızların kimyası Bilim insanları, Güneş sistemimizin öncülerindeki temel kimyasal süreçleri daha iyi anlamaya başladı. Uluslararası bir ekip 4,6 milyar yıllık Murchison meteoridindeki toz birikimlerini yakından inceledi. Yıldız tozu bir süpernovaya ait ve Güneş sistemimizden bile daha eski. Bu inceleme Nilgün Özbaşaran Dede CBT 1298/ 5 3 Şubat 2012 Biyolojik yakıtların üretimi, sorunları da beraberinde getiriyor. Mesela etanol için ekilen şeker kamışının ekimi çok yer kapladığı için diğer ürünlerin yerini kısıtlıyor ve ormanları tehdit ediyor. Fakat Amerikalılar şimdi biyolojik yakıtın daha verimli bir şekilde elde edilmesini sağlayacak genetik bir çözüm buldu. Berkeley Bio Architecture Lab bilim insanları deniz yosunundaki karbonhidratı yani aljinat olarak bilinen yosun şekerini etanola dönüştürmeye başardı (Science). Escherichia coli mide bakterisine, ajinat üreten enzimin yapı planını içeren bir gen parçası yerleştirdiler. Ayrıca bu parça, şeker indirgeme maddelerinin etanola dönüşmesini sağlayan genler de içeriyordu. Enerji uzmanları uzun bir süredir su yosunun olağanüstü bir enerji kaynağı potansiyeline sahip olduğu görüşündeydiler. Sonuçta yosunlar ilave ekin alanları gerektirmediğinden, diğer ürünler ve ormanlık alanlar için tehdit oluşturmuyor. Şimdi Şili’deki dört su çiftliğinde bu mikrop teknolojisi geliştiriliyor. Bilim insanları, dünya genelindeki kıyı sularının yüzde üçünden daha azının, su yosunundan 200 milyar litreyi aşkın biyolojik yakıt elde etmek için yeterli olduğunu hesapladılar.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle