27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HUKUK POLİTİKASI Franz Taeschner ve Anadolu Yolları Zek i A r ı k an Hayrettin Ökçesiz okcesizhayrettin@gmail.com http://okcesizhayrettin.blogspot.com T ürk Tarih Kurumu, kurulduğu yıllarda büyük bir atılım yaparak pek çok değerli eseri dilimize kazandırdı. İlk aşamada 140’dan fazla eser Türkçeye çevrildi. Ekonomik zorluklar ve çeşitli sorunlar yüzünden ne yazık ki bu çok değerli eserlerin çoğu bastırılamadı. Kazaya uğrayanların dışında, bu çalışmalar kurumun kütüphanesinde saklanıyor. Ne var ki zamanla bu çevirilerin dili eskidi. Ancak dilleri güncelleştirilen bir iki eser bastırılabildi. Sözgelimi Enver Ziya Karal’ın çevirdiği, Adnan Binyazar’ın sadeleştirdiği W.Heyd’ın Yakın Doğu Ticaret Tarihi’nin ancak birinci cildi basılabildi (1975). Fakat bu çevirilerin çok “istismar” edildiğini üzülerek belirtmeliyim. Kimi çeviriler alındı, kuruma teslim edilmedi. Kimi eserlerden çevirenin adı silinerek, “düzenleyen” adı altında bir başkası tarafından yayımlandı. Rusçadan çevrilen Anna S. Tveritinova’nın Türkiye’de Karayazıcı Deli Hasan İsyanı ise kurum dışına çıkarılarak “yayına hazır”landı ve basıldı (2006. Türkçeye kazandırılan eserler arasında ünlü Alman bilgini Franz Taeschner’in Osmanlı Kaynaklarına Göre Anadolu Yolları (Das Anatolische Wegenetz nach Osmanischen Quellen, Leipzig, 1924, 1926) da vardı. İki cilt halinde çevrilen bu eser de TTK kütüphanesindedir (çev./131). Şimdiye kadar pek çok tarihçi ve sanat tarihçisi bu çeviriden yararlandı. Eseri Türkçeye çeviren, daha önce yazarın iki makalesini dilimize kazandırmış olan ünlü coğrafyacı Hamit Sadi Selen’dir. Osmanlılarda coğrafya konusunda ilk derli toplu monografi olduğuna şüphe yoktur. Bu çalışmayı yaparken henüz Türk Kurtuluş Savaşı bitmemiş, Lozan imzalanmamıştı. O yıllarda işgal altında bulunan İstanbul’a bir Almanın girmesine olanak yoktu. Bundan ötürü dönemin Alman Türkologları kendisine büyük destek verdi. Türkiye’ye ancak 1924 yılında gelebildi ve pek çok malzemeye ulaştı. Anadolu yolları için büyük bir kaynak olan fakat o dönemde henüz basılmamış bulunan Evliya Çelebi’nin IX.cildini de incelemek fırsatını buldu. Taeschner, Osmanlı coğrafyası konusunda kullandığı kaynakları, yollar için de geçerlidir. Deniz coğrafyası açısından da Piri Reis’in en önemli kaynak olduğunu dile getirir. Son yıllarda Mahmut Ok’un yayımladığı Mehmet Aşık’ın Menazirü’l Avalim başlıklı eserini, “doğu nitelikli coğrafyanın son ürünü” olarak kabul eder. Kâtip Çelebi, “toplayıcı bir yazar”dır. Evliya Çelebi Seyahatnamesi ise bölgesel coğrafyanın en “büyüğü”dür. Yalnız, Taeschner’in, Kâtip Çelebi’nin Evliya’dan haberi olmadığını vurgulamasını anlamaya olanak yoktur. Çünkü Kâtip Çelebi, 1657’de öldüğü zaman, Evliya, yolculuklarına devam ediyordu ve eserini de henüz yazmamıştı. Bu kaynakların dışında Taeschner, sefer günlüklerini, diğer Osmanlı kaynaklarını da kullanmış, özellikle yabancı seyahatnamelerden geniş ölçüde yararlanmıştır. Anadolu yol ağının Osmanlı dönemindeki durumunu kavramak için Taeschner, Selçuklu döneminden geriye giderek antik döneme, Haçlı Seferlerine, Bizans çağına, Beylikler zamanına kadar inmekte Anadolu’nun topografyasını ele almayı zorunlu görmektedir. Kervan yollarının gelişimi ve işlerlik kazanması, Anadolu yol ağının biçimlenmesinde önemli bir rol oynar. Bir başka nokta da, askeri yolları ayrı tutmasıdır. Ancak ordu yolu kesin değildi. Kimi zaman bu yolun kervansaraylar tarafından kullanıldığı da görünmektedir. Benzer bir uygulama Hac yolları için de geçerlidir. Ulaşım bakımından pek elverişli olmayan Anadolu’nun kapılarında son derece uygun bir merkez bulunmaktadır ki o da İstanbul’dur. Burası Anadolu ile Balkanlar arasında doğal bir merkez işlevi görmektedir. Dünya ulaşımı açısından Anadolu’nun en elverişli yeri Batı kıyılarıdır. Burada iç Anadolu’ya kadar uzanan ve aralarında geniş vadiler oluşturan kıyı çizgisine dikey olarak uzanan silsileler ulaşıma çok elverişlidir. İzmit körfezinden başlayan yol, Tarsus ve Kilikya’dan geçerek Amanoslar üzerinden Kuzey Suriye’ye gidiyordu. Anadolu yol ağı, ekonomik, siyasal ve askeri gereksinimlere göre oluştu ve gelişti. Bu sistem Tanzimat dönemine kadar devam etti. Çağdaş Batı kökenli ulaşım araçlarının ortaya çıkması ve Türkiye’ye girmesiyle birlikte yol güzergâhları temelinden değişti. İşte Taeschner’in bu anıtsal eseri, bu gelişimin ve dönüşümün tarihsel sürecini açıklar. DÖNÜŞÜMÜ ANLATIYOR Taeschner’in söz konusu eseri, bir başka çevirmen tarafından yeniden dilimize çevrildi ve bu kez tek cilt halinde basıldı (Osmanlı Kaynaklarına Göre Anadolu Yol Ağı, çev. Nilüfer Epçeli, ed. Yücel Öztürk, Bilge Kültür Sanat, İstanbul, 2010). Yayınevinin önsözünde yer alan eserin, “günümüze kadar Türkçeye kazandırılmamış” deyimi bu yüzden havada kalmakta, geçmişte yapılanları görmezlikten, bilmezlikten gelme alışkanlığımıza bir yenisi daha eklenmektedir. Ancak her ne olursa olsun yapılan işin önemini vurgulamayı da unutmuyoruz. Franz Taeschner, Osmanlı coğrafyasından Ahiliğe ve özellikle Osmanlı tarihçiliğine kadar pek çok alanda eser vermiş ünlü bir doğubilimcidir. Tarihçiliğe katkısı, XV. yüzyılın en önemli kaynaklarından biri olan Neşri’nin iki yazmasını ayrı ayrı yayımlamış olmasıdır (Band I, Cod. Menzel,1951; Band II,Cod. Manisa 1373, 1955). Ahilik ve bu yazmalar üzerine yaptığı çalışmalar da Türkçeye çevrilmiştir. Daha sonraki çalışmalarında, Anadolu, İran ve Irak yol ağı açısından büyük önem taşıyan Matrakçı Nasuh’un Beyanı Menazil Seferi Irakeyn başlıklı eserine ağırlık verdi. Taeschner’in ilk araştırması, Osmanlılarda coğrafya üzerinedir (çev. Hamit Sadi, Türkiyat Mecmuası, II (1926). Gerçi Doktor Adnan Adıvar, bu makaleyi kimi yönlerden eleştirmiştir. Ama bunun YANLIŞ BİLGİ CBT 1298/15 3 Şubat 2012 lın ilk karı 14 Kasım 2011 tarihinde düştü, kar kalınlığı 1520 cm ve yol açık. Bir ay bir hafta sonra (22 Aralık 2011) şiddetli kar yağışı yüzünden Bakırlıtepe’ye ulaşım kesildi, telesiyej devreye girdi. Bu günlerde Ulusal Gözlemevimiz tamamen kar altında: Kar yüksekliği 2 metreye vardı, soğukluk ta –27 dereceyi buldu! T100 teleskop binasının kar altındaki bir görüntüsü bu sayfada verildi (Hakkı Yıldız çekti, 9 Ocak 2012). Rüzgâr dokunuşları Ay yüzeyini andırmıyor da değil!.. Kaynakça: The Astronomical Almanac 2012. “Kısıtlı zamanın içine sinmiş, ömür boyu silinmeyen anılarım var. Ayvalık’ta sabah yazısı bittikten sonra faks çekmeye gidişlerimiz var. Yazı faks çekildikten sonra Ahmet Yorulmaz’ın kitapçısına uğrayıp çay içişlerimiz var; ona çay, bana limonata. Kamuran Gündemir’in terasına oturup Cunda’nın günbatımına bakarken derin klasik müzik sohbetleri var kulağıma çalınan. Köşesini okuma çabalarım, yazdığı kavramları anlama çabalarım var; dikkatlice okumaya çalışıp kelimeleri bir araya getirip anlamayışlarım var. Antiemperyalizm, sosyalizm, kaçakçılık, mafya, cinayetler, ajanlar, devlet… Yazdıklarını, çalışma metodunu görüp çok sonra anlayacağım, topluma neler anlatma derdi içinde olduğunu… 24 Ocak’ın sonrası var. Devlet büyüklerinin içeri gelerek ‘Kanı yerde kalmayacak’ demeleri var. Ardından emniyet müdürlerinin derin devleti ‘duvar’ diyerek anlatışları ve devletin, savcıların salonumuzun içine girerek, ‘Bu işi devlet yapmıştır, siyasi iktidar isterse çözülür’ deyişleri var. Yanımızda duran avukatlarımız, babamın gazeteci yoldaşları ve aile dostlarımız da var. Uğur’un adını nasıl yaşatırız, yaptıklarını gelecek nesillere nasıl taşırız, soruları var. Darmadağın olmuş bir ailenin birbirinden güç alarak ayakta kalma mücadelesi var. (…) 19 yıl çok uzun... Uzun bir zaman… Bir cinayetin ‘eskimesi’ne yetecek kadar bir zaman... Bir ailenin yaşamı, eşini, kardeşini, babasını öldürenlerin ortaya çıkarılmasını istemekle mi geçer? Bunu ummakla, bunun için devlet katında, hukuk katında derin ve uzun bir mücadeleyle mi geçer? Üstelik hayatını gerçek habere adayan bir gazeteci cinayetinin hâlâ karanlıkta olması, gazetecilik mesleğinin de kara bir lekesi değil midir? Kendine dokunulunca feryat edenlerin gazeteci sayıldığı bir medya düzeninde yaşadığımızı bilerek, 19 yıl sonra tüm gazetecilere soruyorum: Devletin öne sürdüğü açıklamalara neden hâlâ inanıyorsunuz?” (Cumhuriyet, 28.1.2012, s.6) Yürekte derin bir acı, giderek büyüyen bir isyan ancak bu denli yalın dile gelebilir. Böyle bir acıma aşağılıklara, ancak bu denli etkili söylenebilir. Özge, Uğur Mumcu’nun kızı, daha ne söylesin, nasıl söylesin hepimize, duyabilmemiz için, duyumsayabilmemiz için acılarını tüm öteki kardeşlerinin, yeryüzünde geçmiş, gelecek? Biz, özel hayatlarımızın kafesinde, her dem Guernica’yı okuruz gazetelerden buğulanan kahvemizle, asla duymadan sesinizi. Ak kara kupürlerini yapıştırarak bilgiçliğimize, bilincimizin en altlarına bastırırız da, (aslında acınası) bir dolce vita hevesiyle, balık belleğimize havale ederiz çığlıklarınızı, sevgili Özge! Daha çirkinlerimiz, daha çirkin hesaplar yapanlarımız da var, bilmez misin! Özel hayatın boğan rehavetinden, tavşan yüreklerimizle kaçıp gizlendiğimiz evlerimizden başımızı bir uzatıp, duyabilseydik sizi geçmişten gelecekten, Cunda’da bugün bir başka kış gününü yine sevinçle yaşıyor olurdunuz. Başımızı bir kaldırıp bakabilseydik zorbaların gözlerinin içine, sıramızı beklemeksizin geçerek en öne, siper edebilseydik kendimizi size, siz de bugün hâlâ bizim için göğsünüzü geriyor olurdunuz Sevgili Uğur Mumcu! En zayıfından bile böyle bir umudu birbirimizden, şimdi ama nasıl besleyebileceğiz? Kamusal mezbahanın önünde, kasapların elindeki bıçaklara bakarak öncelikli, kutsal bir özel hayatımız olduğuna kendimizi ve sizi şimdi ve gelecekte ne yüzle inandırabileceğiz? ‘Korku dağları bekler’ derler ya; yer, gök korkuyla kararınca, bu hayat aslında özel dediğimiz bir köşeye sıkışır. Bu köşede korku ruhumuzu yer bitirir ve içimizde ihanete evrilir sessizce. İhanet asla maskesiz gezmez. Biz bile yüzümüzde onu bir bakışta tanıyamayız. Korkuyla sığındığımız bu özel hayatımızda hemen hiç düşmanımız yoktur. Aslında dostumuz yoktur, demelidir de; biz zaten hiç kimseye ve hiçbir yüce değere hakikatiyle dost değilizdir. Bunu her birimiz birbirimize karşı çok iyi biliriz. Ne çok söylesek, yazsak, bu özel hayatımız bu yüzden büyük bir sessizliktir, suskunluktur. Yalnızlıktır. Bu maskenin altında masum görünen, tepkisiz, anlamsız bir yüzümüz vardır. Böylesi bir özel hayata tutsak olmak yerine, kendini özgürlük ve hakikat uğruna özgeci bir hayata adayanların katledilişlerinin, yön levhaları gibi, bugün bize ne denli bir uyarı, yakarı, bir çağrı olduğunu, fanusumuzu kırarak tüm yüreğimizle, tüm usumuzla artık duymak zorundayız. Korkuyla sokulduğumuz kovuklarımızı terk ederek sömürüye, zulme ve bilisizliğe karşı cesaretle, özveriyle direnmeliyiz. Üniversite’de Bilimlerimiz bu eylemin bilimi olmalıdır. Eylemimiz bu bilimlerin eylemi olmalıdır. Üniversitede Eylem Bilimi
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle