27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Farabi ve İbn Sina, Gazali’den farklı mı düşünüyordu? Sayın Bursalı, Başbakan’ın Gazali üzerine söylediklerinden hareketle geçen hafta başlayan ve 20. 01.2012 günlü Bilim Teknoloji’de sürdürülen tartışmaya katkım olabilir düşüncesiyle önemli olduğunu düşündüğüm bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum. Prof. Dr. Mehmet Dağ, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi. born43dag@yahoo.com zil durumdan eylemsel duruma geçen her şeyin, bu duruma gelmesi için, kendisini eylemsel duruma çıkaran bir nedene gereksinimi vardır. O halde nefslerimizi akılla kavradığı hususlarda gizil durumdan eylemsel duruma çıkaran bir neden bulunmaktadır. Bu neden, kendisinde soyut akılsal kavramların ilkeleri bulunan ve soyut akılsal suretleri insan nefsine veren “etkin akıl” dır.(Cebrail). Bu aklın, gizil durumdaki akıl olan bizim nefslerimize oranı, güneşin gözlerimize oranı gibidir. Nasıl güneş eylemsel olarak görülen bir şey ise, ve ışığı sayesinde eylemsel olarak görülmeyen nesneleri, eylemsel olarak görülen nesneler durumuna koyuyorsa, etkin akıl (Cebrail) da bizim nefslerimize oranla aynı durumdadır; (Adı geçen yapıt, ss.234235) “O hem kendinden akılsalların kendisidir, hem de gizil durumda bulunan öteki akılsalların eylemsel duruma çıkmasının nedenidir.” “Duyulardan hayal gücü aracılığıyla akılsal yetiye iletilen suretler, maddesel ilişkilerinden henüz arınmamış oldukları için, tıpkı karanlıkta bulunan nesneler gibi, bu ilişkiler altında gizlenmiş olarak bulunurlar. Nasıl güneş karanlıkta görünmeyen nesneleri, aydınlığıyla, görülebilir bir duruma getiriyorsa, etkin akıl (Cebrail) da maddesel ilişkiler altında gizlenmiş olan soyut suretleri, aydınlığı sayesinde, ortaya çıkarır. Başka bir deyişle, akli yeti hayaldeki tikelleri düşünüp, etkin aklın (Cebrail’in) ışığı onları aydınlatınca, bu tikeller maddeden ve maddesel ilişkilerden soyutlanmış bir duruma gelir ve akli nefs üzerinde izlenim bırakır.” (Adı geçen yapıt, s. 235) “Akılsal gerçekler tasım yoluyla elde edilir. Tasımda sonucun bilgisine ulaşmamızı “orta terim” sağlar. Orta terimi insan kendiliğinden bulamaz, ona bu konuda Tanrısal esinlenme yardımcı olur. Bir şey ilk kez kavrandığında Tanrısal esinlenmeye dayanır. Daha sonra bunlar öğretim yoluyla başkalarına aktarılır.”(Adı geçen yapıt, ss. 249250) Yukarıda “etkin akıl” teriminin yanına “Cebrail” terimini yerleştirmemin nedeni, etkin aklın tanrısal ya da ruhani sayılan gök küreleriyle ilgili olması ve dinsel literatürde Cebrail’in karşılığı olarak kabul edilmesidir. Farabi, bunu açık seçik olarak belirtir. Mu’tezile de bilgi konusunda, insan aklında beliren düşünceleri (havatır) ikiye ayırır: Rabbani düşünceler, ya da bilgiler; kaynağı Tanrı’dır. Şeytani düşünceler ve bilgiler; kaynağı şeytandır. Son söz olarak şunu söyleyebilirim. Bu metinleri okuyup, anlayabilmek kolay şeyler değildir; Başbakan dahil herkesin, bu konuları bilenlere bırakması daha doğru olur. Rahmetli Mumcu’nun çokça aktarılan sözü gibi, “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunamıyor”. Bilimi ve bilimsel kuruluşları İslamlaştırma süreci, korkarım, onları yukarıdaki anlayışa tutsak edip, bugüne değin elde edilmiş tüm kazanımları yok edecektir. fili hastalarında eksik olan pıhtılaşma faktörünün yapılmasını sağlayan genin, bir virüs aracılığıyla hastalara transfer edilmesiydi. Bu çalışma bir genetik mühendisliği mucizesi olarak dikkat çekti. Derin ven trombozu (DVT) bacak damarlarında pıhtı oluşumu ile karakterli bir durumdur. Damar çevresindeki bu pıhtının akciğerlere atılması akciğer embolisi ismi verilen ölümcül bir klinik tablo yaratır ve hekimlerin korkulu rüyasıdır. Bu nedenle DVT olan hastalara özel durumlarda kanı sulandırıcı tedaviler uygulanır. DVT olan hastalara genel olarak pıhtı eriten heparin ve kumadin gibi ilaçlar verilmesi önemlidir. Buna karşılık (DVT) olan hastalarda aspirin kullanımının etkili olmadığı kan hastalıkları uzmanları arasındaki yaygın inanışlardan biriydi. Ancak Cecilia Becati ve arkadaşlarının sunduğu bir çalışma aslında bu inanışın pek haklı olmadığını düşündürüyor. İtalya’da Padua Üniversitesinde yapılan bu çalışma, önceden DVT öyküsü olan kişilerde aspirin kullanımı ile DVT nüksü riskinin kullanmayanlara göre %40 azaldığını ortaya koydu. Çalışmada kullanılan aspirin dozu ise günde 100 mg olarak bildirildi. G azali gibi Farabi, İbni Sina ve İbni Rüşd de, ortaçağ düşünce paradigması içinde yer alan düşünürlerdir. Bu nedenle aralarında ciddi bir düşünce ve anlayış farklılığının bulunduğunu söylemek pek de doğru değildir. Bunun kanıtlarını aşağıda özellikle İbni Sina’dan özetleyerek çevirdiğim metinlerde göreceksiniz. Peki, bunlar niçin çatışmışlar, Gazali’den sonra çok sayıda Tehafüt’ler niçin ortaya çıkmış, diye sorulacak olursa, güç mücadelesini bir yana bırakacak olursak, bunun nedeni, olayı başlatan Gazzali’nin, yukarıda andığım filozofların görüşlerini, İbn Rüşd’ün de açıkça belirttiği gibi yanlış anlaması, kimi zaman da saptırmasıdır. Bu çatışmanın nedeninin genellikle çoğu Batı kaynaklı olan ikinci el kaynaklardan beslenen yazarlarca, akıl ve vahiy, akıl ve nakil ya da akıl ve şeriat çatışması olduğu ileri sürülür ve ortaçağda kullanılan “bilgi, akıl” gibi kavramların anlamlarının bugün onlara yüklediğimiz anlamlardan farklı olmadığı sanılır. Oysa İslam düşüncesinde böyle bir çatışma olmadığı gibi, anılan kavramlar da, canlılar gibi, evrim geçirmiş ve anlam değiştirmiştir. Bu nedenle anılan kavramları kendi bağlamında ele almak ve değerlendirmek gerekir. İslam dünyasında gerek medrese geleneğinin oluşumunda büyük katkısı, hatta kurucusu olan, Gazali’nin içinde bulunduğu Sünni düşünce sistemleri, gerekse İslam felsefi düşüncesi, doğal nedenleri araç nedenler olarak görür, Batı’daki VesileNedencilere (Okkazyonalistlere) benzer bir biçimde, gerçek nedenin Tanrı ya da Cebrail gibi Tanrısal güçler olduğunu ileri sürer. Böyle olunca, onların ne aklı bizim bugün anladığımız akıldır, ne de bilgisi bugün bizim anladığımız bilgidir. bir şey bulunmamaktadır. Görme yetisini aydınlatan ve renklerin görülmesini sağlayan, güneş ışığıdır. Tıpkı bunun gibi, Etkin Akıl (Cebrail) da, gizil aklı ve gizil akılsalları aydınlatır ve gizil akılsalların eylemsel akılsallar durumuna gelmelerini ve gizil aklın onları eylemsel olarak kavramasını sağlar” (Kitab Ara Ehl elMedinet elFazıla, yay. Haz.: Kabbani, Mısır (trz), ss. 6265; elMedinetü’lFazıla, Türk. çev.: Nafiz Danışman, MEB. Yay. İstanbul 1989). Buradaki benzetme Aristoteles’ten alınmıştır. (Bkz., Metaphysica, 1049b, 24; De Anima, III, 5, 430a, 16) Bütün İslam filozofları bu benzetmeyi kullanır. Sanıyorum özetlediğim parçayı biraz karmaşık bulanlar için basitçe açıklayacak olursak, anlatmak istediği şu: İnsan aklı Cebrail’in aydınlatması olmadan gerçek bilgiye ulaşamaz; dünyalık algılamalar ve hayalgücü düzeyinde kalır. Filozoflar dünyalık bilgileri “vehim” olarak değerlendirirler. İbni Sina’dan vereceğim özet biraz daha ayrıntılıdır, fakat çok farklı bir şey söylememektedir. Bugün içgüdüsel davranışlar olarak betimlediğimiz şeyleri İbni Sina Tanrısal esinlenme (ilham) olarak değerlendirir: “Kuşların yuvalarını, arıların peteklerini yapmaları bir akıl yürütme ve tasım sonucu olmayıp, esinlenmeye (ilham) ve zorunluluğa (teshir) dayanır; bu nedenle onların yaptıkları işler, bir ayrılık ve çeşitlilik göstermez; onlar bu türlü işlerden birçoğunu durumlarını iyileştirmek, birçoğunu da bireysel bir zorunluluktan ötürü değil, türsel bir zorunluluktan ötürü yaparlar.” (İlm enNefs, eşŞifa, yay. haz.: FazlurRahman, OUP 1970, s.204) “(İnsan dışındaki) öteki canlıların, sözgelimi, aslanın, sahibini ve yavrusunu yememesi gibi, yapabileceği eylemleri terk ettiği ileri sürülse bile, onların bu davranışlarının kendi özlerinde (nefslerinde) yerleşmiş bir inançtan ileri geldiği söylenemez; onların bu davranışlarının nedeni, bir başka ruhsal niteliktir. Bu nitelik onların yaradılışında bulunur ve Tanrısal bir esinlenmenin sonucudur.”(Adı geçen yapıt, ss. 204205) “Hayvanların korku ve umuttan doğduğu sanılan davranışı, zamanın ve zamanda bulunan şeylerin bilincinde olmalarından ileri gelmez; tersine, bu da yine bir türlü esinlenmedir.” (Adı geçen yapıt, ss.205206) İnsana gelince, bu konuda özetle şunları söylüyor: “İnsan nefsi başlangıçta boş bir levha gibi olup, gizil durumdaki akla sahiptir; eylemsel akla daha sonra sahip olur. Gilaşımı olarak görülüyor. Multipl Miyelom (MM), son yıllarda en çok ilerlemenin görüldüğü bir hastalık. Geçtiğimiz yılda ağırlıklı olarak yeni ilaç kombinasyonları ve yeni ilaçların etkinliklerinin çalışıldığı bir yıl oldu. Önceden ağır kemoterapi almış, dirençli veya nüks MM hastalarında “MLN9708” ismiyle bilinen etken maddenin ilk çalışma sonuçları sunuldu. Bu derece dirençli miyelom hastalarında söz konusu etken maddenin tedavide kullanılması yakın gelecekte olmasa bile ilerisi için oldukça umut veriyor. Yıllardır etkinliğini bildiğimiz Melfalan ve prednisolon tedavisine Lenalidomid isimli yeni bir ajanın eklenmesinin etkinliği arttırdığı bilinmekteydi. Ancak bu hastalara Lenalidomid’in tedavi sonrası tek başına idame olarak verilmeye devam edilmesi durumunda hastalık ilerleme süresinin uzadığı gösterildi. İBNİ SİNA NE DİYOR? Önce Farabi’nin “insan aklında bilgi nasıl oluşur” sorusuna verdiği yanıtla ilgili bir özet verelim. Farabi, insan aklının başlangıçta gizil durumda bulunduğunu söyledikten sonra, etkin duruma geçmesini, yani bilgiye sahip olmasını, şöyle açıklıyor: “Etkin Akıl (Cebrail) görmeyi sağlayan güneş ışığının oynadığı rolü oynar. Renkler, eylemsel olarak görülmeden önce, söz gelimi karanlıkta iken, gizil durumdaki görülebilir şeylerdir. Gözde eylemsel olarak görmeyi sağlayacak bir şey bulunmadığı gibi, renklerde de bu işlevi yerine getirecek herhangi FARABİ’NİN YANITI bir yaş sınırının konulamayacağını gösterdi. Oysaki önceki yıllarda ileri yaş hastalara kemik iliği nakli uygulamalarından kaçınılırdı. Her ne kadar halen 60 yaş üstü hastalarda bu uygulamanın riskli olduğu ileri sürülse de iyi hasta seçilmesi durumunda yaş sınırının 75’e dek yükseltilebileceği görüldü. Yani kemik iliği nakli yaşı da giderek yükseliyor. Geçtiğimiz yıl bir kez daha net olarak ortaya kondu ki, genç, performansı iyi, eşlik eden başka hastalığı olmayan, anormal genetik işaret taşımayan Kronik lenfositik lösemi (KLL) hastalarına verilen klasik tedavi yaklaşımlarımız halen altın standart olmaya devam ediyor. KLL’nin kötü gideceğine işaret eden genetik işaretlerin başında p53 mutasyonu ve 17 p delesyonu bulunuyor. Bu anormalliği taşıyan hastalarda klasik tedavi ile yanıt almak pek olası görünmüyor. Bu hastalara yukarıda da değinilen ve hedefe yönelik güdümlü mermi etkisi yapan tedavilerin verilmesi gerekiyor. Sözünü ettiğimiz tedaviler arasında “Alemtuzumab” isimli molekülü saymak mümkün. Günümüzde kemik iliği nakli yaklaşımı da halen güncelliğini koruyan iyi bir tedavi yak MULTİPL MİYELOM KRONİK LENFOSİTİK LÖSEMİ: KANSERLER DIŞINDAKİ HEMATOLOJİK HASTALIKLAR: Bu konuda yapılan en önemli çalışmalardan biri Hemo CBT 1298/ 19 3 Şubat 2012
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle