Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
OOOF OFF LINE Tanol Türkoğlu (tanolturkoglu@gmail.com) Gelecekte sanal yaşamın ne hale geleceği konusunda fikir sahibi olmak istiyorsanız, 80’lerin siberkültürüne meraklıysanız ya da yaşınız itibariyle o dönemi kıyısından köşesinden yakaladıysanız Ernest Cline’in DEX Yayınevi’nden çıkmış olan BAŞLAT (Ready Player One) kitabını mutlaka okumalısınız. Baha Tevfik Bey’e göre gelişmenin üç esası Baha Tevfik Bey, İnsanın Menşei kitabına yazdığı önsözde düşünsel ve toplumsal gelişmenin bilime bağlı olduğunu ileri sürüyor ve ülkesindeki bilimin azlığından yakınıyor. Osman Bahadır bahadirosman@hotmail.com CBT 1301/ 12 24 Şubat 2012 Sanal dünya bugün internet ve onunla yapılan şeyler olarak özetlenebilir. Şu anki haliyle sanal dünya çoğunlukla cansız. Sanal canlılık henüz tekhücreliler düzeyinde. Emekliyor. Sanal canlılık ile ilgili ilk hareketlenmeler “sanal gerçeklik” denilen teknolojilerle gündeme geldi. Sanal gerçeklik olgusunun kitlelerle tanışması belki de 1994 yapımı Taciz filmi ile oldu. Hani Demi Moore’un eski sevgilisi Michael Douglas’ı üst düzey yönetici olarak çalışmaya başladığı yeni iş yerinde orta kademe bir yönetici olarak bulmasının ardından, onu taciz etmeye kalktığı film. Filmin arka planında zaman zaman başına kask eline de bir eldiven takan birileri sanal gerçeklik içine girip, satış aşamasındaki şirketin bazı belgelerine ulaşıyor ya da onları siliyordu. İkinci evrede Second Life sitesi sanal gerçekliği bir adım ileriye taşıdı. Second Life’a üye olanlar kendilerine bir avatar seçip, bu sanal dünyada “yaşayabiliyorlar”. İnsanları temsil etmek için kullanılan bu avatar figürleri ile Second Life’ta kurulmuş olan şehirlerde dolaşabiliyor, diğer avatarlarla iletişim kurabiliyorsunuz. Daha da ötesinde gerçek dünyadan bilinen markalar Second Life’ta şube açıp, orada da kendi ürün ya da hizmetlerini lanse edebiliyorlar. Second Life’ta sanal para da var. Gerçek banka hesabınızdan avatarınızın hesabına para aktarabilir ve böylece Second Life’ta alışveriş yapabilirsiniz. Ne mi alabilirsiniz? Avatarınıza sanal kıyafetlerden tutun da boş sanal arsaya dek çok geniş bir ürün spektrumu söz konusu. Arsa spekülasyonu o seviyeye gelmiş durumda ki bunun simsarlığını yapanlar bile türemiş. Ucuza “kapatıp”, pahalıya satıyorlar. Bu sanal paraları dilediğiniz zaman gerçek banka hesabınıza transfer etmeniz mümkün. Sanal yaşamın bu emekleme aşaması gelecekte nerelere varabilir? Bunun bir örneğini Bruce Willis’in başrolde oynadığı Suretler (Surrogates) filminde gördük. Organik yaşam kendisini evlerine hapsetmiş tüm yaşam sanal bir dünyada avatarlar arasında geçiyordu. Benzer bir bakış açısıyla sanal dünyayı gerçek dünyadan bir kaçış olarak lanse eden BAŞLAT (Ready Player One) kitabı da 2045 yılının sanal/gerçek dünyasını resmediyor. Dünya kaynaklarının verimsiz kullanılması sonucunda en gelişmiş kıtalar ve ülkeler bile bugünün Afrikasına dönmüş. İnsanlık neredeyse her açıdan gerçek dünyadan çekilmiş. Ancak henüz organik bedenlerini başka şekilde yaşatacak bir çözüm üretemediklerinden hâlâ fiziksel olarak gerçek dünyada nefes alıp veriyor, besleniyor ve hayatta kalmaya çalışıyorlar. Bunun dışındaki tüm aktivite Oasis (Vaha) isimli sanal yaşamda geçiyor. Okul, iş, gezip tozmak, arkadaşlarla takılmak, eğlenmek, herşey. Bu müthiş sanal yaşamı kuran bilgisayar programcısı, ölmeden önce miras olarak geride bıraktığı yüzmilyarlarca doları, yine bu sanal dünyaya gizlenmiş olduğu üç anahtarı ve bunların açtığı kapıları bulana bırakıyor ve dünyanın her yerinde milyonlarca sanal insan (avatar) başlıyor bu büyük avın peşine düşmeye. Programcı 1980’lerin Amerikan pop kültüründe yetişmiş olduğundan 80’lerin müzikleri, filmleri, TV dizileri, önemli olayları ya da kişileri bu sürükleyici kitabın arka planını oluşturuyor. Gelecekte sanal yaşamın ne hale geleceği konusunda fikir sahibi olmak istiyorsanız, 80’lerin siberkültürüne meraklıysanız ya da yaşınız itibariyle o dönemi kıyısından köşesinden yakaladıysanız Ernest Cline’in DEX Yayınevi’nden çıkmış olan BAŞLAT (Ready Player One) kitabını mutlaka okumalısınız. Sanal Yaşamın Evrimi B ah a Tev fi k b ey (18841914), İkinci Meşrutiyet yıllarında yayımladığı kitapların önsözlerinde, bir yandan bilimin ve bilimsel düşüncenin büyük önemini ve esaslarını anlatmaya çalışırken, diğer yandan da bilimdeki ve bilim dilindeki yetersizliklerden yakınmaktadır. Baha Tevfik bey, Ernst Haeckel’in İnsanın Menşei (1911) adıyla (Nesli Beşer alt başlığıyla) yayımladıkları eserinin çevirisinin önsözünde, biraz kısaltılmış ve büyük ölçüde günümüz diline dönüştürülmüş olarak şunları söylemektedir: “Kardeşim Ahmed Nebil tarafından tercüme olunan bu kitaba bir önsöz yazmak mecburiyetinde kaldığım dakikada ne kadar büyük bir ıstırap çektiğimi anlatamam. Çünkü bir kitaba önsöz yazmak demek, az çok o kitabı eleştirmek demektir. Eleştirinin ise anlamı bellidir. Eleştirmen bir eser hakkında eleştirisini yazarken şahsını da orta yere koyar ve ‘bu mesele hakkında benim fikrim budur, ben böyle düşünüyorum, bu kitabı ben yazmış olsaydım falan nokta hakkında şu yolda görüş bildirirdim’ tarzında akıl yürütür. Halbuki ben ne yazacağım, insanın kökeni gibi gayet önemli olmakla beraber son derecede özel bir nitelik taşıyan bir meselede ne gibi bir değerlendirme yapabilirim? Hangi belgeme, hangi araştırmama, hangi müzeme, hangi mükemmel laboratuarıma güvenebilirim? Fakat zannetmeyiniz ki beni mustarip eden nokta budur. Hayır, bu cehalet şahsıma mahsus olsaydı mustarip değil memnun olacaktım. Fakat bu durum beni daha başka soru silsilelerine doğru sürüklüyor ve yine soruyorum: Hangi âlimimiz, hangi fen adamımız bu hususta ağzını açabilir, dudaklarını kımıldatabilir? Hiç, değil mi? Evet, teessüf olunur ki, hiç! Buna delil isterseniz, henüz Osmanlıca’da bu gibi bilimlere, fenlere dair hiçbir terimin, tâbirin mevcut olmadığını gösterebilirim. Bugün doğa bilimlerinin önemini inkar edecek hiçbir fert düşünemiyorum. İnsan için en önce öğrenilmesi gereken şey kendisinin ne olduğudur ki, bu da şüphesiz doğaya ait bilgilerimizin artmasıyla mümkündür. Bu sözlerime karşı bazı kimseler mekteplerde okunan tabiiyyat (doğa bilimleri) derslerini ve bilhassa Darülfünun Tabiiyyat Şubesi’ni göstererek memleketimizde tabiiyyata pek büyük bir önem verildiğini söyleyeceklerdir. Fakat bu söz, görünüşteki bir iddiadan başka bir şey oluşturmaz. Mekteplerde okunan tabiiyyat o kadar yüzeysel ve o kadar havadan sudandır ki, talebe ondan tabiatın önemli sırlarını öğrenmek şöyle dursun, tam tersine sürekli ezberciliğin mecburiyetlerine boyun eğerek zihnini alt üst eder. Özellikle de Darülfünun’umuzun Tabiiyyat Şubesi’yle, Tıp Fakültesi’nde Hayvaniyyat dersinin öğretim şeklindeki garipliği daha sonra gördüğümde pek üzüldüm. Bu mekteplerde ders verenlerin izledikleri kitapları inceledim. Meselenin ruhu niteliğinde olan tekamül nazariyesi (evrim teorisi) inkâr olunmakta ve zavallı gençlerimizin beyinleri birtakım zıt ve uzlaşmaz fikirlerin perişanlığı altında mahvedilmektedir. İşte ortaçağa ait teorilerle dimağları ezilirken ve yüksek mektep öğretmenlerimiz bile okuttukları derslerin tutarlı olup olmadığından habersiz bulunurken, Osmanlı milletinin tabiiyyat aleminde bir varlık gösterebilmesinden bahsetmek bir nevi hafiflik veya sersemlik sayılır. İşte bilimsel ve felsefi yenileşme kütüphanesi, gerçek felsefenin söz üzerine değil, tam tersine bilim ve fen üzerine dayanarak deney ve gözlem ile ilerleyeceğini ve yükseleceğini bildiği ve gerçek devrimin siyasetten ziyade sosyolojiye, genel topluluğun tavrından ziyade ferdin tavrına önem verilerek gerçekleşeceğine emin olduğu için daima bilimsel ve felsefi kitaplarında bu esası gözetmekte, özellikle de diğer bilimlere göre bir esas olan tabiiyyata pek büyük bir önem atfetmektedir. Bununla beraber şimdiye kadar memleketimizde bu hususta çalışan kimselerin azlığı ve lisanımızda bu tür bilgileri ifade edebilecek kelime ve terimlerin hemen tamamıyla denilebilecek bir derecede yoklukları, bizim için pek büyük bir zorluk yaratıyor, çünkü aynı zamanda çevirmenlik değil, belki çevirdiğimiz bilimlere özgü bir de lisan kuruculuğu mecburiyetinde kalıyoruz. Şüphe yoktur ki, bu kadar güçlükler ortasında bazı hatalara düşmemiz ve fikirlerimizde isabetsizliğimiz de olabilir. Artık bu yönlerin düzeltilmesi bizden sonra geleceklere ve pek sayılı olan bazı uzmanlara düşer zannederiz. Bu uzmanlar arasından bilhassa muhterem hekim Abdullah Cevdet beyefendiyle, Kadri Raşid, Cevad Tahsin beyler gibi muallimleri ve Satı, Subhi Edhem, Ali Cenab beyler gibi yazarları ve sair genç düşünürlerimizi kemali hürmetle buracıkta zikretmeyi gerekli sayıyoruz. Yazar bu eserinde insanın menşei münasebetiyle primat denilen insani maymunlardan, düşünme uzvumuz olan dimağın evriminden, madde ve kuvvetin öncesiz ve sonrasızlığından, insan ve maymun arasındaki güzergâhtan, Java’daki meşhur keşiften ve arz tabakalarının devirlerine ait bazı meselelerden bahsediyor ki, bütün bunlar esas itibariyle Darwinizm denilen teorinin mükemmel bir izahından başka bir şey değildir. Zaten mevcut yüzyılın tekamül telakkileri, bütün debdebe ve ihtişamları üç önemli esas üzerine dayanır ki, o esaslar da şunlardır: Tekamül kanunu (evrim kanunu), Madde ve kuvvetin öncesizliği ve sonrasızlığı, yani yoktan var edilemeyeceği ve varken yok edilemeyeceği (Baha Tevfik Bey, enerji yerine kuvvet kavramını kullanıyor, OB), Hücre teorisi. Bütün bu esaslar da 19. asrın son kısmında tamamıyla ortaya çıkmaya ve açıklığa kavuşmaya başlayan doğa bilimleri sayesinde gelişerek derece derece insanlığın mutluluğunu sağlamakta ve insanları cidden doğaya hakim olabilecek bir dereceye getirmektedir.” Baha Tevfik bey bu sözleriyle Osmanlılarda 19. yüzyılın başlarındaki bilimsel durumun son derecede gerçekçi bir tablosunu sunmaktadır. ÜÇ ÖNEMLİ ESAS