Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
İKTİSAT PENCEREMDEN Ateş konusunda bilmediklerimiz... başka bir yakıt ısıtıldığında hızla havadaki oksijenle karışıp alev alır ve çevreye uçucu buharların salınmasına neden olur; sonuçta meydana gelen akkor buğu yakıtın daha da ısınmasına ve daha çok buhar salarak çevrimin sürdürülmesine yol açar. Kullandığımız yakıtların büyük bir çoğunluğu gücünü yakaladığı güneş ışınlarından alır. Fotosentez sürecinde güneş ışığı ve ısı (odun ya da fosil yakıt olarak) kimyasal enerjiye dönüşür; yanma sürecinde kimyasal enerjiden yararlanmak suretiyle ışık ve ısı üretilir. Öyle ki, açık havada yakılan ateş temelde sürecin ters yönde işlediği bir ağaçtır. Yakıt, ısı ve oksijen düzeylerinin değişmediğini varsaydığımızda, evlerde yakılan sıradan bir ateşin büyüklüğü dakikada iki katına çıkar. Dünya, bilindiği kadarıyla, üzerinde ateş yakılabilecek tek gezegendir. Başka bir yerde ateş yakmaya yetecek miktarda oksijen yoktur. Oksijen miktarı ne denli çoksa, ateş de o denli kızgın olur. Havanın %21’i oksijenden oluşur. Katıksız oksijeni asetilenle birleştirdiğinizde 3000 santigrat derecenin üzerinde yanan bir oksi asetilen kaynak şaloması ya da hamlacı elde edersiniz. Bu, bir olasılıkla, karşılaşabileceğiniz en sıcak ateştir. Oksijen miktarı alevin rengini etkiler. Oksijen düzeyi düşük bir ateş bol miktarda yanmamış yakıt parçacığı içerir ve sarı renkte bir alev verir. Oksijen düzeyi yüksek ateşin alevi mavidir. Mum yanarken dibinden oksijen aldığı için yaydığı alevin dibi mavidir. Aşağıdan yükselen dumanlar alevi kısmen boğduğundan üst kesimi sarıdır. Ateşten su elde edilir mi? Edilir. Yanmakta olan mumun üzerine soğuk bir kaşık tuttuğunuzda su buharının metal üzerinde sıvıya dönüştüğünü görürsünüz. ...çünkü balmumu odun, benzin v.b organik maddeler gibi hidrojen içerir ve bu hidrojen yandığında oksijenle birleşerek suya dönüşür. Motorlu araçların egzoz borusundan çıkan da sudur. İnsanlar ateşle oldum olası haşır neşirler: Alazlanmış kemikler ve odun külleri ilk insansıların 400 bini aşkın yıl önce ateş yaktıklarını ortaya koyuyor. Doğa da ateşle bir hayli haşır neşir. Avustralya’da Sydney kentinin yaklaşık 225 kilometre kuzeyindeki bir kömür damarı yaklaşık 500,000 yıl Oktay Yenal yenal9@gmail.com Okuyucularım, sık sık, bugünkü düzenden şikayet ettiğimi, yine sık sık geleceğin daha çok sosyal demokrasi modeline benzemesini istediğimi farketmişlerdir. • Ateş nesne değil, bir olgudur. Odun ya da dır yanıyor. nanlılar güneş ışınlarını belli bir noktada toplamak suretiyle ateş yakarlardı. Güneş ışınlarını bir noktada toplamaya yarayan parapolik ayna günümüzde de Olimpiyat meşalesinin yakılmasında kullanılıyor. Aztekler, takvimlerine göre çevrimin tamamlandığı, 52 yılda bir imparatorluk sınırları içindeki tüm ateşleri söndürürlerdi. Yüksek düzeyde bir rahip kurbanın yarılarak açılan göğsü üzerinde taze bir ateş yakar. Bu ateşten beslenerek yakılan ateşler ülkenin her yanına dağıtılır. 1666 yılında yaşanan Büyük Londra Yangını kentin yüzde seksenini yerle bir etmesine karşın, bir yıl öncesinde 65 bini aşkın insanın ölümüne yol açan hıyarcıklı veba salgınının da önüne geçmiş oldu. Yangında salgına yol açan Yersinia pestis bakterilerini taşıyan farelerle pireler yanarak kavruldular. ABD tarihinde yaşanan ikinci en ölümcül yangın Büyük Chicago Yangını’na kıyasla dört kat daha fazla insanın yaşamına mal olan Wisconsin’deki Peshtigo Yangını idi. Bu yangında 1200 kişi yaşamını yitirdi. Her iki yangın da 8 Ekim 1871 günü meydana geldi. ABD tarihinin en büyük yangını 27 Nisan 1865 tarihinde, Sultana adlı buhar gemisinde meydana geldi. Buhar kazanlarındaki patlama nedeniyle çıkan yangın sırasında gemide, öteki yolcuların yanı sıra, kısa süre önce serbest bırakılan ve kuzey Mississippi’deki evlerine dönmekte olan 1500 tutuklu da vardı. Gemide taşıma kapasitesinin altı katına çıkılmış olması yangının neden 1547 kişinin ölümüne yol açtığını da açıkça ortaya koyuyor. 1987 yılında meydana gelen Kara Ejderha Yangını son dönemlerin en büyük doğal yaşam yangını sayılıyor. Bu yangın sırasında Çin ve Sovyetler Birliği sınırları içinde kalan yaklaşık 8 milyon hektarlık bir alan kül oldu. Kendiliğinden alev alma gerçek bir olgudur. Kimi yakıt kaynakları söz gelimi, çürüme yoluylakendi kendilerine ısı üretebilirler. Antep fıstığı, içerdiği doğal yağ miktarının son derece yüksek olması ve ısı üreten yağın ayrışmasına eğilimli olması yüzünden Uluslararası Denizcilik Tehlikeli Maddeler Yasası gereğince sakıncalı maddeler arasında yer almaktadır. Saman yığınları, kompost tepecikleri, hatta eski gazete ve dergi yığınları da alev alabilir. Bu da elinizdeki dergiyi geri dönüşüm kutusuna atmanız için iyi bir gerekçe olsa gerek. Rita Urgan, kaynak: Discover •Eski çağlarda Yu • • • • • • • • • • • • • • • • CBT 1299/9 10 Şubat 2012 • Ben de bildiğim kadarıyla nasıl bir sistem arzu ettiğimi anlatmaya çalıştım. Fakat herhalde yeteri kadar anlatamadım ki yine soranlar oluyor. Bir kez en genelden başlamak lazım. Bana göre insan huyu, bencilliği değişmedikçe toplumların kapitalist bir sistemde yaşaması şart. Gerçi büyük filozof Karl Marx, burjuva dünyasının gidişini güzel tahlil etmişti ve işi proleter devrimine kadar getirmişti, ama devrimden sonra ne yapılacağı hakkında bir plan ortaya koymamıştı. Burada Avusturya Okulunun Merkezi Planlama fikrine yönelttiği eleştirileri tekrarlamaya lüzum yok. Zaten Rus ihtilalinin ve Çin Cumhuriyeti’nin de kapitalizmden kurtulamadığı bir gerçek. Öyleyse diyebiliriz ki insan huyu böyle kaldıkça bir nevi kapitalist düzende yaşayacağız. Ancak bu düzenin şimdi olduğu gibi, vahşi kapitalizm olması gerekmez. Bunu kabul etmek lazım. Buradan demokrasiye geçelim. Demokrasi halkın, toplumda hiç olmazsa yetişkinlerin (kadınlar da dahil) isteklerini yerine getiren bir düzen olsa, mesele kalmazdı. Hatta sosyal sıfatına bile lüzum yoktu. Zenginlerin çoğunlukta oldukları ülkelerde onların dediği, yoksulların çoğunlukta oldukları ülkelerde yoksulların dediği olurdu. Elbette bu kadar basite indirgemek doğru değil, ama tezadı belirtmek için yapıyorum. Fakat bizim gibi büyük çoğunluğun zengin olmadığı ülkelerde insan sanır ki iktisat siyasaları yoksullardan yana olacak. Fakat durum öyle değil. Durumun öyle olmadığı şuradan belli ki genellikle okumuşların ve varlıklıların istediği oluyor. Yoksa Türkiye gibi bir ülkede fakir halkın yiyecek maddeleri üzerinden ödediği KDV vergisi o kadar yüksek olur muydu? Aç çocuklar bu kadar çokken, işsiz bu kadar çokken dolar milyarder sayısı her yıl artar mıydı? Bu tür düşünme, sonuçtan giderek bazı gerçekleri açıklıyor. Fakat teori yönünden de bazı durumlarda aynı sonuca varmak mümkün. Okuyucularım belki hatırlayacaklardır, önceki yazılarımdan birinde Türkiye’de ilk Gelir Vergisini yazan Profesör Fritz Neumark’ın bir sözünü aktarmıştım. Neumark, şimdiki IMF binasının önünde bana şöyle demişti: “Oktay, meğer ne safmışız gençliğimizde. Vergide ‘müterakkilik’ konusunda kendimizi aldatmışız. Şirketler öyle bir avukatlar ordusu kullanıyorlar ki, vergi kâğıt üzerinde müterakki görünse bile, gerçekte verilen vergi asgari orana iniyor.” Sadece vergi avukatları mı? LOBİ adı verilen güçler yoksul ülkelerde demokrasinin çoğunluk lehine değil, azınlıkta olan iş âlemi lehine karar almasını sağlıyorlar. Lobi’ler bazı ülkelerde değil parlemento seçimlerini etkilemek, Başkan’ların seçimini bile değiştirebiliyorlar. Mansur Olson’un “Kollektif Hareket Etmenin Mantığı” adıyla çevirebileceğimiz kitabında üstelediği gibi, zengin azınlıklar büyük çıkarlar peşinde oldukları için kendi lehlerine karar çıkması yönünde büyük paralar harcayabiliyorlar, öbür yanda bunun maliyeti çok sayıda seçmen arasında dağıldığı için karşı koyma aynı güçte olmuyor. Öyleyse işi baştan tutmak lazım. Yani sosyal demokrasi partilerini kurup onları iş başına getirmek gerek. Bu tür bir Sosyal Demokrasi Partisi’nin prgramında görmek istediğim asgari hususları şöyle özetleyebilirim. Ancak görülüyor ki bütün istediklerim kuvvetli bir devlete dayanıyor. Başka çaresi var mı? • Mümkün olduğu kadar demokrasi (Yani devlet idare ve siyasalarının halkın çoğunluğunun isteğine göre ayarlanması) • Lobiler ve basın yayının çoğunluk tercihleri yönünde ayarlanması • Müterakki bir gelir vergisi • Onun yanında güçlü bir servet vergisi • Lüks mallar üzerine ağır vergiler •İşsizlere geçim akçesi • İstihdamı artırmak için gerekirse kanuni iş gününün kısaltılması • Her vatandaşa asgari sağlık hizmeti • Herkese asgari eğitim hizmeti • Her aç olana yiyecek • Bunların bir kısmının hayal olduğunun farkındayım ama bazan, insanın nasıl bir ülkede yaşamak isterdim diye rüyalara dalmasının da zevki var. Bu Ne Biçim Düzen!