27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Dilin kayıp halkası Ağzınızdan çıkan sözcükler sandığınızdan çok daha fazlasını dile getiriyor. Seslerin ardındaki anlamın açıklığa kavuşturulması i ns anl ı ğı n di l i neden bul duk l ar ı na da ışık tutabilir L ewis Carroll’un Alis karakteri aynanın öbür yanında doğmama gününü kutlayan yumurta biçiminde dev bir yaratıkla karşılaşır ve kendisini ona tanıtmaya çalışır: Humpty Dumpty sabırsızlıkla araya girerek,”Ne kadar da aptalca bir ad! Ne anlama geliyor ki?” der. Alice kuşkulu bir tavırla,”Adın bir anlamı mı olması gerekir?” diye sorar. Humpty Dumpty kısa bir kahkaha atarak,”Tabii ki de anlamı olmalı. Benim adım görüntümübayağı da yakışıklı sayılabilecek görüntümü yansıtıyor. Seninki gibi bir adla nerdeyse biçimden biçime girebilirsin,” diye yanıtlar. Bu konuşma size tümden bir düş ürünüymüş gibi gelebilir. Yaklaşık yüz yıl boyunca dilbilim araştırmalarının temelinde sözcüklerin yalnızca ses yığınlarından ibaret oldukları gerçek anlamlarıyla pek de ilintili olmayan kararlaştırılmış birer işitsel simge oldukları görüşü yatmıştır. Türkçe bilmeyen birinin “gül” sözcüğünün güzel kokulu bir çiçek anlamına geldiğini bilmesi beklenemeyeceği gibi, “Humpty Dumpty” gibi anlamsız bir sözcüğün de o karakterin yumurtamsı biçimini ele verecek bir unsur içermediği düşünülür. CBT 1299/14 10 Şubat 2012 Ne var ki, son dönemlerde yapılan bir yığın araştırma bu görüşe karşı çıkıyor ve görünürde kimi seslerle belirli duyusal algılar arasında içgüdüsel bir bağlantı kurduğumuza işaret ediyor. Kimi sözcükler gerçekten de Humpty’nin “yakışıklı” yuvarlaklığını çağrıştırırken, kimileri uzun ve sivri bir görünümü, acı bir tadı, ya da hızlı bir devinimi çağrıştırabiliyor. Tam olarak nereye bakmanız gerektiğini bildiğinizde, bu kalıplar şaşırtıcı bir sıklıkla ortaya çıkıyor ve salt anadilini konuşan insanların bir başka dili sanıldığından çok daha iyi anlamasını sağlıyor. Bu karşılıklı duyusal bağlantılar atalarımızın ağzından çıkan ilk sözcüklere ışık tutup, insanın ÇAPRAZ DUYU Yalnızca anadilini ilk dili ve bunun nasıl ortaya çıktığı BAĞLANTILARI konuşan insanların bir konusunda da bir fikir verebilir. Edinburgh Üniversitesi’nden Carroll’un sözcüklerin içkin anbaşka dili sanıldığından Christine Cuskley, Simon Kirby ve lamları olabileceğini öne sürmesinçok daha iyi anlıyor. Bu Julia Simner kimi sözcüklerin beyden 2000 yıl önce Platon, Sokrates’in nimizde çapraz duyu bağlantılarına k a r ş ı l ı k l ı d u y u s a l iki arkadaşıKratylos ile Hermogenesyol açabileceği görüşünden yola çıarasında geçen bir konuşmayı kayda bağlantılar atalarımızın karak deneklerinin ağızlarına acı, geçirir. Hermogenes dilin keyfi bir ağzından çıkan ilk tatlı, tuzlu ve ekşi pastiller verip onunsur olduğunu ve insanların kullanlardan bilgisayar sentezleyicisi aracıs ö z c ü k l e r e ı ş ı k t u t u p , dıkları sözcüklerin salt uylaşımsal bir lığıyla ağızlarındaki tada en çok yapıya sahip olduklarını öne sürer. insanın ilk dili ve bunun uyan farklı ünsüzlerin seslerini çıKratylos ise, tıpkı Humpty Dumpty nasıl ortaya çıktığı kartmalarını istediler. Elde edilen gibi, sözcüklerin doğal olarak anlamsonuçlar hiç de rastlantısal değildi. k o n u s u n d a d a b i r f i k i r larını yansıttıklarına inanır. Aristo Şekerli tatlar yüksek ünlülerle, ekşi da kafayı sözcüklere takan Kratyverebilir. tatlar alçak ya da kalın ünlülerle los’un sonunda konuşmaktan tümden ilintilendirilmekteydi. vazgeçtiğini dile getirir. Başka araştırmacılar da günlük konuşmada ses simgeYunanlı düşün insanları bu konuya asla bir çözüm geciliğinin kanıtlarını bulmaya çalıştılar. Sözcüklerin ses tiremediler. Ancak iki binyıl sonra İsviçreli dilbilimci yansımalarından oluşturulması anlamına gelen yansıma, Ferdinand de Saussure görünürde bunu başardı. 1910’larya da “onomatope” örneklerine ender tanık olunmakla da, kısmen farklı dillerin kıyaslandığı bir yaklaşımdan yabirlikte, ses simgeciliğinin çok daha incelikli örnekleri rarlanarak, dilin keyfiliğiyle ilgili güçlü bir sav ortaya attı. burnumuzun dibinde olabilir. İngilizcede “sn” harfleriyle Söz gelimi, her ikisi de sığır anlamına gelen Fransızca başlayan sözcüklerin genelde koku organımızla bağlantılı “boeuf” ve İngilizce “ox” sözcüklerini ele alalım. İkisi arasözcükler oldukları görülüyor. sında çok az benzerlik olması, Saussure için sözcüklerin Kuşkucular ses ile anlam arasındaki bu tür sistemli doğal olarak anlamlarını yansıtmadıklarının açık bir gösbağlantıların (phonaestheme) salt rastlantısal olduğunu tergesiydi. düşünseler de, Kaliforniya Üniversitesi’nden Benjamin Dilbilim dünyası genelde bunu inandırıcı bulurken, Bergen’in araştırması bunun tersini gözler önüne seriyor Alman ruhbilimci Wolfgang Kohler araştırmasında biri ve beynin bu tür bağlantılı sözcüklerin anlamlarını aralauzun ve sivri, öteki eğri olan iki anlamsız biçimin çizimlerında yalnızca anlamsal bir bağlantı olan sözcüklerden rini gösterdiği deneklerden her bir biçime “takete” ya da çok daha hızlı algıladığını ortaya koyuyor. İÇGÜDÜSEL BAĞLANTI “baluba” adlarından birini vermelerini istedi. Kohler deneklerin büyük bir bölümünün uzun sivri biçim için “takete” eğri olanı için de “baluba” sözcüğünü yeğlediklerine tanık oldu. Gözlenen durum kimi sözcüklerin gerçekten de betimledikleri nesnelere ötekilerden daha uygun düştüklerini ortaya koymaktaydı. Ancak Kohler’in 1929 yılında yayımlanan araştırması pek bir yankı uyandırmadı. 2001 yılında, Kaliforniya Üniversitesi’nden Vilayanur S. Ramachandran ile Edward Hubbard birleşik duyu, ya da sinestezi olarak bilinen, insanların birtakım sesler ve imgeler dahil, duyusal deneyimleri görünürde karıştırdıkları bir durumla ilgili araştırmayı yayımladıklarında bir dönüm noktası yaşandı. Ramachandran 20 kişiden birinde görülen bu çapraz duyu bağlantılarının gerçekte insan beyninin bir özelliği olduğunu, öyle olunca da herkesin en azından bir ölçüde bu durumu yaşadığını düşünüyordu. Bu görüşünün doğru olup olmadığını anlamak ve birleşik duyu durumu olmayan ortalama bir insanın da iki farklı duyuyu kendiliğinden birleştirip birleştirmediğini saptamak amacıyla Hubbard ile birlikte Kohler’in deneyini yeniden ele aldı. Kohler’in deneyindeki benzer biçimlerden yola çıkan, ancak uydurulan terimlerin adlarında ufak değişiklikler yapan araştırmacılar deneklerin %90 gibi şaşırtıcı bir çoğunluğunun uzun ve sivri nesnelere “kiki” eğri olanlara da “bouba” adını yakıştırdıklarına tanık oldular. Bunun olası bir açıklaması iki sözcüğün içindeki ünlüler söylenirken dudakların aldığı biçimlerle ilgili olabileceğiydi; “bouba” sözcüğünde dudaklar “kiki” sözcüğünde olduğundan daha çok bükülmekteydi. Araştırma son derece etkili oldu ve başka araştırmaların da desteğiyle ses simgeciliği görüşünün eninde sonunda filizlenmesine olanak sağladı. Söz gelimi, Alberta Üniversitesi uzmanlarından Chris Westbury bağlantının ünlüler denli ünsüzlerden de kaynaklanabileceğini ortaya koydu. “Bouba” sözcüğündeki “b” sesleri “sürekli” olduklarından, yani sürekli bir hava akışıyla oluşturulduklarından daha akıcı bir ses yaratıyorlardı. Oysa, “kiki” sözcüğündeki “k” sesleri hava akışını kesintiye uğrattıklarından daha rahatsız edici bir ses üretiyorlardı. Bir sözcüğün yarattığı sesin doğal bir anlamla ilintili olabileceği görüşünün ortaya atılmasından sonraki adım ses simgeciliğinin bu şaşırtıcı deneyin ötesine uzanıp uzanmadığını araştırmak oldu.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle