24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TÜİK’in Bağımsızlığı Yok edildi Devlet İstatistik Enstitüsü’nün Batışı ve Ardılı Türkiye İstatistik Kurumu Nobel Ödülü’ne 140 TL! Üniversite hastanelerinde bilimsel performans nasıl hesaplanır? Karşımıza şimdi de bilimsel faaliyet puanı çıktı. Nobel Tıp Ödülü’nü de unutmamışlar: Kazanırsan 140 TL alacaksın! Patent alırsan 56 lira ödül var! Prof. Dr. Erdener Özer, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi K urduğumuz bazı kurumların zaman içinde kendini geliştirmesi beklenirken kötüye gittiğini, etkinliğini yitirdiğini, hatta sonunda battığını görüyoruz. Bunun başlıca nedeni, bu kurumların giderek siyasilerin ağır basmasıyla özerkliğini kaybetmesi ve bilimden uzaklaşmasıdır. Kuşkusuz başka nedenler de sayılıp tartışılabilir. Yukarıdaki nedenin net etkisini ve sonucunu gösteren iyi bir örnek Devlet İstatistik Enstitüsü’dür. (DİE) Bilginin en önemli özelliği güvenilirliğidir. Güvenilir bilgi, uzmanlar tarafından bilimsel yöntemlerle toplanan ve üretilen bilgidir. Bilginin bilimsel yöntemlerle toplanmış ve üretilmiş olması aynı zamanda bilgiye nesnellik niteliğini kazandırır. Bilim ve bilgi üreten kurumlar olan üniversiteler, ürettikleri bilim ve bilginin nesnel olması için özerk olmak durumundadırlar. Üniversitenin özekliği demek, denetime açık olmak kaydıyla öğretim elemanı atamalarında, bilimsel unvanların verilmesinde, ders programlarının yapılmasında, araştırma konularında, ne tip öğrenci alınacağında, ne tip öğrenci mezun edileceğinde karar sahibi olmak yanında; bütçelerinin kullanımında ekonomik ve siyasi güçlerden gelen manevi ve entelektüel baskılardan bağımsız davranması demektir. (www.academicfreedom.info/worshops/bstandards.html) Tıpkı üniversiteler gibi, bilgi toplayan ve istatistik üreten kurumların da özerk olması gerekir. Kuşkusuz toplayacağı bilgi ve üreteceği istatistik, merkezi yönetimin ihtiyacı olan bilgiler ve istatistikler olacaktır ancak bilgi toplamak üzere örgütlenmede, kullanacağı yöntemlerde ve çalıştıracağı uzmanların seçim ve atanmalarında denetime açık olmak kaydıyla bu kurumlar da özerk olmak durumundadırlar. DİE, 13 Haziran 1962 tarih 53 sayılı yasa ile kurulmuştur. 18 Temmuz 1978 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan “Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü Taşra Örgütü Kuruluş ve Sorumluluk Yönetmeliği”ne göre, DİE’nin tüm yurtta örgütlenmesi sağlanmıştır. Bu yönetmeliğin özelliği, DİE’nin bölge, il ve ilçe müdürlükleri ve sayım büroları hiyerarşisinde örgütlenmiş olması ve tüm yetki ve sorumlulukların enstitü örgütlenmesi içinde belirlenmiş olmasıdır. Başka bir deyişle, tüm atamalar ve görevlendirmelerden tutun, ekiplerin neler yapacağına ve denetimine kadar her şey enstitü tarafından belirlenmekteydi. Ne bir mülki amir, ne bir yerel yönetici, ne de bir siyasi DİE’nin işlerine karıştırılmıştır. Bu yapısıyla DİE bağımsız bir kuruluş olarak bir zaman hizmet vermiştir. 20 Mart 1982 tarih 17645 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan iki maddelik bir yönetmelik değişikliği ile DİE’nin taşra teşkilatı yönetmeliği yürürlükten kaldırılmıştır. 1 Temmuz 1985 tarih 18796 sayılı Resmi Gazete’de “Genel Nüfus Sayımı Sayım Komiteleri ve Bürolarının Kuruluş, Görev ve Çalışma Esaslarına ait Yönetmelik” yayımlanmıştır. Bu yönetmeliğe göre il merkezleri ve ilçelerde vali ve kaymakamın başkanlığında; bunların seçeceği CBT 1299/ 19 10 Şubat 2012 (başkan dahil) il merkezlerinde 4, ilçelerde 3 kişilik birer “Genel Nüfus Sayımı İl ve İlçe Sayım Komitesi” kurulmuştur. Ayrıca, sayımın bu yönetmelik ve genelgeler esasları içinde, hazırlanması, uygulanması ve sonuçlandırılmasında, sayım komitelerine sekreterya görevi yapmak üzere, sayım komite başkanlarının seçeceği kişilerden oluşan bir sayım bürosu kurulmuştur. Aynı yönetmeliğin 17. maddesi ile “Sayım ve Kontrol Memurları”nın mümkün olduğu kadar mahallinden veya o bölgenin özelliklerini bilen kimselerden olması sağlanmaya çalışılmıştır. Bu yönetmelik ile teknik bir iş yapan DİE’nin bağımsız çalışmasını sağlayan yapısı değiştirilmiş; yönetimi yerel güçlerin etkisi altında olan ve yerel elemanlardan oluşan “Sayım Komiteleri ve Sayım Büroları” kurulmuştur. Teknik bir iş olan sayımı yapmak üzere kurulan komitenin yerel güçlerin etkisi altına sokulması gibi yanlış bir düzenlemeden dolayı; DİE’nin o tarihten sonra yaptığı 1985, 1990 ve 2000 nüfus sayımlarında ve 1997 Nüfus Tespit Çalışması’nda belediyelerin çoğu nüfuslarını fazla göstermişlerdir. TÜİK’in yaptırdığı tahminde 2000 sayımındaki fazlalığın 3.552.000 kadar olduğu hesaplanmıştır (www.tuik.gov.tr/VeriBilgi.do?tbid=39&ustid=11 ). 2000 sayımının bu özelliği DİE’nin batışının en son görünen nedeni olmuştur. Ne yazık ki, DİE yerine kurulan Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) kuruluş yasası olan 5429 sayılı yasanın 48. maddesi ile DİE’nin bağımsızlığını yok eden ve giderek DİE’yi batıran, düzenlemeye benzer bir düzenleme yapılmıştır. 5429 sayılı yasanın 48. maddesi aynen şöyledir: “Sayımların hazırlık, uygulama ve değerlendirme çalışmalarını yürütmek ve koordine etmek üzere, Başkanın veya görevlendireceği bir kişinin başkanlığında Merkez Sayım Komiteleri kurulur. Bu komitelere gerektiğinde, üniversiteler, ilgili bakanlıklar ile diğer kamu kurum ve kuruluşları temsilcilerinin katılımı sağlanır. Sayımlar, Başkanlığın belirleyeceği il ve ilçelerde ve tespit edeceği esaslar çerçevesinde mahallin en büyük mülki amirinin başkanlığında kurulacak Sayım Komitesi ve buna bağlı Sayım Bürosu tarafından yapılır. Mahalli komite ve büroların çalışmalarından, bunlara her türlü araç, gereç ve eleman sağlanmasından o yerin en büyük mülki idare amiri sorumludur. Sayımlarda kamu kurum ve kuruluşlarının taşra teşkilatı personeli de mahallin en büyük mülki amiri tarafından görevlendirilebilir”. Bilgi toplamak ve bu bilgilerden istatistikler üretmek teknik bir iştir. Bilgi toplama ve istatistik üretmenin yöntemleri bilinmekte ve sürekli olarak etkinleştirilmektedir. Bu işi yapan kurumun da bu işin uzmanlarıyla donatılması, siyasi ve sair baskılardan arındırılması gerekir. 1985’te yapılan düzenleme ile DİE’nin özerkliğinin yok edilmesinin sonucu net bir şekilde görüldükten sonra, DİE yerine kurulan TÜİK’in de DİE’yi batıran anlayışla kurulması ve çalışması TÜİK’in ürettiği istatistikler üzerinde hep kuşku olmasına neden olacaktır. B u ülkede üniversite hastanelerinde çalışan öğretim üyeleri olarak, geçen yılın başından bu yana performansa dayalı ek ödeme denen illeti çekmek zorundayız. Sağlık Bakanlığı bu konudaki otoriter yaklaşımı kendi üzerine vazife sayarak, Yüksek Öğretim Kurumu’nu (YÖK) bir kenara itiyor ve her açıdan akademik çalışma yaşamımıza müdahale ediyor. Üstelik kimi zaman bu performans olayını bir havuç olarak kamuoyuna lanse ediyor, kimi zaman ise bize bir sopa olarak gösteriyor. Biz çaresiz öğretim üyeleri de, aslında ne sadesopanın ucundaki bu hace havuç, ne de sadece sopa olan, “s vucun” peşinde koşup duruyoruz. Öğretim üyeleri olarak hekimliğin itibarsızlaştırıldığı, bilim adamı olmanın değersizleştirildiği bir akademik dünyada, kendi akvaryumlarımızdan ibaret olan küçük dünyamızı bir okyanus sanarak yaşıyoruz. Akademik mahalle baskısının ve paranoyaların iliklerimize işlediği rektörlük seçimi (!) süreçleri arasında, aklın tutulduğu, ilkelerin ve liyakatin çiğnendiği olaylara tanıklık ediyor; daha kötüsü seyirci kalıyoruz. Toplumun önüne geçmesi gereken bu kitle, seçkin olma saplantısını bir kenara bırakarak, yüzünü topluma dönmek zorunda. Aydın bir insan olmanın gereği olarak, korkmadan, boyun eğmeden, karanlığa direnmek zorunda. Bu bütün fotoğrafın bir karesinde, tüm asli görevlerini örseleyen performansa bağlı gelir elde etme tuzağına düşmemek zorunda. Performans, “işbaşarım” olarak tanımlandığında, kulağa ne kadar da hoş geliyor. Gerçek böyle mi? Hekimlerin önce Sağlık Bakanlığı hastanelerinde, daha sonra üniversite hastanelerinde önüne konan bu uygulamanın temel amacının, güvencesiz ücret ve sağlık hizmetinde tüketimi arttırmak olduğunu görmek gerekiyor. Emeklilik maaşlarına yansımayan bu performansa dayalı ek gelir dağıtımında, 18 Şubat 2011 tarihinde yayımlanan yönetmelik ile, üniversite hastanelerinde Sağlık Bakanlığı hastanelerindeki uygulamaya çok benzer bir hesaplama devreye girdi. Bu hesap işinde ilk önce kurumsal katkı, eğitimöğretim faaliyetleri ve gelir getirici faaliyet katsayıları ile tanıştık. Kurumsal katkı üzerinden daha fazla gelir almak için, daha üst düzeyde yönetici olmak, daha az izin kullanmak gerekiyor. Eğitim ve öğretim faaliyetlerinde bulunmak ise gelir getirmek açısından değersiz sayılıyor. Asıl acı olan, yıllar süresince elde edilebilen mesleki bilgi ve becerimizin bir değerinin olmadığını görmemiz. Üzerimizdeki baskı, şiddet ve yılgınlık nedeniyle “defansif tıp” denen “sağlamcı” yaklaşıma mecbur kalıyoruz. Yeni yılla birlikte ise karşımıza bilimsel faaliyet puanı çıktı. Ek gelir elde etmek için harıl harıl bilimsel puan hesaplamak zorundayız. Saygın bir dergide bir makale yayınlarsan 1000 puanı paylaşıyorsun. Uluslararası bir konferansta konuşma yaparsan 30 puan topluyorsun. İşin ilginç tarafı Sağlık Bakanlığı’nın Nobel Tıp Ödülü’nü de unutmamış olması. Bunun karşılığı da 1000 puan. Merak edenler için söyleyelim; 1 puanın karşılığı yaklaşık 14 kuruş. Yani Nobel Tıp Ödülü’nü almış bir öğretim üyesine, kurumsal katkının takdir edilen karşılığı 140 TL. Ne güzel (!). Bu durum sözün bittiği yer olsa da, sözün özü şudur; anlaşılan bu ülkede, bir bilim adamı olarak uluslararası patent almanın karşılığı 56 lira, Nobel Ödülü almanın karşılığı 140 lira, şakşakçılığın karşılığı ise paha biçilemez.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle