17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Açık Görüş Bir Bilimler Akademisinin Doğuşu ve Ölümü İktidar, TÜBA üyelerinin üçte birini hükümetin, üçte birini de YÖK’ün seçmesini kararlaştırdı: Bir bilimler akademisi yalnız ve yalnızca bilimsel kıstaslarla üyelerin seçildiği ve işlerin sadece ve sadece bilimsel kıstaslara göre yürütüleceği bir kurumdur. Bu kuruma dışarıdan müdahaleye kalkmak bilimler akademisinin ne olduğunu bilmemek demektir. A. M. C. Şengör misinin ne olduğunu bilmemek demektir. Bugün AKP, çıkardığı kanun hükmünde bir kararnameyle TÜBA üyelerinin üçte birini bakanlar kuruluna, diğer üçte birini de YÖK’e seçtirtmeyi kabul etmiştir. Bilim akademilerinin doğası gereği, böyle bir karar almak, ne hükümetin, ne Cumhurbaşkanının, ne YÖK’ün, ne Türkiye Büyük Millet Meclisinin, ne de herhangi bir başka kurum veya kişinin haddidir. Öyle olsa, yani bu kişilerin veya kurumların böyle bir bilimsel ehliyetleri olsa, zaten akademi onları içine almış olurdu. Almadıysa, bu ehliyetleri yok demektir. Bu, imtihandan çakan öğrenciye hükümet kararıyla diploma vermeye benzer, YAN YAPILAMAZ. ktidar üyeleri o kadar bilgisiz, o kadar dünyadan bihaber, o kadar az görgülüdürler ki, yaptıkları işin yapılmasının mümkün olmadığını, dünyayı güldürerek Türk biliminin saygınlığını beş para edeceğini dahi görememektedirler. Bunlar, o yere göğe koyamadıkları Osmanlıyı bile bilmezler: Mehmed Emin Âli Paşa, Encümeni Dâniş’e seçilince ne demişti? «Bizi (yani devleti) bu işe karıştırmayın. Biz bu işin tabiatını bozarız.» Hatırlayalım: Encümeni Dâniş oniki sene bile yaşamadı. Ha AKP istediği kararı alır, TÜBA’yı istediği hâle getirir, ama içindeki gerçek bilim insanlarına bunu kabul ettiremez, dünyaya hiç kabul ettiremez. Kısa zamanda TÜBA, dünya akademiler birliğinden atılır ve Türkiye sık sık başına geldiği gibi anlamsız bir kendin pişir kendin ye oyununa geri döner, dünyanın maskarası olur, Encümeni Dâniş faciası da birbuçuk yüzyıl sonra tekrar sahnelenir. Çin Halk Cumhuriyeti, benzer bir çılgınlığı Kültür htilâli denen o toplumsal isteri esnasında yapmaya kalkmıştı. Neticesi neredeyse Çin’in taş devrine dönmesi oldu, Deng Xiaoping ve arkadaşları bu faciayı zor durdurdular, sorumlularını çıkmamak üzere hapse tıktılar. Hodri meydan, AKP istediğini yapsın. Neticesini hep beraber seyredeceğiz. Bu barbarca politikadan geriye «vah Türkiye’ye» diyecek uygar, bilgili, görgülü insanımız kalır mı, onu da tarih tayin eder. Hiçbir akıl unsurunun geçerli olmadığı toplumlara ne denir? Onu geçenlerde yazmıştım: Tımarhaneye hoş geldiniz! 1 993 yazında Çin’deki arazi çalışmama gitmeye hazırlanırken o zaman TÜB TAK Başkan yardımcısı olan hocam ve sevgili dostum Prof. Dr. Namık Kemal Pak arayarak zamanın hükümetinin bir Türkiye Bilimler Akademisi kurmak istediğini, kanun hükmünde bir kararnamenin hazırlandığını ve bu iş için de ülkenin kalburüstü bilim insanlarından on tanesinin atanarak çalışılmaya başlanacağını söyledi ve «senin bu on kişi içinde yer almanı istiyoruz» dedi. Verdiğim cevap, yaşamımı özetleyen kitapta yayımlandı, onu burada tekrar edeceğim: «Hocam», dedim, «böyle bir işe kalkışmayınız. Bilimin olmadığı yerde akademisi olur mu? Bugün birkaç üst düzeyli bilim insanımızla hayata geçirilecek böyle bir akademi, bilimin ne olduğu bilinmeyen ülkemizde zamanla kalitesini yitirir ve kötü niyetli insanların elinde, bilimi destekleyen değil, onu yaralayan bir güç odağı olur. Ülkemizin tarihinde benzer olaylar olmuştur. Bugün yapılması gereken, ülkemizde bilimi destekleyen TÜB TAK’ı daha da güçlendirerek onun geleneklerini sağlamlaştırmaktır.» Namık Hoca cevaben, «Ama Erdal Bey ( nönü) çok istiyor» dedi. «Ben de senin bu on kişi arasında olmanı istiyorum ki temellerimizi iyi atalım.» Ben bu temel atma işinin Türkiye’nin bilim çölünde anlamsız olacağını söyledikten sonra, Namık Bey arzu ettiği için görevi kabul edeceğimi söyledim. Türkiye Bilimler Akademisi gerçekten sağlıklı bir şekilde kuruldu ve benim beklentilerimin tersine iyi bir şekilde gelişti, ülkemizin seçkin bilim insanlarını üyeleri arasına seçerek onurlandırmanın da dışında, pek çok bilim insanına destek verdi; konferanslar düzenleyerek bilimin ülke sathına yayılmasına çabaladı ve bilhassa yurtdışıyla iyi ilişkiler kurdu. Tüm bu çalışmaları esnasında titizlikle politikadan uzak durdu ve kanun hükmünde kararnamenin kendisi ne verdiği hükümetlere danışmanlık görevini daima basına sızmayan mektuplar vasıtasıyla yaptı; nadiren basın açıklamaları yayımladı. Ama TÜBA bir önemli hata yaptı: 2003 yılında iktidara gelen AKP hükümetlerinin ne mal oldukları, atadıkları bürokrat ve bakanlardan ve onların yaptıkları bilim karşıtı, bilgisiz ve düzeysiz açıklamalardan belli olduğu halde, bu hükümetlerin bilim karşısında aldıkları gerçek konumun farkında olduğunu ve bundan derin bir endişe duyduğunu ne onlara bildirdi ne de halkımızla paylaştı. Bu tür faaliyetleri hep politikaya müdahale olarak gördü ve bunun kendi görevi olmadığı düşüncesine saplanıp kaldı. Arada bir hükümetin bazı iyice zırva davranışları karşısında pek alçak sesle bazı durum tespitlerinde bulundu, o kadar. Hükümetin âlenen bilime saldırdığını, bunun insanlık suçu olduğunu ve bir bilimler akademisinin bu tür davranışlar karşısında sessiz kalamayacağını hiç dile getirmedi. Kapalı kapılar ardında, bu durumun hükümeti kızdırarak TÜBA’nın aleyhine harekete geçmesine neden olacağı söylendi. Aralarında benim de bulunduğum bazılarımız, hükümetin TÜBA’yı da kendi çizgileri içine er veya geç sokacağını, bu çizgilerin bilimsel kıstaslarla, uygar bir tutumla ve akılcı bir felsefeyle asla bağdaşmayacak çizgiler olmasının AKP’yi oluşturan unsurların bilgi ve görgü haznesinin kaçınılmaz bir sonucu olacağını dile getirdik. Ancak her şeye rağmen uysallık politikasının yararı olacağı sanıldı. *** Bir bilimler akademisi yalnız ve yalnızca bilimsel kıstaslarla üyelerin seçildiği ve işlerin sadece ve sadece bilimsel kıstaslara göre yürütüleceği bir kurumdur. Bu kuruma dışarıdan müdahaleye kalkmak bilimler akade Afet Yönetimi Beklenilmeyeni Beklemek, En Kötüsünü Yönetmek Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu Prof. Kadıoğlu, (İstanbul Teknik Üniversitesi Afet Yönetimi Araştırma ve Uygulama Merkezi, önsözünde diyor ki “Depreme Dayanıklı Japonya” projesine dönüştürerek, alt yapı, üst yapı, organizasyon ve toplumu, afetlere hazır ve eğitimli hale getirmişler. Japonya’da geleneksel olarak istikrarsız koalisyon hükümetleri iktidar olmasına rağmen, bu devlet politikalarını kimse değiştirmemiş. Peki bizim Japonlardan ne farkımız var? Maalesef ne kadar çok ABD ve Japonya’daki afet yönetimi sistemlerini ve çalışmaları öğrensem, Türkiye’deki afet yönetimi sistemi ve çalışmaları bana o kadar çok farklı ve tuhaf geliyor” ve Türkiye’den afet deneyimlerini madde madde sıralıyor.. “Bütün bu tuhaflıklar ve acı gerçeğimiz ile gündelik yaşam ve dünya işleri arasında kaybolmuş gitmişken yerel yönetimlerin afet ve acil durumlar için yapmaları gerekenleri CBT 1276/ 7 2 Eylül 2011 anlatan bir kitabın yazılmamış olması büyük bir eksikliktir. Her ne kadar afet yönetimi bilim dalını bir kitaba sıkıştırmak zor bir iş olmakla beraber en azından afet yönetiminin belli başlı evrelerini burada kısa ve öz bir şekilde anlatmaya çalıştık. Kitabın okunur olması ve akılda kalması için grafik ve şekiller”e de yer verildi.. Kadıoğlu, her türlü görüş ve önerilerinizi [email protected] adresine gönderilmesini istiyor. Kitabın içinde olanlardan bazı kısa başlıklar: Temel Kavramlar, Risk, Afet, Yönetim Tanımları. Afet Risk ve Zararların Azaltılması, Risk Değerlendirme ve Azaltma, Risk İletişimi, Uluslararası Risk Azaltma Politikaları, Afetlere Hazırlık, Olay Komuta Sistemi, Planlama, Tahmin ve Erken Uyarı, Tatbikatlar, Eğitim, Afetlere Müdahale, Etki ve İhtiyaç Analizler, Olay Yeri Yönetimi, Erken İyileştirme, Afet İyileştirmesi, Orta ve Uzun Vadeli İyileştirme, Yeniden İnşa www.marmara.gov.tr T.C. Marmara Belediyeler Birliği Yayını: 2011, Yayın No: 65 Teğet’in Yıkımı…. Dünyada ve Türkiye’de küresel krizin 2009 enkazı ve gelecek Mustafa Sönmez Petrolİş Sendikası’nın Yordam Kitap ile birlikte sunduğu bu kitap, dünyada ve Türkiye’de krizin yarattığı enkazı ve emekçi sınıflar üzerine etkisini konu alıyor. Kitap, 2008 yılında yine Mustafa Sönmez tarafından Petrolİş Sendikası için hazırlanan 2008 Dünya Krizi ve Türkiye başlıklı raporun devamı niteliğinde. Küresel krizin etkileri, Türkiye’de de şiddetle hissedildi. Bu kitapta 2008 ve 2009’un tamamında küresel krizin, “teğet geçerken” Türkiye ekonomisinde yarattığı enkazın envanteri yer alırken, önümüzdeki dönemde emekçi sınıfları bekleyen tehditlere ve fırsatlara değiniliyor. Küresel krizin dünyada merkez ülkeleri ve çevrebağımlı ülkeleri nasıl etkilediği, kapitalist devletlerin müdahale biçimleri ve bunların sonuçları, krizin Türkiye kapitalizmine etkileri ve AKP yandaşı sermaye kesimi ile geleneksel sermaye kesimleri arasındaki çelişkiler mencek altına alınıyor. Krizin emekçilere yansıması, işsizlik ve güvencesizleştirme, yoksullaşma, gelir dağılımının daha çok bozulması gibi sorunlar üzerinde özel olarak duruluyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle