17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

OOOF OFF LINE Tanol Türkoğlu ([email protected]) Jobs’tan Y Kuşağına : “Sınırlı zamanınızı, başkasının yaşamını yaşayarak harcamayın. Başka kişilerin düşüncelerinin sonuçlarıyla yaşanan yaşam, dogmaların tuzağına düşmek demektir” Ulusların Oluşumunda Teknolojinin Rolü Günlük gazete, lokomotif ve fabrika olmasaydı, uluslar oluşabilir miydi? Osman Bahadır [email protected] YarıSuriyeli “Korsan” Jobs ve Y Kuşağı Geçtiğimiz günlerde, uzun zamandır ölümcül bir hastalıkla mücadele eden Apple’ın efsane kurucusu (yarı Suriyeli) Steve Jobs, şirketteki aktif görevini bıraktığını açıkladı. Zaten bir süredir yeniden tedavi sürecine girmişti. Çıraklık yıllarında, arkadaşı Steve Wozniak ile birlikte evlerinin garajında Apple Macintosh bilgisayarı yapan Jobs, ustalık yıllarında dünyaya ipod, iphone ve ipad cihazlarını sundu. Bu cihazlar bir yanda Y kuşağının müzik ile olan ilişkisini güçlendirdi, diğer yanda ise “ağın kendisi bilgisayardır” şeklindeki eski söylemin hayata geçmesini ivmelendirdi. Jobs’un 2005’te Stanford Üniversitesi’nde yaptığı tarihi konuşmadan şu paragraf dikkat çekicidir: “Zamanınız sınırlı. O sınırlı zamanınızı, başkasının yaşamını yaşayarak harcamayın. Başka kişilerin düşüncelerinin sonuçlarıyla yaşanan yaşam, dogmaların tuzağına düşmek demektir. Başka kişilerin düşüncelerinin gürültüsü, içinizdeki kendi sesinizi bastırmasın. Daha da önemlisi, yüreğinizin ve sezgilerinizin peşinden gidebileceğiniz denli bir cesarete sahip olun. Sizin gerçekten ne olmak istediğinizi ve nereye gitmek istediğinizi, en iyi onlar biliyorlar çünkü. Yüreğiniz ve sezgileriniz. Onlara inanın, onlara güvenin…” (Çeviri macdunyasi.com sitesinden alınmıştır). Okyanusun öte yakasında Y kuşağı işte bu tavsiyeleri alarak hayata atılıyor. Bugünün dünyasını yöneten babyboom kuşağı efendileri her ne kadar Y Kuşağı’nın kendi yerlerine geçmesini henüz erken buluyor ve onları kendi miraslarını devam ettirmek üzere dönüştürmeye çalışıyor olsa da görünen o ki Jobs gibi delifişeklerin Y kuşağına bakışı tamamiyle farklı. O zamanın geldiğini görüyor. Gelecek on yıl içinde tüm dünyada gerek kurumsal iş dünyasını gerekse de devlet kurumlarını Y kuşağı mensupları yönetmeye başlayacak. Y kuşağı, beklenenin, arzu edilenin tersine, hiç de kendilerine bırakılan mirası temellerine zarar vermeden, kademeli olarak artırma yoluna gitmeyecek. Kendi dünyalarını yaratacaklar. Öyle ki 20. Yüzyıla damgasını vurmuş olan 2. Dünya Savaşı sonrası kuşağın (babyboom) yaptıkları, belki de Y Kuşağı’nın yapacaklarının yanında solda sıfır kalacak. O kuşak, kendisinden bir sonra gelen X Kuşağı’nı etkisi altına alıp, paralize edebilmişti. Ancak bilgisayar, internet, cep telefonu sac ayaklarına oturmuş olan dijital kültürün içinde yetişen Y Kuşağı’nın benzer bir tuzağa düşme olasılığı çok düşük. Bunun en somut ifadesini Mayıs ayı içinde Fransa’da yapılan eG8 zirvesinde çekilen Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy ile Facebook kurucusu Zuckerberg’i gösterir fotoğraflarda görüyoruz. Babyboom kuşağının temsilcisi Sarkozy, bir elini silah gibi yapmış Zuckerberg’e doğrultmuş, adeta ona bir şeyler dikte etmeye çalışırken, Y Kuşağı’nın temsilcisi Zuckerberg yüzünde bir gülümseme bir elini cebinden bile çıkarma gereği duymuyor. Y Kuşağı bir yanda Sarkozy gibi paradigma değişikliğinden olumsuz yönde etkileneceklerin taaruuzuna uğrarken, diğer yanda Steve Jobs gibi onların daha güçlenmesi için mücadele edenlerden destek görmekte. Zaten Y Kuşağı’nı bu denli güçlendiren dijital kültür altyapısının temel bileşenlerini de Jobs gibi gerçek “hacker”lar icat etmedi mi? O halde son sözü Jobs söylesin: “Donanmaya katılmaktansa, korsan olmak daha eğlencelidir”. D il ve tarih birliği bulunan toplulukların ulus niteliğini kazanmasında, iletişim, ulaşım ve üretim teknolojilerinin gelişmesinin çok büyük bir rolü olmuştur. Ulus olarak tanımladığımız toplumsal varlığın en önemli özelliği, eşit haklara sahip bireylerden oluşan bir bütünsellik özelliğini taşımasıydı. Hak eşitliğini sağlamak, korumak ve geliştirmek için elbette toplumsal ölçüde geçerli, bilimsel, düşünsel, hukuki ve yasal bir temel ve sistem gereklidir. Ancak böyle bir sistemi geliştirebilmenin zorunlu teknolojisi de vardır. Yaşamı boyunca köyünden çıkmamış veya çıktığında da at sırtında ancak nahiyesine gidebilmiş, gazete görmemiş ve esas olarak kendi ürettiğini tüketmiş insanlar, kendilerini bir ulusun üyeleri olarak görebilirler mi? nsanların kendilerini bir ulusa ait hissedebilmeleri için, birbirleriyle bireyler halinde çeşitli ve yaygın ilişkiler kurarak ortak bir kültürü, bilinci, gururu, psikolojiyi vb. yaratmaları ve yaşamaları gerekir. Bir ulus inşa ediliyor Bizde ilk günlük gazete olan, Münif Paşa’nın yönettiği Ruznamei Ceridei Havadis ancak 1860 yılında yayımlanabilmiştir. (Bu ilk gazetenin kaç adet basıldığı ve kaç kişi tarafından okunduğu, ayrı bir sorundur). Popüler nitelikteki eserlerin basılması ise 19. yüzyılın son çeyreğinde etkili olmaya başlamıştır. Telgraf teknolojisi bizde II. Abdülhamit döneminde başladı. Fakat telgraf en etkili rolünü Kurtuluş Savaşı sırasında göstermiştir. Kurtuluş Savaşı’nın başarılı bir şekilde yönetilmesinde telgraf yoluyla haberleşmenin birçok durumda belirleyici etkisi olmuştur. Kurtuluş Savaşı’nın ve zaferle sonuçlanmasının, uluslaşmamızın en önemli faktörlerinden biri olduğunu düşünürsek, telgraf teknolojisinin tarihsel rolünü de bu çerçeve içinde doğru değerlendirmiş oluruz. ngiltere’de döşenmiş demiryolu uzunluğu, 1841 yılında 2000 km.’yi geçmiş bulunuyordu. Bizde 19. yüzyılın son çeyreğinde döşenmeye başlayan demiryolu ağının asıl gelişimi erken Cumhuriyet döneminde olmuştur. Cumhuriyet hükümetleri, ülkeyi demiryollarıyla örmeyi, modernleşmenin en önemli unsurlarından biri olarak görüyorlardı. James Watt, 1773’te buhar makinesini fabrika sistemine etkin biçimde uygulanabilir hale getirdiğinde, sadece üretimin kitlesel ölçekte yapılabilmesinin teknolojik imkânını yaratmış olmakla kalmıyor, fakat aynı zamanda, bir ulusun en önemli bölümlerinden biri olan modern işçi sınıfının doğumunu da LK GÜNLÜK GAZETE CBT 1276/ 12 2 Eylül 2011 MODERN ŞÇ SINIFI müjdelemiş oluyordu. Lonca sisteminin katı kalıpları içinde boğulan işçi, kendi benliğini ancak dini ritüeller ve gelenekler içerisinde bulabiliyordu. Daha sonra 19. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak elektriğin iletişim, ulaşım ve üretim alanlarına girmesi, her üç alanda da önceki dönemlerdekilerle karşılaştırılamayacak ölçekte kapsamlı yeni sosyal ilişkiler yarattı. Bu yeni sosyal ilişkiler ağı içerisinde insanlar, bilgilerini, başarılarını, acılarını, kaygılarını, duygularını daha hızlı ve yaygın olarak paylaştılar ve geleceklerinin de eşit haklar ve toplumsal görevler temelinde birlikte kurulabileceği bilincine ulaştılar. Zorunlu genel eğitimin ve eğitimde müfredat birliğinin de uluslaşmadaki büyük rolü açıktır. Elektrik teknolojisi, her üç alandaki katkılarıyla genel eğitimi yaygınlaştırdı ve kolaylaştırdı. Sinemanın ve daha sonra da televizyonun, ulusal kimliklerin oluşmasında önemli etkileri oldu. Dil, din, gelenekler, mitler, efsaneler, destanlar, insanları birleştiren ve kültürel kimlik oluşturan önemli olgulardır. Fakat bu birleştiricilerin nasıl ve hangi ölçeklerde çalıştıkları da önemlidir. Ulus öncesi kültürel birleştiriciler, daha çok kuşaktan kuşağa geçen, genellikle sözel savaş zaferleri destanları, dini söylemler, kahramanlıklar, anlatılar ve doğa üstü güçlere yorulan büyük efsaneler vb. idi. Özellikle 19. ve 20. yüzyıldaki iletişim, ulaşım ve üretim teknolojileri, modern bilime dayalı düşüncelerin hızla yayılmasına imkân sağlayarak geleneksel kültür öğelerinin zayıflamasına veya yok olmasına yol açtı. Ulusların doğuşuna eşlik eden kapitalizm de, ekonomik bir sistem olarak varlığını çok büyük ölçüde teknolojiye borçludur. Büyük kapitalist sermaye birikimi, üretim aletleri ve metotlarındaki teknolojik gelişmeye bağlı olarak yükselmiştir. Malların devasa ölçeklerde üretilmesi ve dolaşıma sokulabilmesi, işçilerin fabrikalarda büyük sayılarda bir araya gelebilmesi ve buna bağlı olarak gerçekleşen ekonomik ve siyasal dönüşümler, pazarların büyümesi vb. teknolojik ilerlemelerin de sonucudur. Şüphesiz teknoloji bilimin çocuğudur, bilim olmadan teknoloji olamaz, fakat uluslaşma sürecinde bir ikincil ürün ve etken olarak teknolojik gelişme olmasaydı, bilim de uluslaşmadaki yaratıcı ve belirleyici etkisini yeterince gösteremezdi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle