Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Batı ve biz, ya da aynı tas aynı hamam mı? Türkiye’de düşüncesinin zaman boyutu olmayan, amip gibi anı yaşayan adamlar çok. Gerçi bunun tersi de var. Kimileri hiç bilmediği hatta anlamadıkları bir tarihi ilişkiye referans verip onda, bir bataklıktaki gibi, boğuluyorlar. A vrupa’nın dünya egemenliği 20. yüzyıla kadar sömürge imparatorluğu olarak sürdü. Bilim ve teknolojide inkâr edilemez üstünlüğü politik egemenliğe dönüştü. Birinci Dünya Savaşı bu üstünlüğü damgaladı. Tarihçileri meşgul edecek sonsuz ayrıntı içeren ilgi çekici bir birikim olsa da, buraya kadar dünya tarihinde anlaşılmamış bir şey kalmadı. O arada son Türk imparatorluğu uzun bir ‘hasta adam’lıktan sonra vefat etti. Aslında İkinci Dünya Savaşı sonunda Batı’nın imparatorlukları da, hiç olmazsa biçimsel olarak, çöktüler. Sadece komünist Rus İmparatorluğu kaldı. 20. yüzyıl sonunda o da çöktü. Bu tarihi panoramada Amerikaların özel bir konumu var. Bu kıtalar dünya tarihine önce Avrupalıların işgal ettikleri topraklar olarak girdiler, sonra sömürge oldular; sonra Avrupa’nın velayetinden kurtuldular. Kuzey Amerika’nın konumu ilginçtir. İngilizler, biraz da Fransızlar pratik olarak boş bir kıtaya çıktılar. Oradaki birkaç milyon Kızılderiliyi öldürdüler. Sonra boş ve zengin kıtayı talan ederek zengin oldular. Oysa Türkler Anadolu’ya geldiklerinde bu coğrafya binlerce yıldır değişik kültürleri beslemişti. Amerika’nın zenginliği ile Suudi Arabistan ya da Dubai’nin zenginliği arasında kanımca sadece ufak bir fark var: Biri Hıristiyan, diğeri Müslüman. Uzaktan bakınca yalansız dünya tarihi bu basit şemadan ibaret. Yarın ekmeğini nereden çıkaracağını düşünenleri bu tarih ilgilendirmiyor. Karınları hâlâ aç. Bunların sorunları dünya tarihinin sorunlarından daha çok. Tarihi süreç içinde bu açların sözde karnını doyurmak için kimi adamlar bey, kral, sultan, imparator ve politikacı olmuşlar. Bugüne kadar bu işi Tanrı’nın onlara verdiği bir görev olarak kabul edip, mahalle muhtarı gibi yürütüyorlar. Ne var ki bu idarecilerin de eskiden ne olup bittiği ile ilgileri fazla değil. Her idare eden sınıfın çevresinde dünyaya düzen vermenin yollarını öğretenler birikiyor. Önce kâhinler, sonra rahipler, sonra hahamlar, sonra papazlar, sonra imamlar ve sonra filozoflar, profesörler, düşünürler, danışmanlar, gazeteciler koca bir asalak grubu oluşturuyorlar. Bu kesitte, altmış yıldır küçük Amerika olmaya çalışan bir fakir İslam ülkesinde Türk göçü ile Amerikan göçü arasındaki bir farktan söz etmek istiyorum. Amerikalı yeni ülkesine her şeyi Avrupa’dan götürdü. Türk her gittiği yerde ne varsa onu aldı. Alıcı olmak Türk kültürün özüdür. Türk’e özgü olan şey dilin çevresinde oluşur. Türk tarihi Asya toplumları ile simbiyotik bir yarı göçer tarihinin adıdır. Ve biz hâlâ almaya devam ediyoruz. Sürekli almak kaburgasız bir kültür yaratmıştır. Dünyadaki bütün ülkelerle, özellikle kopya kaynağımız Avrupa’daki herhangi bir büyük kültürle karşılaştırdığınız zaman bunu anlarsınız. Bizim aydınımız bir şeyi anlamak için kendi geçmişine referans veremez. Bunun iki nedeni var. O geçmişte bugünü hazırlayan şeyler pek az. Belki birkaç tane bilgece söz. İtalyan karşımıza eski Yunan ve Roma’dan başlayan hikmetler çıkarır. Aristo, Cicero, Marcus Aurelius... Fransız aynı şeylere sahip çıkar ve hiç olmazsa Descartes’le başlar. Sonra filozoflar, matematikçiler, bilim ve edebiyat adamları, politikacılar. Fransızın kendi tarihini nasıl bir oya gibi ördüğünü, Notre Dame’ı, Paris’i, Provence’i, Rodin’i nasıl bir kültürel süreklilik içinde kavradığını inceleyince anlarsınız. Türkiye’de geçmiş düşünür ya da sanatçı Descartes, Pascal ya da Goethe ve Kant gibi bir kültür vektörü değildir. •KÜLTÜR• DOĞAN KUBAN TÜRK GÖÇÜ AMERİKAN GÖÇÜ CBT 1272/2 5 Ağustos 2011 nırları üzerine bir kitap. Yazarın ilginç, bir bölümüne katılabileceğimiz görüşleri var. Üslubu ise çok şiddetli. Batı’yı mı dövüyor, yoksa Batı’nın sömürdüğü dünyayı mı horluyor, belli değil. Batılı olmayanlar için söyledikleri ve önerileriyle tipik bir 68’li kuşağı. Bir yandan kendi kültürüne kızgın, öte yandan geri kaBu insana acı verse degerçi Türkçeyi bile reddedenlelan dünyaya sivrisinek gibi bakıyor. rin bundan etkileneceğini sanmıyorum gerçektir. Bizim Kendi dünyasının hakkını satır aralarında verirken o büyük aydınlarımız geçmişlerini iyi öğrenmemişlerdir. Kaldı kuşağın haklı karşı koymasının anısıyla, Batının dünyaya ki bilseler de bugüne aydınlık getirecek bir şey bulamazlar. neler yaptığını da Fakat bu olgunun açıklıyor. Fakat JaTürkiye’de kaburponya sevgisi dışıngasız düşünce yaTürkler tarih boyunca din, edebiyat, bilim, teknolojiyi başda üçüncü dünyaya rattığını ve bubir çöplük olarak nun sadece sahika kültürlerden almışlardır. Şaşılacak bir uyum yeteneklebakıp, aynı torbaya binin değil kendiri var. Eski ve yeni dünyada uyum sağlamadıkları bir külkoyuyor. Ve neolini düşünür sanantür ortamı, uyum sağlamadıkları bir iklim yok. Çin’de Çinli, berallerin bugün ların da düşüncesöyledikleri gibi, ‘siz sini dağıttığını bu Hint’te Hintli, Rusya’da Slav, Arabistan’da Arap, din bağçağdaş olamazsınız, bağlamda söylülamında Yahudi, Maniheist, Budist, Hıristiyan, Müslüman kendi yolunuzdan yorum. olmuşlardır. Şimdi süreçler sadeleşti. Avrupa’da vatangidin’ diyor. ZenCumhuriyet ginlere benzeyince döneminde Batıdaş, Amerika’da vatandaş oluyorlar. Kimisi gidip çocuğubiz kültürümüzden da örnek alınannu Amerika’da doğuruyor. olurmuşuz. ların sayısı zorun‘Beyaz inlu olarak arttı. Ne san’dan söz etmeyi çok seven (bunu aşağılamak için söylese var ki bu alıntı hiçbir elekten geçmiyor. Batılılar kendi dünyalarında esen fırtınaları biliyor, izliyor ve eleştiriyorlar. bile) bu uzman bizlerin bağımsızlığını kazanma çabamıza bir güldürü olarak bakıyor. Bütün dünya tüketimi seviyormuş Bizim bir özeleştiri geleneğimiz olmadığı için, çarşıdan mal ama, bu işe abone zavallı halklar bunun doğasını anlamıalır gibi, dışarıdan her şeyi ya da bir şeyi seçip alıyoruz. Fayorlarmış, Batılılaşma sınırsız olamazmış. kat kendi kültürümüze mal etmek için gerekli entelektüel Vaktiyle Romain Rolland ‘Dünya uyanıyor, beyazlar yeçabayı göstermiyoruz. Onu bir şal gibi omzumuza alıyoruz. nilecekler, yeni bir ortaçağ gelecek’ demiş; Bay Latouche da buna inanıyor. Biz makineleşmiş Batı gezegeninin ayakta KÜLTÜRDE YENİ EŞİK kalmasını tehlikeye düşürüyormuşuz. Batılı makine kültürü Bugün dünya kültürü yeni bir eşiğe geldi. Düşünce ürebizlerle bütünleşemeden, zavallı bizleri kentlileşme çölüne ten Batılı sayısı arttı. Bunların içinde herhangi birinin çağdaş dünya kültürüne eleştirel bir tavırla yaklaştığını böylece fırlatıyormuş. Toplumsal hiçbir model evrenselleşemiyormuş. Fakir ülkeler modernleşmeden nasiplerini alamıyor, bizim için aydınlatıcı olduğunu düşünerek izlemek istersek üçüncü dünyalılar kültürel kimliklerini kaybediyorlarmış. bir şeye dikkat etmek gerekiyor. O düşünür ya da yazarın Bu tür yorumlar aceleci, eksik ve aşağılayıcı. Bunların kendi kültürü ile, diğer dünya kültürleri arasındaki statü bir bölümüne katılma eğilimimi fark edince kitabı kapadım. farkına ne kadar duyarlı olduğunu irdelemek gerekiyor. Modern tarih yazarları içinde garip insanlar var. Bunla Sadece bu düşüncelerle beslenen aydınları ne yapacağız? rın sureti hak’tan görünen tarih yorumlarının sadece aşağı Mustafa Kemal’in Nutuk’ta anlattığı şeyler ne kadar korkutucu bir şekilde yineleniyor. layıcı değil, zayıf akıllıları yönlendirici olduğunu geç fark Türklüğünden vazgeçmemiş aydının eleştiri süzgecinin ettim. Ulusu, devleti, dili ile bozuşmuş yerli aydınların bunların düşünceleriyle büsbütün yollarını şaşırıyorlar. Bu ente deliklerini küçültmesi, dikkatli olması ve çok emek sarf etmesi gerekiyor. Goethe’nin bir sözünü anımsıyorum. Kabalektüel çalkalanmaların Türk toplumunun yarışa geç başlaca ‘Sevmeden, öğrenmeyi de öğrenemezsin’ diyordu. masının bedeli olduğunu düşünebiliriz. Fakat bu bağTayfun Akgül lamda fazla hoş görülü olacak bir esnekliğimiz olamaz. Korkutulmuş kuş sürüsü gibi oraya buraya kaçışan bir düşünce yapısı ile ülkenin yakın geleceğini göğüslemek olanaksızdır. 20. yüzyıldan kalmış bir kuşağın üyesi olarak, dünyanın sandığımdan daha hızlı değiştiğini algılıyorum. 1993’tde yazılıp Batılının bizim gibi düşündüğünü gösterdiğini sandığım bir kitabı görüp yeniden gözden geçirdim. Yazan Lille Üniversitesi’nde üçüncü dünya uzmanı Bay Serge Latouche’muş. Batılılaşmanın anlamı, sonuçları ve küreselleşmenin sı