16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

OOOF OFF LINE Tanol Türkoğlu ([email protected]) Dijital yerlilerin sosyal kimliklerini geliştirmede dijital kültürü, sosyal medyayı bir tehdit değil, bir fırsat olarak görmek, bu vizyon ile çok çalışmak, yasaklayıcı olmak yerine yapıcı, öğretici, yön verici olmak gerekir. Modern fiziğin felsefi mânası Ünlü felsefeci Hans Reichenbach, 1935 yılında İz dergisinde yayımladığı yazısında, görelilik ve kuantum kuramlarının felsefi düşünüşe olan etkilerini inceliyordu. Osman Bahadır, [email protected] Dijital Sosyal Kimlik Dijital kültür ögelerinin, özellikle de sosyal medya imkânlarının, bireyin kimliğini geliştirmedeki önemi her geçen gün daha da artmakta. Bunun temelinde de sosyal medya imkânlarının etkileşimli doğası yatıyor. Web 2.0 mimari altyapısının web site geliştirme imkânlarına sunmuş olduğu bu etkileşimlilik hali sayesinde internete erişen birey her zamankinden daha fazla bilgi paylaşımı yapabilmekte ve bu sayede dijital dünya ile olan etkileşimi iki yönlü bir bilgi akışına dönüşmektedir. Kişi dünya üzerinde kendi ilgisini çeken kişi, olay ya da konular hakkında bilgi alırken, dış dünyaya da kendisi hakkında bilgiler aktarabilemektedir. Örneğin dün akşam hangi arkadaşlarıyla nerede akşam yemeği yedi, yemek masasında çekilen fotoğraflar, lokasyonla ilgili yorumlar vb. gibi. Aslında farkında olsun olmasın birey kendisi hakkında bu tür bilgileri sosyal medyada, dijital dünyada paylaştıkça, kendi kimliğini de oluşturmakta ya da geliştirmektedir. İlköğretim düzeyindeki bireyler, bu etkileşim sayesinde bireysel kimliğini oluşturmada önemli geribildirim kazanıyor. Daha ileri yaştaki bireyler ise ister istemez kimliklerini yeniden gözden geçiriyor. Bu kimlik ağırlıklı olarak sosyal kimliktir. Bireyin, diğerlerinin gözüyle nasıl görülmekte olduğu olgusu dijital imkânların, özellikle de ışık hızında seyreden sosyal medya mecralarının, gelişmesiyle çok daha fazla gündeme gelmekte ve bu nedenle de önem kazanmakta. Birey artık sosyal medyadaki imajına koşut bir sosyal kimlik sahibidir. “Gerçek” bundan farklı olsa da. “Gerçeğin bundan farklı olması”, giderek daha artan şekilde gerçeğin algılama ya da perspektif olgusuna bağımlı izafi bir olgu olduğunu gündeme getirmektedir. Yakın zamana dek bunu şov dünyasında sınırlı olarak gözlemekteydik. TV’de, medyada gündeme gelen isimlerin, bu ortamlarda sahip oldukları, geliştirdikleri ya da üstlerine yapıştırılan imaj ile “gerçek” imajları farklılıklar oluşturabilmekteydi. Şimdi internet, sosyal medya gibi imkânlar ile bu “kimlik uçurumu” hem yaygınlaşmakta ve dijital dünya ile etkileşim halinde olan herkesi kapsama alanı içine almaktadır hem de uçurum daha da derinleşmektedir (öyle ki farklı cinsel kimliğe bürünen bireylerin haberleri artık demode oldu). Bireyin sosyal kimliğini geliştirmede dijital kültür ögeleriyle olan etkileşim kurarken bunun bir deneyim süreci olduğunu akıldan çıkarmamak gerekir. Konfeksiyon çözüm gibi doğrular ve yanlışlar yoktur. Her birey kendi deneyimi çerçevesinde kendisine uygun olan etkileşimden olumlu, uygun olmayandan da olumsuz etkilenecektir. Yetişme çağındaki gençler için ebeveynin, öğretmenlerin daha önde koşuyor ve gençlere rol modellik yapıyor olması gerekir. Pek çok ülkede olduğu gibi bizim ülkemizde de kolaya kaçma, yasaklarla günü kurtarma modelleri daha çok rağbet görmektedir. Oysa dijital yerliler yasakçı zihniyet karşısında geri adım atmazlar. Tam tersine üstüne giderler. Bu artık uygulamadan ziyade bir zihniyet savaşına dönüşür. Senin dediğin mi olacak benim dediğim mi ? Olgun kuşakların bu süreçten karlı çıkma olasılıkları bence yok. O nedenle genç bireylerin kimliklerini, özellikle de sosyal kimliklerini geliştirmede dijital kültürü, sosyal medyayı bir tehdit değil, bir fırsat olarak görmek, bu vizyon ile çok çalışmak, yasaklayıcı olmak yerine yapıcı, öğretici, yön verici olmak gerekir. Ü nlü Alman düşünürü ve felsefecisi Hans Reichenbach (18911953), 1933 Üniversite reformu ile çalışmaya başladığı İstanbul Üniversitesi’nde, felsefe tarihi, mantık tarihi ve fizik felsefesi dersleri veriyordu. 1938’e kadar ülkemizde kalan Reichenbach’ın en önemli çalışma konularından biri de, görelilik ve kuan Hans Reichenbach (18911953) tum kuramlarının felsefeye olan etkisiydi. İz dergisinin Şubat ve Nisan 1935 tarihli 9. (s. 45) ve 10. sayılarında (s. 78) yayımlanan “Modern Fiziğin Felsefi Manası” başlıklı yazısı da onun bu çalışmalarının popüler yayın dünyasındaki bir örneğini oluşturmaktadır. Reichenbach bu yazısına, sıradan bir insan ile bir modern fizikçinin evren imgeleri arasında büyük bir farklılık bulunduğunu belirterek başlamakta ve daha sonra da modern fizikçinin bu farklı evren imgesine nasıl ulaştığını irdelemeye çalışmaktadır. Ona göre bilim insanının bu farklı evren imgesine ulaşmasının dört kaynağı bulunmaktadır: Birincisi, teleskop ve mikroskop gibi keskin ve hassas yeni gözlem araçlarının sağladığı bilgilerdir. İkincisi, özel amaçlarla düzenlenmiş deneylerden elde edilen bilgilerdir. Bu tür bilgiler, pasif gözlemle elde edilenlerden daha farklı bilgiler kazandırır. Üçüncüsü, gözlenen ilişkilerin matematiksel olarak ifade edilmesidir. Doğadaki olguların matematiksel olarak belirlenmesi, başka türlü hiç akla gelmeyecek yeni ilişkileri de ortaya çıkarabilmektedir. Dördüncüsü, elbette düşüncenin olguların esasına derin bir şekilde nüfuz edebilmesidir. getirecek genel mahiyette birçok şeyler vardır. Örneğin katı cisimlerin bir özelliği, orta boyutlar alanında Öklid’in geometri aksiyomları olarak ifade ettiği bazı kanunlara uymalarıdır. Demek ki, Öklidçi mekân tasavvuru, bu mekânın kanunlarını kendilerinde gösteren şeylerle meşgul olmanın bir sonucudur. Bunun gibi kesin nedensellik kavramı da makroskopik maddenin zaman ve mekândaki değişmelerinde, yani mekanikte görülen büyük düzenlilikten doğmuştur. Bu kavramların doğruluğu büyükler ve küçükler için de kabul edilmişse, yanlış bir teşmil (kapsama) yapılmıştır. Fakat büyük ve küçük için, eski kavramlara uymadıklarından dolayı bizce kavranmaz demek, bu eski kavramların fiziki âlemdeki kaynağının ne olduğunu anlamamak, fiziki realiteyi yanlış olarak, düşünüş zorunluluğu diye yorumlamaktır. Ana kavramlar dediğimiz şeyler ortama tabidirler. Onların her gün kullanılması bizi onlara alıştırmıştır. İşte bu alışma, düşünüş zorunluluğu zannedilmiştir. Bu bir kere kabul edilince, başka cinsten kavramlara da alışılmasına hiçbir engel yoktur. İçinde bulunan katı cisimlere Öklidçi olmayan bir geometriye göre yer veren dünyada yaşamış olsaydık, o zaman Öklidçi olmayan bu geometri, tıpkı bugün Öklidçi geometrinin hadsi (sezgisel) olması gibi, bizim için hadsi olurdu. CBT 1272/ 12 5 Ağustos 2011 Bu kaynaklardan elde edilen bilgiler, günlük hayatın bilgisiyle, doğanın yapısının daha ince bilgisi arasında büyük farklar olduğunu göstermiştir. Klasik fizikten kuantum fiziğine geçişle birlikte bu farklılık çok daha büyük bir keskinlikle göze çarpmaktadır. Bu geçişin sonucu olarak, evrenin büyük ve küçük boyutlardaki biçimi, bizim algılamalarımızın eriştiği orta boyutlu sahadaki biçiminden büsbütün başkadır. Yeni fiziğin keşifleriyle mevcut bir kavramlar çerçevesinin içi sadece yeni içerikle doldurulmuş değildir, fakat bu çerçevenin kendisi tartışılmaya başlanmış ve değiştirilmiştir. “Kavramlar âlemimizin de yalnız orta boyutlara uygun olduğu ortaya çıkmıştır. Doğa bilimlerinin eski temel kavramlarının ancak orta büyüklükler sahasında uygulanabileceği bilgisi, zamanımızın Kopernik dönüm noktasıdır. ” Küçük boyutlarda Öklid geometrisini temel olarak kabul edip büyük boyutlarda Oklidçi olmayan bir geometrinin geçerli olduğu sonucunu çelişkiye düşmeden çıkarabileceğimizi ileri süren Reichenbach, yazısını şu ilginç bölümle bitirmektedir: “Zira anlattıklarımızdan açıkça görülüyor ki insanlarda eski ana kavramları, insanların, içinde yaşadıkları ortamda, onların akıllarına bu kavramları KAVRAMLAR DA DOĞADAN ETKİLENİR O zaman mekânda müsaviliği büsbütün başka türlü görürdük ve Riemann geometrisinin aksiyomlarını bugün Öklid geometrisinin aksiyomlarını gördüğümüz gibi doğrudan doğruya mekânın hadsi idrakinden çıkartırdık. Ve etrafımızdaki cisimler, onları mekanik kuvvetler yardımıyla başka bir yere götürmeye savaştığımız vakit, mekaniğin kesin kanuniyetine uyacakları yerde, mesela atılan bir zarın rastlantı kanuniyetine uysalardı artık belirli nedensellikleri vücuda getirmekle ilerideki bir olayın mutlak surette olmasını beklememeye, fakat olasılığa dayanarak olayların gerçekleşmesini ümit etmeye az zamanda alışmış olurduk. Bu gibi olayları tasavvur etmek hiç de güç değildir. Farz edelim ki belirli bir yöne doğru elimizle ittiğimiz bir iskemle, ancak bazen beklediğimiz yere gitsin ve ara sıra da büsbütün başka yerlere gitsin. Yahut da bir makine ile yürütülen bir araba, istenilen bir yöne yürütülemesin. Fakat Brown hareketinde mikroskop altında görülen küçük parçalar gibi zikzaklar göstersin. Böyle bir dünyada kesin nedensellik kavramı gelişememiş olurdu. Fakat ortalama olarak biraz olasılıkla hedeflerine erişen mekanizmalar yapmak öğrenilirdi. Böyle bir dünyanın bizimkinden olan farkı, az bir derece farkıdır. Bizim arabalarımız da hedeflerine her zaman erişmezler. Biz de olasılığa dayanan ümitlerle yetinmeliyiz ve olasılığın derecesi nispeten yüksek olsa da yine hedefe varamamak imkânları daima vardır. Yalnız, bu imkânlar farz ettiğimiz dünyada daha büyük bir mikyasta (ölçekte) görünürler.” OLASILIK HER YERDE HER ZAMAN
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle