02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Hastalara ait cep telefonları mikrop yuvası Ülkemiz hastanelerinden birinde yapılan bir çalışmaya göre, hastaların ve ziyaretçilerinin yanlarında bulundurdukları cep telefonları potansiyel mikrop yuvası. ‘Cep telefonları kanserojen olabilir..’ Dünya Sağlık Örgütü (WHO) 31 Mayıs tarihinde yaptığı bir açıklama ile cep telefonlarının yaydığı radyasyonun “muhtemelen insanlar için karsinojenik” olduğunu duyurdu. Bu duyuru cep telefonlarının kansere yol açtığını söylemiyor; dünya üzerinde milyarlarca insan tarafından kullanılan cep telefonlarının uzun vadeli sağlık riskleri konusunda hala bilinmeyenlerin olduğunu belirtiyor. Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı (IARC), bu sonuçları daha önce yapılan insan/hayvan çalışmalarına ve laboratuvar araştırmalarına dayandırıyor. Ajansta bu konu üzerinde çalışan bilim insanları, cep telefonu kullanımı ile glioma ve akustik nöroma kanserleri arasındaki bağlantıya ilişkin kanıtların “kısıtlı” olduğunu söylerken, diğer kanser türleri arasındaki bağlantının ise “yetersiz” olduğunu öne sürüyor. Kanser ile diğer radyofrekans elektromanyetik kaynaklarına –mikrodalga, radar, televizyon ve radyo yayını sinyalleri gibi maruz kalma arasındaki bağlantıyla ilgili kanıtlar da “eksik” bulundu. Son on yıl boyunca sürdürülen çok sayıda çalışma, bazı Avrupa ülkelerinde cep telefonu kullanımında çok büyük bir artış olmasına karşın, beyin kanseri vakalarında bir artış olmadığını ortaya koydu. Bu yılın başlarında yapılan bir başka çalışma ise, cep telefonu emisyonunun, kullanıcının cihazı kafasına dayadığı bölgede beyin metabolizmasında etki yarattığını gösteriyor. Ancak Scientific American dergisi yazarlarından Michael Shermer’in geçen yıl yaptığı açıklamaya göre “Fiziksel olarak cep telefonlarının kansere yol açması hemen hemen imkansız”. IARC direktörü Christopher Wild ve bu duyurunun ardındaki 31 bilim insanı “ne şiş yansın ne kebap” yaklaşımını benimseyerek şöyle konuşuyor: “Halk sağlığı açısından potansiyel etkilerini göz önünde bulundurduğumuzda, cep telefonlarının uzun vadeli yoğun kullanımı ile ilgili ileri araştırmaların yapılması gereklidir.” Bu konuda ayrıntılı bilgi Lancet Oncology isimli tıp dergisinin 1 Temmuz tarihli sayında yer alacak. M alatya nönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı öğretim görevlisi M Prof.Dr.Mehmet Sait Tekerekoğlu ve ekibinin* yürüttüğü bir çalışmaya göre hasta, ziyaretçi ve refakatçilerin kullandığı telefonlar tehlikeli bakteri taşıyor. Bu mikroplar sağlık çalışanlarının yanlarında bulundurdukları cep telefonlarındakilerden iki kat daha tehlikeli. Bu çalışma American Journal of Infection Control and Epidemiology isimli tıp dergisinin Haziran sayısında yayımlandı. Bilim ekibi, araştırmaları için önce telefonun tuş, mikrofon ve hoparlör gibi üç kısmından örnek aldı. ncelenen 200 cep telefonunun 67’si hastane çalışanlarına, 133 tanesi hastalara, hastaların ziyaretçilerine ve refakatçilere aitti. nceleme sonucunda hasta grubuna ait telefonların %39.6’sında, sağlık çalışanlarının ise %20.6’sında hastalık yapıcı mikrop bulundu. Ayrıca, hasta telefonlarının yedisinde, metisilindirençli Staphyllococcus aureus (MRSA) gibi ilaçlara dirençli patojenler bulunurken, çalışanlarınkinde bu tür dirençli bakterilere rastlanmadı. “Hasta telefonlarında bulunan bakteri tipleri ve ilaçlara dirençli olma şekli kaygı verici” diye konuşan araştırma ekibi, “Daha önce yapılan araştırmalarda hastane çalışanlarına ait telefonların bakteri kaynağı olduğu belirtiliyordu. Oysa bizim çalışmamız hastaların, ziyaretçi ve refakatçilerinin telefonlarının, çalışanlarınkinden daha büyük bir risk taşıdığını ortaya çıkartıyor” diyor. Kalkınmakta olan ülkelerdeki hastanelerde, hastaların %25’inde hastanemikroplarına bağlı enfeksiyonlar görülüyor. ABD’de buna bağlı olarak 1.7 milyon enfeksiyon vakası görülüyor ve yaklaşık 100.000 kişi bu nedenle yaşamını yitiriyor. Standart enfeksiyon kontrol kurallarının uygulanması durumunda bu enfeksiyonların üçte birinin engellenebileceği tahmin ediliyor. Telefonlar UV radyasyonuna maruz bırakıldığında bakterilerden kolayca ve hızla yok edilebilir. Ayrıca cep telefonlarının plastik bir kabın içinde muhafaza edilmesi, kaza ile mikropların bulaşmasını engelleyebilir. *Doktorlar: Yücel Duman, Ayfer Serindağ, Serpil Semiha Çuğlar, Halim Kaysadu, Emine Tunç, Yusuf Yakupoğulları Kenneth F. Kiple, gıda küreselleşmesinin 10.000 yıllık tarihini anlattığı Gezgin Şölen’de gıda ile ilgili pek çok soruya tarihi kökleriyle yanıt verdiği gibi, insanlık tarihine her gün tükettiğimiz gıdalar konusunda ilginç bir yaklaşımda bulunuyor. “Fasulyenin tarımsal bir hata olduğunu, yerleşik tarımcıların neden avcı toplayıcılardan daha sağlıksız olduğunu, peynir yapımının neredeyse 6.000 yıl önce İran’da başladığını, karabiberin bir zamanlar altından değerli olduğunu, bütün dünyada şekerin buğdaydan bile çok satıldığını, Winston Churchill’in 1942 yılında askerleri için çayın cephaneden daha önemli olduğunu söylediğini, 1880 yılında Amerika’daki bütün büyük şehirlerde Çin lokantaları olduğunu, beyaz ekmeğin bir zamanlar gereğinden fazla besleyici kabul edildiğini, GDO’lu gıdaların hayatımızın ne kadar içine sızdığını biliyor musunuz?” Zengin ve ilginç bir içeriği var: Yiyecek aramadan çiftçiliğe, Son avcılar ilk çiftçiler; Çiftlik avlusunun kuruluşu; Kuzey bereketli hilalin rastgele bitkileri; Doğu Asya’nın gezgin bitkileri; Kuzey bereketli hilalin verimli çeperleri; Neolitik devrimin sonuçları; Atılganlık ve imparatorluklar; Dinsel inançlar ve gıda maddeleri; Roma enkazından doğan imparatorluklar; Ortaçağda ilerleme ve yoksullaşma; İspanyol yeni dünyası ve kuzey yarıküre; Kolomb alışverişi, Şeker ve yeni içecekler; Mutfakta İspanyollaşma; Cennet bolluğu, Yabancı yemeklerin sınırları; Kapitalizm, sömürgecilik, mutfak; Besin öğesi ve besin kavramları; Bolluğun küreselleşmesi, Ayaküstü yiyecek, selülite övgü; 21. yüzyıla taşınan aşırı bolluk; 21. yüzyılda insanlar ve bolluk.. Kitaptan: Yiyecek aramadan çiftçiliğe geçişle birlikte, insan toplulukları büyüdü ve yoğunlaştı. Çoğu kez hareket halinde olan avcıtoplayıcılar sahip oldukları her şeyi taşırlardı; bu durum yapılabilecek çocuk sayısını sınırlayan bir etkendi. Yarı yerleşik kadınların bile yiyecek toplama görevini üstlenmesi de böyle bir gereğe yol açmaktaydı. Aslında bütün primatların eğilimi görece az bebek doğurma yönündedir; ama bebekler her acıkmada beslemeyi de kapsamak üzere anne babadan oldukça yakın ilgi görür… Tahminlere göre, Neolitik devrimlerden ilkinin arifesinde “türümüz” sayıca 3 ila 5 milyon dolayındaydı. Ama böyle birçok devrimin ve yedi bin yıllık çiftçiliğin ardından, bu sayı 100 milyona çıktı – çok uzun zaman dilimi göz önünde tutulduğunda pek olağanüstü sayılmasa bile, çocuk bakımındaki gerilemenin yol açtığı korkunç bebek ölüm oranı açısından bakılınca çarpıcı bir artıştı bu… Avrasya’nın büyük bir bölümünde 100 ila 200 bitki türüne dayalı zengin avcıtoplayıcı diyeti yerini bir yörede en iyi yetişen tek ürüne –buğday, çavdar, arpa vb.– dayalı bir diyete bıraktı. Böyle tahıllardan yapılan ekmekler ve lapalar mevsimin ve göreneklerin elverdiği ölçüde (sadece özel günlerdeki yemeklerde eti içermek üzere) başka yiyeceklerle takviye edilen beslenmenin ana dayanağı haline geldi – binlerce yıllık yoğun et tüketiminden önemli bir kopuştu bu… Gezgin Şölen Gıda Küreselleşmesinin On Bin Yılı Özel Almanya yöntemi de burada bitmiş oldu yani.. “Ben Almanların sanki tam olarak Batı’ya ait olmadıklarını anlayıp, kendilerine karşı hala gizli ve aynı zamanda da narsist bir korku hissettiklerine inanıyorum. Bana öyle geliyor ki Almanya’nın en gözde yönetim ittifakı Fransa’daki veya Anglosakson ülkelerdeki gibi beklenmedik güç değişimi değil de Büyük Koalisyon. Belki de Almanya büyük bir sviçre ya da büyük bir sveç gibi olmak isterdi. Yani ideolojik kamp ların birbirine yaklaştığı ve siyasi büyük ailenin yönetiminde her şeyi ayarladığı oydaşmacı demokrasiyi tercih ederdi.” Bunun nesi kötü? “Hiçbir şeyi. Sadece Fransa’nın kültürel farklılığını dostluk yemininin altına gömmemek gerekir. Fransa, herhalde eşit olmayan otoriter aile geleneklerinin hala etkili olduğu Almanya’dan daha fazla bireysellik ve eşitlik taraftarı olsa gerek. Örneğin doğru anne rolünün tartışılmasında olduğu gibi. Bu da belki Almanya’nın, korkunç doğum oranlarına rağmen göçle niçin bu kadar zorlanırken, zanaatsal ve endüstriyel yetenekleri açısından Fransa’dan üstün olduğunu açıklamakta.” Buna göre Alman ve Fransız dostluğu sadece serap mı? “Hayır ama ilişki en azından dile getirilemeyen bir rekabete dayalı. Avrupa Birliği ancak tüm hatalı uzlaşma formülleriyle aynı çerçeveye ortak Avrupa uygarlığı yerleştirmeye çalışmak yerine antropolojik farklılıkları tanısa, dünyadaki kültürel çoğulculuğa daha akılcı ve geniş görüşlü bir şekilde yaklaşabilir. ABD’nin de bunu becerdiğinden emin değilim..” Bu söyleşi, Spiegel dergisinin 2011’in 20. sayısında yayımlandı. Türkçesi Nilgün Özbaşaran Dede CBT 1264/9 10 Haziran 2011 Emmanuel Todd, politik bilimler ve tarih okudu. 1984’den bu yana Paris’de Nüfus Araştırmaları Ulusal Enistitüsü’nde araştırıyor. Ona göre, aile yapıları nüfus/toplum yapıları ve eğitim politikaları gibi etkenler, ekonomik sistemlerden çok daha önemlidir.. Çok sayıda araştırması var. Bunlardan 1976’da yayımladığı, Düşüşten önce: Sovyet Egemenliğinin Sonu; Göçmenlerin kaderi; (1994); Yeni Liberal llüzyonlar (1998), mparatorluktan Sonra (ABD üzerine, 2002, Türkçe yayımlandı) ve “Durdurulamayan devrim, islam Ülkelerindeki Değişimler Üzerine“ (2007)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle