Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Başını Sokacak Bir Çatısı Olmayan Bilimler Akademisi Ülkemizde temel sorun bilim adamı yokluğundan ya da Türklerin yeteneksizliğinden değil, bilimin toplumsal statüsünün gelişmemiş olmasından kaynaklanıyor.. Avrupa tarihinde akademi, bilimsel gelişmenin yaratıldığı, toplumu idare edenlerin bilim karşısındaki bilinçlenmesini kanıtlayan en önemli kurumdur. Akademiler, henüz kilise karşısında bağımsızlığını kazanamamış olan üniversitelerin olanak vermediği özgürlüğü bilim adamlarına sağladılar. Doğan Kuban P aris’te Louvre Sarayı’nın Seine kıyısından küçük bir köprü (Ponts des Arts) karşı kıyıya geçer. KarI şısında ‘Institut de France’ vardır. Fransız neoklassisizminin en ünlü mimarlarından Le Vau’nun tasarladığı bu görkemli yapı Napolyon döneminde restore edilerek, beş Fransız akademisini barındıran bir dev kültür merkezidir. Yapıda Fransız Dilinin en büyük kuruluşu olan Fransız akademisinden başka Bilimler Akademisi, Edebiyat Akademisi, Güzel Sanatlar Akademisi, Sosyal ve Politik Bilimler Akademisi ve Kardinal Mazarin’in kitaplığı vardır. Erdal nönü ve arkadaşları Türk Bilimler Akademisi’ni de kurarken, bu kurumun Türkiye’de ne kadar geç kalmış bir teşebbüs olduğunu acı acı hissediyorlardı. Bugün hâlâ kiralık yapılarda oturması ise, toplumun bilimsel vurdumduymazlığının anıtsal bir göstergesidir. Le Vau’nun ve yapıyı restore eden Antoine Vaudoyer’nin sarayı ile Türkiye Bilimler Akademisinin kiralık apartmanı arasındaki fark, acaba Fransız ve Türk toplumlarının bilimsel tavırları ve etkinlikleri arasındaki farkın ifadesi midir? Yunan Academia’sı Eflatun’un Atina civarındaki bir zeytinlikte kurduğu bir okuldu. Bilimsel düşüncenin gelişme süreci içinde Avrupa’da kurulan akademiler okul değildi. Erken örnekleri Rönesans talya’sındadır. Cosima dé Medici Floransa’da ‘Accademia Platonica’yı kurarak, Eflatun’a uzanan anısıyla, bir felsefe akademisi kurdu. 1575’de spanya Kralı 2. Filip Madrit’te bir Matematik Bilimleri Akademisi kurmuştu. Genelde lk bilim akademileri 17. yüzyılda kurulduA lar. Bunların ilki Roma’da 1603’de kurulan ‘Accademia dei Lincei’dir. Üyeleri arasında Galileo’da vardı. Almanlar önce bir dil ve edebiyat akademisi kurdular. 1622’de Rostock’da bir bilim akademisi kurdular. 1652’de Schweinfurt’ta ‘Accademia Naturae Curiosorum’ adı altında bir tıp bilimleri akademisi kurdular. 1645’de Londra’da ünlü Royal Society kuruldu. FranA sa’da iki akademi açıldı. Richelieu ‘Academie Française’i EFLATUN’LA BAŞLADI kurdu. 1699’da Fransız Bilimler Akademisi kuruldu. 18. ve 19. yüzyıllarda yeni ulusal akademiler kuruldu. Önce Avusturyalılar sonra Prusyalılar bilim akademilerini kurr dular. Büyük Petro 1724 Rus Bilimler Akademisini kurmuştu. Bütün önemli devletler bilim akademilerinin yanı sıra edebiyat, sosyal bilimler, güzel sanatlar akademilerini de kurdular. Gerçi 17. yüzyıldan sonra giderek rahip olmayanlar da (laikler) üniversitelere girdiler ama, Avrupa üniversiteleri uzun süre kiliseye bağlı kaldılar. 20. yüzyıla kadar bilim daha çok akademilerde gelişti. Eğer Osmanlı’da böyle bir şey kurulmadıysa bu olasılıkla, bugün anladığımız anlamda, bilim olmadığı anlamına gelir. 1993’e kadar Türkiye Bilimler Akademisi kurulmaması bu davranışın uzantısıdır. Kurulduktan onsekiz yıl sonra başını sokacak bir binası olmayan Bilimler Akademisi, Türkiye’de hâlâ toplumun ve devletin bilimin gerçek statüsünden haberi olmadığına işarettir. Yüz seksen yedi devlet içinde eğitim sıralamasında Türkiye’nin yüz yedinci gelmesi aynı vurdumduymazlığın işaretidir. Acaba bizim politikacılar bizden yüzlerce yıl önce kurulmuş bu bilim akademilerini barındıran sarayları hiç merak edip gördüler mi? Orada bilim adamlarının ne yaptıklarını öğrenmek isteyeceklerini düşünecek kadar hayalimiz zengin değil, ama yapı ve saraylarla ilişkilerini bildiğimiz için belki etkilenir, belediye sarayı, adalet sarayı ya da parti merkezleri gibi bir de bilim sarayı yaparlar. Sevgili okuyucular, Üniversitelerimiz ve bilim adamlarımız olduğu için Türkiye bilimsel toplum ya da bilgi toplumu değildir. Bu yargıyı değerlendirebilmek için Loui s Althusser’in şu tümcesini dikkatle okumak yararlı olabilir: Bilimle ideolojiler karşıtlığında karşımıza çıkan şudur: ‘ deolojilerde herhangi bir konuda bilimden önce ortaya çıkmış bir bilgi söz konusu’dur. (Böyle aynı konuda daha yaşlı bir kavramın varlığına Althusser bir çatlak diyor.) Bu çatlak nesnel toplumsal alandaki dinsel, ahlaki, hukuksal ve DEOLOJ LER VE B L M politik ideolojilerle işgal edilmiştir. Genelde doğası politiktir. Epistemoloji yani bilginin kendisi ile ilişkili değildir. Türkiye’de bilime karşı oluşmuş geleneksel direnişin nedeni bu eskimiş kavramlarla dolu çatlaktır. Sorun, bu politik dirence nasıl karşı çıkılacağıdır. Thomas Kuhn “Politik devrimde olduğu gibi bilimsel devrimde de toplumun kabulünden daha önemli bir şey yoktur. Bilimsel devrimin nasıl gerçekleştiğini görmek için, doğanın ve mantığın etkileri kadar, bilim adamlarının ikna edici yorumları da öncelik taşır. Bilim temelde hergünki düşüncemizin giderek daha ayrıntılı ve aydınlık olmasıdır.” der. Bu durumun bazı ek yorumlara gereksinimi var: Biz gerçek üniversiteyi cumhuriyetten sonra kurduk. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra gelişen bir üniversitemiz var. Avrupa’da Akademiler üniversite dışında geliştiler. Çağdaş bilimin gelişmesi dört yüz yıllık bir birikim. Şimdi çok moda olan tarihimizle yüzleşmek gerekiyorsa, 17. yüzyıldan sonra Osmanlı kültürünün dünya bilimine, kültürüne, dolayısıyla evrensel uygarlığa bilimsel, düşünsel, edebi ve sanatsal alanlarda katkı yaptığını söylersek bu kendini aldatmak olur. Bu bağlamda mimari, dokuma ve bazı folklorik ürünleri dışlamadan. lginç olan, günümüzde de (yurtdışında statü kazanan bilim adamları ve sanatçılar dışında) dünya pazarına katılmakta zorluk çekiyoruz. Çünkü sorun bilim adamı yokluğundan ya da Türklerin yeteneksizliğinden değil, bilimin toplumsal statüsünün gelişmemiş olmasından kaynaklanıyor. Kötü paranın iyi parayı kovaladığı bir çağda yaşıyoruz. Entelektüel yaşam da böyle. Bilimsel çalışma bağımsızlık ister. Devletin kontrol ettiği bilimsel gelişme yoktur. Avrupa’da üniversite kurumu kilise etkisinden kurtulmak için 19. yüzyıl sonuna kadar mücadele etmiştir. Nazi Almanya, Komünist Rusya, özgür olmayan üniversi teni n bir şey üretmedi ğini gösterir. Buna karşın, özgür üniversitelerin olduğu Amerika özgün bilimsel çalışmanın en yoğun olduğu ülke olmakta devam ediyor. Devlet başkanlığına ya da cumhurbaşkanına bağlı bilim olmaz. Geçen gün Akademi Başkanı Sayın Yücel Kanpolat “Türkiye’de bilim adamı vardır”ın altını çizdi. Kuşkusuz var. Hem de çok. Ne var ki adlarını duyuranlar Türkiye’yi bırakıp yurtdışına, özellikle ABD’ye gidenler. Kaldı ki bilim adamı olması eğitimde yüz seksen yedi ülkede yüz yedinci olmamızı engellemiyor. Bilim adamı yetiştirmek bilim toplumu olmak değil. Kendine ait bir binası olmayan bir Bilimler Akademisi, ülkeyi küçük düşürücü ve bilimi horlayıcı bir durum değil mi sevgili okuyucular? Akademi Günü Türkiye Bilimler Akademisi, stanbul Üniversitesi’nde Akademi Günü’nü gerçekleştirdi. Çok sayıda üye ve davetlinin katıldığı Akademi Günü’nde, Ü’nin tarihçebi anlatıldı, Başkan Yücel kanpolat’ın kısa açışından sonra, Rektör Yunus Söylet bir konuşma yaptı. Akademi’ye seçilen yeni üyeler, lhan Aksay (Princeton , Üni.), Ümran nan, (Koç Üni. Rektör), Münci Kalayoğlu (Memorial Hastanesi) Bülent Sankur (Boğaziçi Üni.), Hayrünnisa Bolay Belen (Gazi Üni.Tıp Fak), Zehra Özlem Keskin Özkaya (Koç Üniv.) konuşma yaptılar ve çalıştıkları bilim dallarıyla ilgili bilgi sundular. GEB P ödülü alan başarılı genç bilim insanlarına ödülleri verildi.. Başarılı telif kitaplar yazan ve çeviriler yapan bilim insanları da ödüllendirildi.. Orhan Bursalı’nın Akademi günü ile ilgili Cumhuriyet’teki yazısına, gazeteden veya http://orhanbursali.blogspot.com adresinden ulaşılabilir. Bu yıl 23 genç bilimcinin GEB P Ödülü ile desteklenmesi uygun bulundu. ”Bir tür ‘Genç Akademi’ oluşturmaya yönelik bir etkinlik olan TÜBAGEB P çerçevesinde, tüm bilim alanlarından, 37 yaş altındaki, bağımsız araştırmacı olarak kendi araştırma grubunu kurarak öğrencilerini yetiştirme çabasında olan, bilimsel araştırmalarıyla öne çıkmış ve üstün liyakat esasına göre CBT 1264 / 15 10 Haziran 2011 TÜBAGEB P Ödülü seçilmiş genç bilim insanları, üç yıl süreyle desteklenmekte..” Yard. Doç. Dr. Ayşe Parla Alpan, Doç. Dr. Canan Koca Arıtan, Yard. Doç. Dr. hsan lker Aytürk, Yard. Doç. Dr. Mustafa Tamer Ayvaz, Yard. Doç. Dr. Sreeparna Banerjee, Doç. Dr. Lemi Baruh, Yard. Doç. Dr. Barış Bayram, Yard. Doç. Dr. Şevki Koray Durak, Yard. Doç. Dr. Mustafa Özgür Güler, Doç. Dr. Tuncay Hazırolan, Yard. Doç. Dr. Menderes Işkın, Prof. Dr. Muşturay Karçaaltıncaba, Yard. Doç. Dr. Coşkun Kocabaş, Doç. Dr. Ali Koşar, Doç. Dr. Seçkin Kürkçüoğlu, Yard. Doç. Dr. brahim Burç Mısırlıoğlu, Doç. Dr. Hande Y. Paternotte, Yard. Doç. Dr. Rana Sanyal, Yard. Doç. Dr. M. Alper Şen, Doç. Dr. Murat Uysal, Yard. Doç. Dr. Sinan Ünver, Yard. Doç. Dr. Nazmi Yaraş, Doç. Dr. Emre Alper Yıldırım..