02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POL T K B L M Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;[email protected] Doğrusu bu hafta bilim, teknoloji ve sanayi dünyasının teknik meselelerinden söz etmek içimden gelmiyor. Çünkü... Seçim Sandığının Düşündürdükleri Pazar günü sandık başına gideceğiz. Bilimle, bir de sınaî üretimle uğraşanlarımızın bu seçimdeki oy dağılımlarının ne olacağını çok merak ediyorum. Merakımın birinci nedeni şu: Bana öyle geliyor ki, geçmiştekilerden çok daha farklı olarak, bu kez, yaşamın her alanında bilimin yol göstericiliğinin egemen olmasını isteyenlerle, bilim yerine dogmanın, boş inançların egemen olmasını isteyenler arasında da net bir seçim yapmış olacağız. Bu durumda, siz olsanız merak etmez misiniz, örneğin, adının önünde akademik bir unvan taşıyanların hangi yönde oy kullanacaklarını? Aman, akla aykırı bir soru sorduğumu düşünmeyin. Böyle bir seçim yapmak zorunda kalan bir bilim adamının hangi yönde oy kullanacağı elbette bellidir. Ama ben sorumu ‘bilim adamları’ üzerinden değil; ‘adının önünde akademik unvan’ taşıyanlar üzerinden sordum. Bu unvanı taşıyanlar çok önemli... Onlar bizim çocuklarımızın hocaları... YÖK’ün başındaki de hoca, ÖSYM’nin başındaki de... Bu ülkede, ÖSYM’deki bunca çarpıklığa karşın gıkı çıkmayan pek çok rektör var; onlar da hoca... Bu ülkede bunca toplumsal mesele varken türbanı baş mesele yapan akademisyenler var; onlar da hoca... Bunların hangi yönde oy kullanacakları belli de, nüfusları çok arttıysa, yandı gülüm keten helva! Merakım ondan... Merakımın ikinci nedeni, sanayi kesimiyle ilgili... Biliyorsunuz, Cumhuriyetimizin 1920’lerdeki, 30’lardaki siyasî kadrolarının sanayileşme gibi bir idealleri vardı. Bu ideallerini gerçekleştirmek için atılımlarda bulundular; herhangi bir sınaî üretim bilgi ve deneyimine sahip bulunmayan bu ülkede fabrikalar kurdurdular; çağın ‘ilim ve fennine’ egemen olunabilmesi için çalıştılar. 1950’li yıllarda yönetimde olan Demokratlar da, sanayileşme idealine bağlı olmadıkları halde, fabrika kurmayı sürdürdüler. Çünkü fabrika, kurulduğu her kent ya da kasabanın halkı için iş ve aş demekti. Halk bunun farkındaydı; genç Cumhuriyet’in kurduğu fabrikaların kuruldukları yerlere ne getirdiğini görerek öğrenmişti. Onun için dönemin ‘devlet büyükleri’ her gittikleri yerde halkın fabrika talebiyle karşılaşırlardı. Onlar da öğrenmişlerdi ki, fabrika oy kapısı demektir. Onun için, güçleri yettiğince, herhangi bir sanayi stratejileri olmaksızın fabrika kurdurmuşlar; 1920’li 30’lu yıllardan devraldıkları bu mirasa, farklı bir biçimde de olsa, sahip çıkmışlardı. Söz konusu mirasın 1960’lı 70’li yıllarda öne çıkan siyasî temsilcisi Demirel’dir. Ama o, önceki dönemden farklı olarak, 1960’ların başında Türkiye’ye egemen olan ‘planlı kalkınma’ anlayışının önünü açtığı yeni bir sanayileşme hareketinin de temsilcisi olmuştur. Bu hareket yeterliydi değildi, şimdi bunu tartışacak değilim; ama Demirel ve onun siyasî yandaşları, en azından, sağın sanayi alanındaki tutumunun ve bu alanda oluşmaya başlayan bir sanayi kültürünün sürdürücüsü oldular. Özal ve onunla aynı meslekten gelen teknokratları, sanayi konusunda, Demirel ve ekibinden farklı bir tutum izlemişlerdi ama onları da aynı kültürün 1980’li yıllardaki devamı olarak görmek mümkündür. Bugünkü sanayi, sonuç olarak, Özal tarafından önemli ölçüde değişikliğe uğratılmış da olsa, bu sağ kültürün ürünüdür. Peki, bugün işbaşında olan siyasî kadronun da, sağdaki bu sanayi kültürünün bir başka temsilcisi olduğu söylenebilir mi? Eğer Erbakan ve ekibinden kendilerini ayrıştırmasalardı, belki... Ama bu kadro, sağın o sanayi kültürünü değil; daha çok, İslamın ticaret kültürünü temsil etmektedir. Hal böyleyse, merak etmez misiniz, bu ülkenin sanayicileri ve onların teknokratları sandık başına gittiklerinde hangi yönde oy kullanacaklar? Hani Erdoğan, referandumdan önce, ‘biz de kendi sermaye sınıfımızı yarattık’ demeye getirmişti ya, yoksa o sınıfla aynı paralelde mi oy kullanacaklar? Seçimden sonrası için bahtınız açık olsun... Arap devrimine yol açan 3 neden ve kadınların özgürlük yürüyüşü 1Kadınlar arası okuma yazma artışı, 2 Doğum hızında azalma 3 Akraba evliliklerinde büyük düşüş.. Fransız sosyal bilimci Emmanuel Todd, İslal, özellikle Arap ülkelerinde başlayan büyük değişimi 2007’de Youssef Courbage ile birlikte yazdığı “Durdurulamaz Devrim” kitabıyla önceden kestiren ender insanlardan biri.. Bu ülkelerde özgürlük arama çabaları ile demografik değişimler arasındaki ilişkide olduğunu belirten saptamalar hem ilginç hem de düşündürücü. Spiegel dergisi’nde yayımlanan söyleşide, bu devrim önlenemezdi, ama ya evrimci bir gelişme gösterecekti ya da bir yanardağ püskürmesi gibi olacaktı diyor.. ransız sosyal bilimci, islam ülkelerindeki bu hareketlerin nasıl gelişeceği sorusuna şu yanıtı veriyor: “Şimdilik bu ülkelerdeki özgürlük hareketlerinin hangi düzene doğru gideceğini kimse bilemez. Devrimlerde çoğunlukla yanlıların ilk başta ilan ettiklerinden başka bir şey çıkıyor ortaya. Demokrasiler, derin tarihsel kökleşmeler gerektiren kırılgan sistemlerdir. 1789’daki Fransız devriminden sonra demokratik yönetimin üçüncü cumhuriyet olarak oturması için, 1871’de Almanlara karşı kaybedilen savaşın ardından, neredeyse bir yüzyılın geçmesi gerekmişti. Bu arada Napolyon geldi, Restorasyon dönemi ve Napolyon III’ün hükümdarlığında ikinci mparatorluk yaşandı...” P e k i , b u a y ak lanmaları izleyen geçiş krizleri, slamcılara yarayabilir mi, sorusununa verdiği yanıt şöyle: “Güç sokaklardayken, bu tam olarak kestirilemiyor. Kaos, daha sonra istikrar isteğini doğuruyor. Ama ben inanmıyorum. Tunus’da slamcıların rolü yoktu, Mısır’da ise Müslüman Kardeşler olayların gidişatından afallamış gibiydiler. Şimdi ise siyasi parti olarak bir çoğulcu sistem içinde organize olmaya çalışıyorlar. Bu özgürlük hareketleri Batı karşıtlığı değil. Libya’daki F CBT 1264/ 6 10 Haziran 2011 isyancılar NATO’dan daha fazla yardım bekliyor. Arap devrimi slam’ın kültürel ve dini özelliklerinin demokrasiyle bağdaşmadığıyla ilgili klişeyi ortadan kaldırdı ve Müslümanlar, sanki en iyi durumda aydınlanmış otokratlar tarafından yönetilmeleri için razı edilmeye çalışılıyor.” Peki, Bay Todd, bu değerlendirmelerinde dini ve ekonomik faktörleri arka plana itmiyor mu? Yanıtı: “Bunları bir tarafa atmıyorum, sadece ikincil olarak görüyorum. Ben bir istatistikçiyim ve bir de rahat bir bilim insanıyım. Her türlü modernleşmenin koşulu demografik modernleşmedir. Onunla birlikte, dindarlık zayıflıyor. Arap toplumlarında daha şimdiden bir anti slamlaşma (laikleşme anlamında) yaşanıyor ve bu tıpkı bir zamanlar Avrupa’da yaşanan antiHıristiyanlık gibi kaçınılmaz olarak sürecektir.” Am a slam ülkelerindeki görünüşle bu saptamalar çelişmiyor mu? Kadınlar ba ş ör tü s ü nü bırakmıyor ve terö rizm d e bitmiş değil.. Yanıt: “Tarihsel kurallar, eğitimde yaşanan ilerlemeler ve doğum oranlarındaki düşüşten sonra artan rasyonalizasyon ve laikleşmeye işaret ederken, köktendincilik
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle