24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ZÜMRÜTTEN AKİSLER A. M. Celal Şengör yayımlanan araştırmaya göre söz konusu gen beş Avrupalıdan birinde bulunuyor. Araştırmaya katılanlar ne kadar süre uyudukları hakkında bilgi verdikten sonra DNA analizi için kan örneği vermişler. Her insanın uyku ihtiyacı farklıdır. Örneğin eski İngiltere başbakanı Margaret Thatcher dört saatlik uykuyla yetinirken, Albert Einstein on bir saat uyuyordu. Analizler, ABCC9 genine sahip insanların ortalama sekiz saatlik uykudan daha fazlasına ihtiyaç duyduklarını göstermiş. ABCC9, hücrelerdeki enerji değerlerinin ölçümünde önemli bir rol oynamakta. larına rağmen, zor görülüyorlar, diyor Toronto Üniversitesi’nden Mu bd i Rahman. Yıldız kümesi Güneşten 30.000 ışık yılı uzaklıkta bulunduğu için görünebilir ışık, dünyadaki teleskoplara gelirken, Samanyolu’nun tozu tarafından yutulmakta. Araştırmacılar enfraruj alandaki gözlemleriyle şimdi uzaktaki dev yıldızlar hakkında yeni bilgiler edinebildiler. Rahman ve arkadaşları geçen yıl Samanyolu diskindeki bir bölgede mikrodalga alanından ışın yayıldığını fark etmişti. Bu ışının, dört yüz ışık yılından daha büyük ve gazsız bir keseyle çevrili olan yüksek enerjili gazla uyarılan gaza ait olduğu görülmüştü. Araştırmacılar bu kese içinde dört yüz tane yıldız saymışlar. Bu yıldızlardan elli tanesini daha yakından incelemek isteyen astronomlar, Şili’deki Yeni Teknoloji Teleskopu’ndan yararlanmışlar. Gözlemler sonucunda incelenen yıldızlardan on beşinin O spektral sınıfına ait olduğu anlaşılmış. Bu tür yıldızlar elli veya daha fazla güneş kütlesi kadar büyüyebiliyorlar ve çok parlaktırlar. Bilim insanları topluluk içindeki tüm yıldızların yaklaşık olarak yüz bin güneşin kütlesi kadar kütleye sahip olduklarını tahmin ediyorlar. Fakat kütle çekimi kalıcı bir beraberlik için zayıf olduğu için er veya geç dağılacaklar. 5 Aralık 2011 pazartesi günü Viyana’dan Avusturya Havayollarının uçağı ile 16:20’de gelerek Atatürk Hava Meydanına indik. Tam 45 dakikada pasaport geçişi ve bagaj alımı işlemlerini bitirip Cevdet’le arabamıza bindik ve TEM karayoluna doğru yola çıktık. Saat 19:45’de Hisar’a varabildik.. Atatürk Hava Alanı’ndan Anadoluhisarı’na 3 Saatlik Yolculuk ve İstanbul Depremi Yol tüm güzergâh boyunca arabamızın ancak adım adım gitmesine müsaitti. Ben zaman zaman gözlerimi kapayıp Mozart’ı dinledim. Eve birkaç kere telefon edip tahmini varış zamanımızı düzeltmemiz gerekti. Radyodan ve internetten evde Murat yardımıyla hüküm sürmekte olan trafik keşmekeşinin nedenlerini öğrenmeye gayret ettik. Tek öğrenebildiğimiz, Ümraniye’de bir kazanın olduğunu, bunun Fatih Sultan Mehmet Köprüsü trafiğini sıkıştırdığını, köprüye akan TEM ve ona bağlı yolların bu nedenle sıkıştığını, buradan kaçıp Bağaziçi Köprüsü’ne gitmek isteyenlerin bu sefer o köprüyü ve ona bağlı yolları tıkadığını ve bu surette İstanbul’un kilitlendiğini öğrendik. Bu bilgilerin doğru olup olmadığını ise, sabah göz attığım gazetelerden teyid edemedim. Sebebi ne olursa olsun, 40 kilometrelik bir yolu yaklaşık 3 saate almak o yolun trafiği açısından sağlıklı bir durum değildir. Ortalama hız 13. 3 km’ye gelir ki bu bir at arabasının hızından azdır. Yani 21. yüzyılda İstanbul’da yaşayan bir insan, şehirde hüküm süren trafik keşmekeşi nedeniyle 20. yüzyılın otuzlu ve kırklı yıllarında İstanbul’da yaşayan bir insandan daha yavaş hareket etmek mecburiyetinde kalabilmektedir. Kaplumbağa hızıyla hareket eden trafik içinde giderken Cevdet bana yapılan trafik kuralı ihlâllerini işaret ediyordu. En sık görülen ihlâl, emniyet şeridinin işgal edilmesiydi. Ben bir kazanın bütün bir megalopolisi bu şekilde nasıl kitleyebildiğini sordum. O da bana eğer kazada can kaybı mevzubahisse savcı gelene kadar, kaza yerine dokunmanın mümkün olmadığını, savcının (ve polisin ve cankurtaranın ve gerekiyorsa itfaiyenin) sıkışan trafik nedeniyle, kaza yerine ulaşmakta büyük güçlükler çektiklerini, bu da zincirleme bir reaksiyona neden olarak tüm şehri kitleyebildiğini anlattı. Ben de kendisinden, profesyonel bir şoför olarak, İstanbul trafiğinin bir deprem anında alabileceği durum hakkında düşündüklerini anlatmasını rica ettim. «Düşünmek bile istemiyorum» diye cevap verdi: «Normal halde dahi, şehir yönetimi İstanbul trafiğine hâkim değildir. Acil hallerde polis, cankurtaran ve itfaiye, istenilen mahallere istenilen süratte ulaşamamaktadır. Özellikle emniyet şeridi ihlâlleri, yolları tam bir geçilmez baraj haline getirmektedir. Bu şekilde tıkanmış bir yolu hızla açmanız da, ne yaparsanız yapın mümkün değildir. Burada sürücü disiplini birinci derecede rol oynamaktadır. Bu disiplin Türkiye’de çok düşüktür; İstanbul’da daha da düşerek zaman zaman sıfıra inmektedir. Polis de emniyet şeridi ihlâllerinde gereken titizliği maalesef göstermemektedir. Bu toplumsal bir cehaletin göstergesidir. Almanya’da, Amerika’da, hatırlayacaksınız, bazan sadece normal bir şeridi açık bir yolun, yoldan ayrılan bir yan yola gitmek isteyenler nedeniyle kilometrelerce tıkanmış olduğunu görürüz. Tek bir otomobil ise açık şeride geçerek yan yola girmeden devam edeceklerin yolunu tıkamayı düşünmez. Şu anda biz Fatih Sultan Mehmet Köprüsüne gitmek üzere döneceğiz. Göreceksiniz ki o yol açıktır. Ama bizim yolumuzu Boğaziçi Köprüsüne gidenler kendi şeritleri dışına taştıkları için tıkamaktadır. “Şehrin büyümesi her türlü akıl ve mantık çerçevesinin dışına taşmıştır. Para uğruna, şehrin tüm emniyet arterleri tıkanmış, şehir içi kaldırması mümkün olmayan bir kalabalığa boğulmuştur. Bu şartlarda bir deprem bu şehir için bir kıyamete dönüşür.» Cevdet’in söylediklerinin ardından şöyle bir çevreme baktım. Buraların ne şiddette sallanacaklarını bir gözümün önüne getirdim. Oluşacak yıkım, meydana gelecek yangınlar ve bu duruma sözümona müdahale edebilecek yönetim. Bu belli ki mümkün değildir. AKP yönetimi İstanbul’u pek feci bir ölüme mahkum etmiştir. Ve bunu da milletin oyunun yarısından fazlasını alarak yapmıştır. Dolayısıyla kimsenin çok da şikâyete hakkı yoktur. Ben bunları Cevdet’e söylerken o da uzanıp CD koleksiyonundan Mozart’ın Requiem’in seçerek çalmaya başladı...! Kurbağaların çoğu birbirlerine benziyorlar ama kalıtım analizleri bunların farklı türler olduklarını gösterdi. Güney Amerika’nın yağmur ormanları bilim insanlarını bile şaşırttı. Araştırmacılar Amazon bölgesinde her zaman yeni hayvan türleri buluyorlardı ama Chris Funk ve arkadaşları tarafından bulunan yeni kurbağa türleri gerçekten de özeller. Çünkü bunların dış görünüşleri bilinen Amazon bölgesinde sanılandan daha fazla tür var Genetik değişimden geçirilen bakteriler selülozu parçalıyorlar Kaliforniya Üniversitesi bilim insanları birkaç adımda selüloz polimerindeki glikoz birimlerini açığa çıkaran, dört çeşit enzimin genlerini, Escherichia coli bakterisine aktardılar. Bakteri bu şekilde doğrudan doğruya selülozla beslenebiliyor. Oysa gerekli enzimlerin bugüne kadar farklı bir işlemle biyoteknik olarak üretilmesi gerekiyordu. Bitkiler önemli ölçüde, polimer yapıtaşlarından meydana gelen selülozdan oluşurlar. Mikroorganizmalar bu yoğun enerjili şekerden besin olarak yararlanarak her türlü yararlı maddeye dönüştürebilirler, mesela etanol veya biyodizele. Bilim insanları biri glikozit hidrolaz selülaz ve ksilanazı kotlarken, diğeri hücreden çıkan enzimleri işaretleyen bir protein parçasını kotlayan iki hibrit gen üretmişler. Bakteri, selülozu küçük yapıtaşları olarak parçalayan enzimleri bırakıyor çevreye. Fakat bu parçalar da bakteriler için hâlâ sindirilmez oldukları için araştırmacılar bunların içlerine betagilkozidaz ve selobiyozidaz (cellobiosidase) yerleştirmişler. Bunlar selülozun çözünür indirgeme ürünlerini glikoza çevirebiliyorlar. Bu şekilde üretilen bakterilerin gerçekten de önceden işlem görmüş bitki biyokütlesinde büyüyecek durumda oldukları görülmüş. E.coli köküyle üretilen bakteriler gerçekten de biyolojik yakıt üretiyorlar ama yöntem şimdilik çok pahalı. türlerle çok benzedikleri için aynı türlere ait oldukları sanılıyordu. Fakat kalıtımları incelenince, birbirleriyle çiftleşemeyecek kadar farklı genlere sahip oldukları görülmüş. Araştırma ekibi altı Güney Amerika ülkesinde iki kurbağa türüne (Engystomops ve Hypsiboas) ait çok sayıda örnek yakalamış. Funk ve arkadaşları son bulgulardan yola çıkarak en azından bu bölgedeki kurbağalardaki tür çeşitliliğinin sanılandan çok daha zengin olduğunu söylüyorlar. Tür çeşitliliği bir ekosistemin istikrarlı olmasını sağlar. Ne kadar çok tür bulunursa, sistem örneğin sıcaklık artışı gibi yeni koşulları daha çabuk uyum sağlayabilir. Mesela bir bölgede, iklimin ısınması yüzünden, ağaç köküyle beslenen böcekleri yiyerek yaşayan tek bir kurbağa türü yok olursa, böcekler çoğalır ve ağaçlar arka arkaya çürür. Oysa daha fazla böcek yiyen kurbağa türleri bulunduğu zaman, içlerinden birinin sıcak havaya uyum sağlama olasılığı vardır ve böcek sayısı artmadığı için de ağaçlar ölmez diyor uzmanlar. Kanadalı bilim insanları Samanyolu’nda dev yıldızlardan oluşan bir küme buldular. Dev yıldızlar tahminlere göre bir seferde oluşmuşlar ve yoğun ışınla birlikte yıldız rüzgârları da yayıyorlar. Bu şekilde galaksinin diskinde gerçek bir delik açmışlar. Bu yıldızlar inanılmaz derecede parlak olma Nilgün Özbaşaran Dede CBT 1291/ 5 16 Aralık 2011 Dev yıldızlar topluluğu
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle