Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Fukuşima’da havaya salınan radyoaktivite Japonya resmi miktarının çok üstünde! Norveç Atmosferik Araştırmaları Enstitüsü’nün önderliğindeki uluslararası bir araştırma grubunun (*) Ekim 2011 sonunda Atmosferik Kimya ve Fizik dergisinde yayımlanan bilimsel çalışmasına göre Fukuşima’da havaya salınan radyoaktif madde miktarı, Japonya resmi miktarının çok üstünde. Dr. Yüksel Atakan, Radyasyon FizikçisiAlmanya, ybatakan@gmail.com V ücutta kalıcılığı nedeniyle önemli olan sezyum 137 (Cs 137) miktarının (**), Japonya’nın açıkladığı miktarın iki katını da aştığı ve bunun Çernobil’den salınanın yarısı kadar olduğu bu araştırmada vurgulanıyor. Havaya ulaşan radyoaktif Xenon 133 miktarının ise Çernobil’dekinden çok daha fazla olduğu bu yeni çalışmada belirtiliyor. Ancak asal bir gaz olan Xenon 133 vücutta birikmediğinden bunun önemli bir sağlık riski yok. Vücutta uzun süre kalan Cs 137 için ise durum farklı ya da sağlık riski var. Aşırı radyoaktivitenin santraldan çevreye ulaşmasını, araştırmacılar, her 3 reaktördeki patlamalara ve 4 numaralı reaktörün yakıt elemanları havuzundaki aşırı ısınmaya bağlıyorlar. Bu grubun yaptığı model hesapları, hem Japonya’daki hem de dünyanın çeşitli yerlerindeki istasyonlardan alınan hava örneklerindeki radyoaktif madde miktarı ölçümlerine ve bunların değerlendirilmesine dayanıyor. Ekim 2011 sonunda yayımlanan bu çalışmayı, Japon makamları, Uluslararası Radyasyondan Korunma Kurulu ve Uluslararası Atom Enerjisi Örgütü gibi kurumlar henüz inceleyip değerlendirmemiş ve görüşlerini bildirmemişlerdir. Kazayı izleyen saat ve günlerde yaşanan durumun kurgulanabilmesi ancak modellerle ve bunlara dayanan hesaplarla sağlanmış. Bu modellerde, hem Japonya’daki radyasyon ölçüm istasyonlarından hem de dünyanın çeşitli yerlerinde, nükleer bomba deneme ölçümleri için kurulmuş istasyon ağından toplanan veriler (data) kullanılmış. Araştırmacılar bu verilere ayrıca Kanada, Japonya ve Avrupa’daki bağımsız enstitülerin ölçümlerini de ekleyip toplanan tüm ölçü değerlerini küresel (global) meteoroloji verileriyle birleştirip model hesapları yapmışlar. Tüm bu kapsamlı çalışmalara karşın, bu araştırmayı yöneten Andreas Stohl bu çalışmanın mükemmel olmaktan çok uzak olduğunu, ölçümlerin kazanın ardından seyrek yapılabildiğini, bazı ölçüm istasyonlarının radyoaktif maddelerle aşırı kirlendiğini ve bu nedenle birçok durumda verilerin güvenli olmadığını belirtiyor. Buna rağmen bu araştırmanın, Fukuşima’dan yayılan radyoaktivite miktarının anlaşılmasında, bu konuda yapılmış en kapsamlı çalışma olduğunu vurguluyor. Bilindiği gibi deprem ve tsunami sonucu ilk 4 reaktörün elektriksiz kalıp soğutulamaması, Fukuşima nükleer kazasını oluşturmuştu. Bu reaktörlerin yakıt elemanlarında farklı miktarda hasar ve ergime başgösterdi. 1215 Mart günleri arasında ilk dört reaktörde bir dizi patlama oldu. Depremin olduğu günün hemen öncesinde 4 numaralı reaktörden çıkarılan nükleer yakıt elemanları bekletme havuzuna konulmuştu. 14 Mart’ta soğutulamayan havuz suyu ve çevresinin ısındığı ve belki de ondan sonraki günlerde bina içinde yangın olduğu sanılıyor. Bu çalışmada‚ “Santraldan havaya ulaşan radyoaktivite miktarının büyüklüğü, santral içindeki olayların çok daha ciddi olduğunu kanıtlamaya yetiyor” deniyor. Her ne kadar havaya salınan radyoaktif sezyum 137 miktarı çok fazla ise de önemli olan, yağışlarla bunun ne kadarının yerleşim ve tarım alanlarına, balıkçılık yapılan sulara inip inmediğidir. Ancak böylelikle, radyoaktif sezyumun (besin zinciri yoluyla) oradaki insanlara ulaşıp ulaşmadığı belirlenebilir. Bunun için toprak ve çeşitli besinlerden alınan örneklerdeki radyoaktivite ölçümlerinin yanı sıra oralardaki insanların yeme alışkanlıklarını kapsayan ayrıntılı hesapların yapılması gerekiyor. Bu çeşit araştırma ve değerlendirmeler ise bu yeni araş NELER OLMUŞTU? tırmanın kapsamı dışında kaldığından bunlarla ilgili olarak Japon araştırmacılarının ölçüm ve değerlendirmeleri önem kazanıyor. Andreas Stohl, Japon makamlarının hesaplarıyla kendi araştırmalarında buldukları sonuçlar arasındaki farkı, kendilerinin sadece Japonya’daki ölçümlere değil, tüm dünyadaki çok daha fazla sayıdaki ölçümlere bağlıyor. Ayrıca bu farkı, kazadan hemen sonra okyanusa doğru esen rüzgârın radyoaktif maddeleri Japonya dışına taşıdığından, Japon yetkililerinin hesaplarında Amerika ve Avrupa’ya kadar ulaşan (kaçan) radyoaktif maddelerin göz önüne alınmadığına dayandırıyor. Bu durumu, Fukuşima yöresinde toprakta radyoaktif madde ölçümü yapan Japonya’daki Kobe Üniversitesi de doğruluyor. Japon makamlarından kısa sürede sonuc istendiğinden, kendilerinin tüm dünyadaki ölçüm sonuçlarını bekleyecek zamanları olmadığını Stohl anlayışla karşılıyor. Model hesaplamalarına dayanan grafikler, çevreye salınan radyoaktif madde miktarlarındaki aşırı artışların patlamalarla paralelliğini gösteriyor. Stohl “Özellikle havadaki ilk Xenon 133 aşırı artımının depremden hemen sonra belirlenmesi, tsunami dalgaları henüz santrala ulaşmadığından, reaktörlerin tsunami hasarından önce, depremden hasar gördüğünün kanıtıdır” diyor. Bu ise, reaktörlerin 9 büyüklüğündeki bir depreme dayanıklı olarak projeledirilmediğinin normal bir sonucu olarak değerlendirilmeli deniyor. Öte yandan 1114 Mart arası okyanusa doğru esen rüzgârla radyoaktif maddeler okyanusa taşındı. 14 Mart’ta rüzgârın denizden karaya esmesi sonucu kıyı şeridindeki yerleşim yerlerinin havasına (Tokyo bölgesi dahil) radyoaktif maddeler taşınmış olmakla birlikte, o günlerde yağış olmaması nedeniyle yerleşim yerlerinde etkili olamadı, radyoaktif maddelerden sadece yağış alan bazı dağlık bölgeler etkilendi. Okyanusta tutulan balıkların bazılarında radyoaktif sezyum 137’nin yüksek olduğunu bazı araştırmacılar açıkladılar. Bu konuda resmi ölçüm ve değerlendirmeler ise henüz yapılmadı ya da açıklanmadı. Okyanusa akıtılan sulardaki radyoaktif madde miktarının büyüklüğü ise bu yeni araştırmanın kapsamı dışında kaldı. (*) Stohl, Andreas. et al. Atmos. Chem. Phys. Discuss. 11, 28319–28394 (2011) (**) Cs 137’nin fiziksel yarılanma süresi 30,17 yıl (radyoaktivitesinin yarıya inmesi için geçen süre) olmakla birlikte, vücutta kalmasıyla ilgili biyolojik yarılanma süreleri çok daha kısadır (tüm vücut için yarılanma süresi 70 gün ve kaslar için 140 gün’dür). Fark yaratan 10 teknolojiDevam ELEKTRİKLİ OTOMOBİLLER İÇİN SIVI YAKIT İyi piller, elektrikli araçların yeniden dolum gerekinceye kadar yüzlerce kilometre yol almasını sağlar. Ne var ki şu anda var olan teknoloji çok yavaş gelişiyor ve bu konuda büyük bir teknolojik yenilik de beklenmiyor. Şimdilik modern pillerin iç yapısını değiştiren bir çalışma bu pillerin depolayacağı enerji miktarını ikiye katlayabilir. Massachusetts Institute of Technology’den (MIT) profesör YetMing Chiang’ın yürüttüğü bu çalışma 2001 yılında kurduğu pil üretim şirketi A123 Systems’lerinin araştırma merkezinde yürütülüyor. Çalışmanın temel dayanağı, akış pillerinin en iyi özellikleri ile bugünün lityumiyon pillerinin özelliklerini tek bir gövdede birleştirmektir. Enerjiyi sıvı elektrolit tanklarının içinde depolayan akış pilleri, çok zayıf enerji yoğunluğuna sahiptir. Bunların en büyük avantajlarından biri büyük ölçekte üretilebilmesidir. Bunun için daha büyük bir tank kullanmanız yeterlidir. Chiang ve ekibinin geliştirdiği prototip pilin enerji yoğunluğu geleneksel lityumiyon pillere eşit olmakla birlikte akış pillerindeki gibi depolama malzemesi sıvıdır. Depolama malzemesine “Cambridge Hampetrolü” adı nı veren Chiang, bu malzemenin siyah renkli, bulamaç kıvamında, nano ölçekli parçacık ve taneciklerden oluştuğunu söylüyor. Bu malzeme elektron mikroskobu altında incelendiği zaman, lityumiyon pillerindeki negatif ve pozitif elektrotları oluşturan toz boyutlarında malzemeleri içerdiği görülür; lityum kobalt oksit pozitif elektron yerine, grafit ise negatif elektrot yerine kullanılır. Sıvının içinde asılı duran bu büyük parçaların arasında nano ölçekte karbondan yapılmış parçacıklar bulunur. Bu yeniliğin gizli sosu bu parçacıklardır; sıvı tel gibi hareket eden bu parçacıklar daha büyük olan tanecikleri birbirine bağlar. Bu yeniliğin hayata geçirilmesi durumunda, bu pillerle işleyen araçlar dolum gerektiğinde, boşalan tanklarını benzin istasyonlarındaki Cambridge hampetrolu ile doldurabilirler. zitif yüklüdür. Bunlar negatif yüklü bakteriyel zarlara yapışır. Parçacıklar bakteriye yapıştığı zaman kendi etrafında dönerek içini dışına getirir ve zarı delerek parçalar. Zarı delinen bakteri delinmiş balon gibi söner. Nanoparçacıklar insana zarar vermez. CBT 1291/ 19 16 Aralık 2011 Dünya Sağlık Örgütü’ne göre ilaca dirençli tüberküloz vakaları Avrupa’da müthiş bir artış gösteriyor. Tedavi seçenekleri ise çok kısıtlı; antibiyotikler bu çok gelişmiş mikrop türüne işlemiyor. Bu hastalığa yakalananların %50’si ne yazık ki yaşamını yitiriyor. Bunun yanı sıra hastane mikrobu olarak bilinen MRSA da azımsanmayacak sayıda ölümlere yol açıyor. Şimdi bu dirençli mikroplarla mücadelede nano ölçekli bir silah var.Almaden’deki IBM Araştırma Merkezi’nden bilim insanlarının geliştirdiği bir nano bıçak, bakteriyel hücreleri zarların parçalayarak öldürüyor. Singapur Biyomühendislik ve Nanoteknoloji Enstitüsü ile birlikte projeyi geliştiren IBM malzeme bilimcisi Jim Hedrick bu bıçağı şöyle tarif ediyor: “Nanoparçacıkların kılıfı po NANO ÖLÇEKTE MİKROP ÖLDÜRÜCÜLER Dünyanın ekonomik, sosyal ve siyasi sorunlarına bugün kimse kesin bir çözüm önerisi getiremiyor, çünkü en akıllı insanların bile tüm permütasyonları algılaması mümkün değildir. İsviçre’deki Zürih Federal Teknoloji Enstitüsü’nden fizikçi ve sosyoloji bölüm başkanı Dirk Helbing, bu gibi karmaşık sorunları çözmek için bir milyar Avro’luk bir bilgisayar sistemi kurulmasını öneriyor. Bu sistem dünyanın kristal küresi gibi gelecekle ilgili öngörülerde bulunacak. Bu küre yalnızca ekonomi, politika veya çevre gibi konuları değil, her şeyi aynı anda simüle edebilecek. Bu projenin çekirdeğinde Living Earth Simulator adı verilen bir makine bulunuyor. Bu sistem “büyük veri” denilen trendin ilk aşaması olarak değerlendiriliyor. Çok sayıda bilim insanı dünyanın tüm verilerinin merkezi bir yerde toplanmasını gereksiz görüyor. Bunlar internette veri bulutları oluşturmanın daha yararlı olacağını düşünüyor. Bağlantılarla birbiriyle ilişkilendirilen veri bulutları insanların veriler içinde gezinmesine, gizli bağlantıları ortaya çıkartmasına ve rekabetçi fikirler için piyasa oluşturmasına zemin hazırlayabilecek. Türkçesi: Reyhan Oksay Kaynak: Scientific American, Aralık 2011 GELECEĞİ GÖREN KRİSTAL KÜRE