24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Bilim ve İslam 1768 yılında Osmanlı ile Rusya arasında savaş çıkar. Baltık Denizi’nde bulunan Rus Donanması, savaşa katılmak üzere Akdeniz’e hareket eder. Coğrafya bilgisinden yoksun Osmanlı yöBaltık Denizi ile Akdeniz’in bağlantısı olmadığı için, neticileri, “B denizden bir tehlike söz konusu değil” diyerek önlem almazlar. Prof. Dr.Süleyman Çelik, Ondokuz Mayıs Üniversitesi (scelik44@gmail.com) Van depremi sonrasında yürütülmekte olan psikososyal çalışmalar üzerine Psikolog Dr. Nedret Öztan nedretoztan@gmail.com* Sayın Dr. Metin Başoğlu’nun yazısını görünce önce yanlış başlık atıldığını düşündüm. Kendisi bu konudaki çalışmalara çok önemli katkılarda bulunmuş değerli bir bilim insanıdır, çalışmaları da uygulamalarda hepimıze yol gösterdi. Yaptığı tespitlere katılıyorum, 1999 yılından bu yana Türkiye de bu alanda yapılan çalışmalarla Batı dünyasının en az 20 yıl ilerisindeyiz ve çalışmaların sunulduğu kongrelerde diğer ülke katılımcıları gerçek bir hayranlıkla çalışmaları izliyor. 1999 Marmara Depreminde alana ilk giden psikologlardan biri olup, daha sonra ülkemizdeki tüm depremlerde, ayrıca İran ve Pakistan depremlerinden sonra da oralarda çalışmış biri olarak görüşlerimi paylaşmak ve bilgi vermek isterım. Doğrusu 1999 Depremi bizi hazırlıksız yakaladı ve ilk aşamalarda bize yol göstermek üzere dışarıdan yardım istedik ve geldiler; yardımcı olmaya çalıştılar. Daha ilk haftalarda bize öğretilen müdahalelerin kültürümüze uyarlanması gerektiğini anladık ve derhal harekete geçtik. Tüm diğer kuruluşlar ve meslek örgütleri gibi biz de Türk Psikologlar Derneği olarak derhal harekete geçip çadırkentlerde psikolojik destek çalışmalarını yürütürken, diğer yandan da uyarlama çalışmalarımızı sürdürdük. Alanda yapılmış çok değerli çalışmalar var; hepsinden burada söz etmek mümkün değil ama burada Dr. Metin Başoğlu’nun sözünü ettiği konuya değinen iki önemli çalışmayı kısaca özetleyip Van Depremi sonrasındaki çalışmalara değinmek istiyorum. İlk olarak Marmara Depremi’nden sonra MEBUNICEF işbirliği ile yapılan Okul Temelli Psikososyal çalışmadan, bu başlangıçta dışarıdan ithal edilen ama sonra tamamiyle kültürel olarak uyarlanan hatta özgün kitap ve programların oluşturulduğu çalışmadan söz etmek isterim. Bu çalışma ilk uygulamalarda ithal edilen programlarla başladı ama daha sonra ülkemize özgü uygulamalara geçildi ve kullanılan psikoeğitim kitabını biz yazdık. Önce deprem bölgesinde 8 ilde 3 yıl boyunca uyarlanan Okul Temelli Psikosoyal Program adıyla uygulanan bu program, daha sonraki 2 yılda da Türkiye’de yaygınlaştırıldı ve depremler sonralarında çok katkısı oldu, hemen müdahale edebilmemiz için. Bu program tamamiyle bizim tarafımızdan hazırlandığı gibi, yaşanan her felakette de o felaketin boyutuna ve felaketi yaşayanları özelliklerine göre uyarlanarak uygulanmaktadır. İkinci önemli gelişme ise APHB’nin (Afetlerde Psikososyal Hizmetler Birliği) kurulmasıdır. Marmara depreminde tüm kuruluşlar ve değişik meslek elemanları hemen yardıma koştuk ve destek olmaya çalıştık, ama daha sonraları farkettik ki aynı alanda aynı kişilere benzer müdahaleleri uygulamaya çalışıyoruz. Bu hem kargaşaya hem de insan/uzman kaynağımızın boşa gitmesine yol açtı. Bu nedenle 2006 yılında 6 dernek biraraya gelerek bu birliği oluştuk: Türk Psikologlar Derneği, Turkiye Psikiyatri Derneği, Sosyal Hizmet uzmanları Dernegi, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı Derneği, Türk psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği ve Türk Kızılayı. Türk Kızılay Derneği sekreteryayı sürdürmekte ve yapılan çalışmalarda lojistik desteği sağlamakta, biz de felaketin boyutuna ve ihtiyaç duyulan psikososyal desteğe uygun müdahaleleri planlamakta ve yürütmekteyiz. Tüm psikososyal müdahaleler, grubun ihtiyaçlarına ve kültürüne ve etik kurallara uygun şekilde yürütülmektedir. Van Depremi’nde de alana aynı gün inip orada ilk hafta boyunca değerlendirme ve ilk acil destek çalışmalarını yürüten kişilerden biri olarak, bu ilkeler doğrultusunda çalıştığımızı söyleyebilirim.Tüm birlik elemanları olarak alanda gönüllü çalışmaktayız ve 10 günlük sürelerle meslek elemanlarımız alandaki çadırkentlerde ya da oluşturulan mobil ekiplerde hizmet veriyor. Alanda çalışan meslektaşlarımızın sayısı 100’e yaklaştı, şu anda orada 24 uzmanımız hizmet vermekte. Bu uzmanlarımız, çocuklarla, ergenlerle ve yetişkinlerle, alanda hizmet verenlerle çalışıyor. İlk ayın çalışmalarını değerlendirmek, yeni ihtiyaçları saptamak ve ortauzun vadeli psikososyal destek planları yapmak için tekrar gittik ve çalışmaları yerinde gördük. Koşullar gibi ihtiyaçlar da değişmekte ve biz de bu ihtiyaçları karşılamak için elimizden geleni yapmaktayız. Birlik üyeleri, eğitim öğretim çalışmalarına etüd çadırlarında destek oluyorlar; ve öğretmenlerle de çalışmalar yapacaklar. Amacımız, uzun dönemde alanda değişik bakanlıklar adına görevli olarak çalışacak meslekdaşlarımızı eğitmek, daha da önemlisi yerel uzmanlari güçlendirerek kademeli olarak alandan çekilmektir. Bu konudaki eğitim çalışmalarımız başladı. Koordinasyon ekibinde yer alan kişi olarak, neden bu çalışmaların basına daha fazla yansımadığını düşünüyorum. Medya daha sansosyonel ve heyecan verici konuları öne çıkarmak istiyor. Bir psikolog olarak medyanın iki alanda gerçekten katkısı olacağına inanıyorum. Bunlardan ilki haberdar etmek, yaşananları duyurmak ki bunu iyi yapıyorlar. İkincisi de felaketi duyurmak kadar toparlanmada da önemli rol oynayabilirler ki bunu pek yapmıyorlar, ya da nasıl yapılacağını bilmiyorlar belki de. Sanırım bu ikincisindeki aksamalar nedeniyle pek çok insanın aklına hala psikososyal destek denince, sadece yüzleri boyalı çocuklar akla geliyor. Bunun nedeni de hiçbir TV programının bu psikososyal destek denilen şeye 3 dakikadan fazla zaman ayıramaması ve alanda haberi çekecek olan muhabirin en göz alıcı ve heyecanlı bol çocuklu haberi oluşturmak için yırtınması. Hepimize düşen epeyce iş var toparlanmada ve herkese kolay gelsin. E lini kolunu sallayarak gelen Rus Donanması, Çeşme Limanı’nda tıkış tıkış, demirli duran Osmanlı Donanması’nın tümünü yakar (56 Temmuz 1770). Oysa bu tarihten 250 yıl kadar önce Piri Reis, denizlerin kitabını yazmış, haritalarını çizmişti. Çizdiği haritalar zamanının o kadar ilerisindeydi ki bugün, “bu haritaları Piri Reis’in çizmesinin olanaksız olduğu, ancak dünyaya gelmiş akıllı uzaylıların çizmiş olabileceği,” öne sürülüyor. Piri Reis Osmanlı’da üst düzey memurluk ve kaptanı deryalık yapmış. Eserlerinin Saray kütüphanesinde bulunması olası, fakat kimse farkında değil. Zaten yaşadığı zamanda da Piri Reis’in kim olduğunun farkında olmamışlar ki, Muhteşem Süleyman kellesini vurdurtarak öldürtmüş. Bu olayı, Sayın Osman Bahadır’ın, “Cumhuriyetin ölçü devrimi” başlıklı yazısını okuyunca anımsadım (CBT 1249, 25 Şubat 2011, s.12). Bahadır, yazısında 1934 yılında yapılan bir devrimle ondalık (metrik) sistem denilen ölçü birimlerine geçişin öyküsünü anlatmakta. Oysa Bahadır’ın çok iyi bildiği gibi, bilim tarihi kitaplarında, “ondalık sistemin bulunmasının, Müslüman bilim adamlarının evrensel bilime katkısı olduğu” bildirilir. Gerçekten de böyledir. Müslümanlar fetihlerle Arap Yarımadası’nın kuzeyine çıkınca antik Sümer/Babil, Hint, Mısır, Yunan ve Pers uygarlıklarıyla karşılaştılar ve bunlardan etkilendiler. Özellikle Abbasiler döneminde aydın ve ilerici halifeler, önce bu uygarlıklara ait bilim ve edebiyat eserlerini Arapçaya çevirttiler. Fetihlerin verdiği zenginlikle, halifelerin çevresinde bir burjuva sınıfı oluşmuştu. Aydın halifelerle birlikte bunların da bilimsel çalışmaları desteklemeleri, bilgin ve sanatçıları himayelerine almalarıyla, Avrupa’nın ortaçağ karanlığında yaşadığı 8. ve 12. yüzyıllar arasında bilimin ışığı İslam dünyasında yükselmeye başladı. Bugün bilim tarihinde yerlerini almış olan Harizmi, Ömer Hayyam, Farabi, İbnü’l Heysem, Razi, İbn Sina, İbn Rüşd gibi bilginlerin hepsi bu dönemde yaşadılar ve yaptıkları buluşlarla matematik, fizik, tıp, felsefe vd. alanlarda evrensel bilime önemli katkılar sağladılar. Bu buluşlar arasında en önemlilerinden biri, ondalık sistemin bulunuşudur. Bu konuda, matematikte oldukça ileri olan Hintlilerin birikimlerinden yararlandılar. DİN SÖMÜRÜSÜNE BAŞVURUŞ CBT 1291/ 18 16 Aralık 2011 Haçlı seferleri ve Moğol istilalarıyla ekonomik ve siyasal bunalıma giren İslam dünyasında, halk arasında yükselen hoşnutsuzlukları önlemek için yöneticiler din sömürüsüne başvurdular. Bilginlerin toplumdaki saygınlığını eskiden beri kıskanan mollalar, bu konuda yöneticilerin yardımına koşmaya zaten hazırdılar. Kısa sürede akıl ve bilim karşıtlığı yaygınlaştı. Bu alanda en büyük darbeyi, “dünya doğa yasalarına göre işlemez. Nedensonuç ilişkisi olamaz. Allah tüm doğal olayların nedenidir ve sürekli olarak dünyaya müdahale etmektedir…” diyen İmam Gazali vurdu. Gazali, “haram olmamakla birlikte aklı güçlendireceği ve vahye olan inancı zayıflatacağı…” gerekçesiyle matematiğe, hatta satranç gibi zekâ oyunlarına da karşı çıktı. Böylece, Antik Allianoi kentinin üzerinin kumlarla kapatılarak sulara gömülmesi gibi, bilim ve felsefenin üzeri kapatıldı, bilimin ışığı söndürüldü ve İslam dünyası 12. yüzyıldan sonra dogmatizmin karanlığına gömüldü. Bundan sonra, Osmanlı dahil, İslam dünyasında Piri Reis gibi kendi kendisini yetiştirmiş, üstün yetenekli tek tük bilim adamı ortaya çıktı ve bunlar, değerleri anlaşılmaksızın, tarihimizde kuyrukluyıldız gibi, görünüp kayboldular. Bu nedenle, Osmanlı’nın Piri Reis’in haritasından haberi olmaması gibi, İslam dünyasının ondalık sistemden haberi olmadı ve ticaretin değiştokuş döneminden beri kullanılan ilkel ölçü birimleri kullanılmaya devam edildi. Bu durum, akıl ve bilimi kılavuz edinmiş Atatürk gibi bir dâhinin, devrimler yaparak ortaçağ karanlığını kaldırmasına kadar böyle sürdü, gitti. İngiltere’de bugün hâlâ pound, pint, inch gibi ilkel ölçü birimleri kullanılmaktadır. Bunu örnek olarak gösteren bazı çok ilerici(!) entellerimiz, Atatürk devrimlerinin üstyapı devrimleri olduğunu öne sürerek burun kıvırmaktadırlar. Bunların bilmediği bir şey var. Kurtuluş Savaşı yıllarında İngiltere Başbakanı olan Lloyd George’un dediği gibi, sadece “yüz yılda bir, nadiren dünyaya gelen dâhiler”, devrim yapabilir. Ne yazık ki İngilizler henüz böyle bir devrimciye sahip olamadılar. Bu nedenle, yüz yıla yakın bir süredir metrik sisteme geçmek istedikleri halde, statükoyu bir türlü değiştirememektedirler. Gericilere göre İmam Gazali hâlâ en büyük mürşittir. Enteller, işte bu gericilerle birlikte karşıdevrimin lokomotifine kömür atmaktadırlar. *Türk Psikologlar Derneği Genel BaşkanıTravma Birimi Üyesi APHB Yürütme Kurulu Üyesi
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle