Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
GÜNCEL TIP Mustafa Çetiner cetiner.m@superonline.com Sağlık Savaş; Bilgi ile cehaletin, sağduyu ile önyargının savaşıdır. Bu genç insanın dediklerimin bir tek kelimesini bile anlamamasının hatta duymamasının nedeni daha konuşmaya başlarken kafasındaki kurgudur. Bilimde ve kaçınılmaz olarak tıptaki yenilikler Yaşamımızda kendi yakın çevremizden başlayarak ülkemizin sosyal olaylarına, ekonomisine ve diğer ülkelerle olan ilişkilerine ve dünya uluslarının birbiri ile olan ilişkilerine ve evrensel bilime göz atarken unutmamamız gereken tek şey her şeyin değiştiğidir. Beynimizin diğer canlı varlıkların beyinlerine göre en üstün özelliği düşünme yeteneğinin olmasıdır. Bize düşen görev de düşünme yeteneğimizi yaşamın bu değişim sürecini algılamaya hiç olmazsa ilgilendiğimiz konuda algılamaya ve bu yönde eğitme çabası içinde olmamızdır. Prof. Dr. A. Fahir Özer Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi Nöroşirürji Bölümü Önyargı ve Cehalet… Telefonda benimle son derece sinirli bir ses tonuyla konuşuyordu… Ben bir gazeteciyim… Buyurun, sizi dinliyorum… Henüz 18 yaşında, cezaevinden getirdiler, akut lösemi yani kan kanseri tanısı var. Onu dört duvar arasına tıktılar… Sizden uzman görüşü istiyorum… Lösemi hastalarını izole odalarda tedavi etmek gereklidir… Dışarı bile çıkmasına izin vermiyorlar… Lösemi hastalarında infeksiyon ve kanama riski yüksek olduğundan izole odalardan dışarı çıkmalarına izin verilmez. İnfeksiyon bu hastaların takibinde en önemli ölüm nedenidir. Giderek ses tonu yükseliyor ve benden söylememi istediği şeyleri duyamamaktan rahatsız oluyordu. Odasına ziyaretçileri kabul etmiyorlar… Lösemi hastalarının ziyaretçilerini sınırlamak yukarıda sözünü ettiğim infeksiyon riski nedeniyle gereklidir… Kapısında polis ve jandarma bekliyor… Hanımefendi, bir kan hastalıkları uzmanı olarak bu konuda yorum yapamam… İyice sinirlenmişti ve sesi titriyordu… Siz değil hekim, insan bile değilsiniz, söylediğiniz hiçbir şeyi yazmayacağım, kullanmayacağım… Serinkanlılığımı korumakta zorlanıyordum. Siz eğer bir gazeteci iseniz, diğer lösemi hastalarının ne koşullarda izlendiğine bir bakmalı ve karşılaştırmalısınız… Sözlerimin sonunu duymamıştı, telefonu öfkeyle kapattı. Sonradan öğrendim, birçok ortak tanıdığımız vardı, dünyaya benzer pencerelerden baktığımız biriydi. Aslında yaşadığımız çatışmalar; ideolojiler, dinler, ülkeler arasında değildir. Savaş; bilgi ile cehaletin, sağduyu ile önyargının savaşıdır. Bu genç insanın dediklerimin bir tek kelimesini bile anlamamasının hatta duymamasının nedeni daha konuşmaya başlarken kafasındaki kurgudur. “Mahkum birine insanlık dışı muamele ediyorlar”… Bu aslında Türkiye gibi bir ülkede “rastlanmayan” bir durum değil. Ancak bu akut lösemi hastası için yapılanlarda bir yanlışlık yok. Elbette hastayı izole edecekler, elbette ziyaretçi yasağı koyacaklar. Ancak karşımdakinin bunları anlamaya hiç niyeti yoktu. O aynı dünya görüşünü paylaştığı hasta arkadaşının haksızlığa uğradığına, benim ise gölgesinden çekinen bir korkak veya “onların” adamı olduğuma emindi. Bilgisizlik, önyargılar, kafalara küçük yaşlarda tıkıştırılan dogmalar insanları cesur, kendinden emin, rahat ve mutlu yapıyor. İnsan öylesine net ve tartışmasız doğrulara sahip oluyor ki; düşmanlar, hainler yaratmak çok kolaylaşıyor. Bu sayede belki de insan kendini daha değerli, yaşamını daha anlamlı sanıyor, kahramanlıklara soyunuyor… Küçük bir çocuk iken, “herkes vatan için ölmek” konusunda konuşurdu. Ben ise gizliden gizliye ve biraz mahcup anlamaya çalışırdım. “Vatan için yaşanamaz mıydı? ” Cornell Üniversitesinden Justin Kruger ve David Dunning 1999 yılında kendi isimlerini verdikleri bir sendrom tanımladılar. Journal of Personality and Social Physchology dergisinde yayımlanan makale özetle şunları söylüyordu: “Cahillik, bilginin tersine insanın kendine olan güvenini arttırır, bilgi içinde kuşkuyu da taşıdığından cahillik kadar güvenli değildir.” Kruger Dunning Sendromu’nun temek çıkış noktaları şunlardır: Niteliksiz insanlar durumlarının farkında olmazlar ve özeleştiri nedir bilmezler… Niteliksiz insanlar kendilerini ve niteliklerini abartma eğilimi gösterirler… Niteliksiz insanlar, nitelikli insanların değerini anlamaktan acizdirler… Niteliksiz insanlar kendilerinden öylesine emindirler ki, ikna edilemezler… Bertrand Russel diyor ki; “Günümüzde, dünyadaki temel sorun, aptalların kendilerinden son derece emin, akıllıların ise şüphe içinde olmalarıdır. T CBT 1218/17 23 Temmuz 2010 eknoloji gelişmiş ülkeler tarafından hızla geliştiriliyor. Tıp teknolojisi de benzer seyir izliyor ve her sene ya tedavide ya da tanıda bir sürü yeniliklerle karşımıza çıkyor. Bir ülke teknolojiyi yaratmasa bile gelişen teknolojiyi de izlemesi gerekir. Teknolojiyide izlemenin sosyal, ekonomik ve kültürel bir altyapısı olmasıda şarttır. Ülkede yeni gelişen teknolojiyi anlayabilen, anlatabilen,kullanabilen bir zümreye sahip olması ve harcayacak parasının olması bir başka deyişle sağlığa ayırdığı bütçenin yeterli olması gerekir. Sosyal bir devlet olmanın gereğide içinde bulunduğu yüzyılın tüm olanaklarını halkına yaygın olarak kullandırma olanağını sağlayabilmesidir. Geri kalmış ülkelerde yeni bir tedavi yöntemini veya tanı yöntemini hayata geçirmeye imkân yoktur. Bu ülkelerde parası olan veya yönetici konumunda olan çok az bir topluluk sağlık hizmetini dışardan alırken halkın büyük çoğunluğu bu hizmetten yoksun kalır. Aslında halk bunun da farkında değildir. Gelişmekte olan ülkelerde durum faklıdır. Bu ülkelerde oldukça iyi bir sanayi altyapısı vardır ve yüksek ücret vererek aldığı birçok şeyi üretme kapasitesine sahiptir. Yüksek teknoloji olmasa bile kendisi de önemli ölçüde teknolojisini üretebilir. Aslında kısır döngü de bu noktadır. Sağlığa ayırdığı parası azdır ve bunun büyük kısmınıda aslında kendi üretebileceği teknoloji olanaklarına sahipken dış ülkelerden ithal ederek harcar veya başka bir deyişle savurur. Geri kalan paranın da pek kimseye hayrı olmaz. Parayı harcamamak için doğal olarak ilaç ve alet kullanımında yasaklamalar, ithalat kısıtlamaları, bürokratik engeller, sağlık personelinin gelirini kısıtlamalar ve üzerine baskılar gibi benzeri yollara başvurmak zorunda kalır. Halk da bir özgüven eksikliği vardır veya yaratılır. Kendi ülkesinde üretilen malzemeye ve ilaca güveni yoktur. Halkın gözünde ithal malzeme çok kıymetlidir. Yine halkın kendi doktoruna ve hastanesine güveni yoktur. Biraz imkânı olan veya konumu gereği devleti kullanabilenler yurtdışında tedavi olanakları arama çabası içindedir. Gelişmekte olandan gelişmişliğe geçişin anahtarıda bu noktada yatar. Burada tek yanıt iyi bir yönetim organizasyonu kurmaktan geçer. Bu organizasyonun tıbbın her dalı için özellikle harcamaların en fazla olduğu kalemlerde şu soruların yanıtını tam olarak önüne koymalıdır. Gelişmiş ülkeler nerede ben neredeyim? Onlarla mukayese ettiğimde ben hangi kademeye kadar kendi kendime yeterim? Bu noktaya kadar olan sorunumu nasıl çözerim? Bu soruların yanıtı ve pratik uygulaması üretimde dışarı kaçan parayı önemli ölçüde azaltacağından dolayı zaten ül Prof. Dr. A. Fahir Özer keyi yeteri kadar zengin edecektir. Çünkü biraz araştırılırsa birçok gelişmiş ülkenin azgelişmiş ülkelerde fason üretim yaptırarak ithal edip sonra da üzerine kendi markasını koyarak yüksek fiyatlarla tekrar aynı ülkelere sattığı görülecektir. Ülkenin hastane donanımları, laboratuvar imkânları, hangi hastalıkların başarıyla tedavi edilebildiği, tıp eğitiminin dünya ile kıyaslandığında hangi seviyede olduğu, ülke doktorlarının veya araştırma yapanların araştırıcıların donananımlarının ne olduğunu çeşitli iletişim vasıtaları ile halka anlatılmalıdır. Uluslararası kabul gören, sayısı her dalda az bile olsa çeşitli araştırma laboratuvarları kurulmasına öncülük etmelidir.Bu durumda da tedavi veya araştırma nedeniyle yurtdışına akan paranın azalması hattta durması sağlanır. Sonuçta gelişmekte olan bir ülke tıpta veya başka konuda önce sorunlara doğru tanı koyacak ekibi kurmalı sonra da kararlı bir şekilde bu sorunları tedavi etmelidir. Gelişmişlik tünelinin ucunda ışık görünen yol bu yoldur.