23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;hagoker@ttmail.com “Ölümün kendisi sessizlik oysa. Ses, hayat... Ses, can. Ses, güç. Ses, insan. Ve insanın sesi, ölüme karşı duran!” Ali Taygun, 1986. 2009 yılının önemli AYDA SUYUN VARLIĞI KESİNLEŞTİ Astronotlar artık aydaki suyu içebilecek, bitki yetiştirebilecek, hatta moleküllerini hidrojen ve oksijene ayrıştırarak roket yakıtı üretebilecekler. Şimdi sıra mutlak sıfırın 40 derece altındaki ayda bu suya nasıl erişeceklerini çözmeye geldi. Gezegen bilimcileri nihayet bu yıl ay gibi çorak ve sıcak bir gezegende de su bulunabileceğini kanıtladı. Bu buluş, milyarlarca yıllık çevresel kayıtların daha farklı bir gözle değerlendirilmesinin yolunu açarken, güneş sisteminin keşfine ivme kazandırdı. Ayda su bulunması fikri, çok da aykırı bir görüş değil. 1990’lü yılların başlarında Merkür’ün Dünya’dan radar yardımı ile incelenmesi sonucunda, gökcisimlerinin çarpması sonucu oluşan kraterlerin tabanında buz kütlelerinin gömülü olduğu anlaşıldı. Bu birikimlerin yalnızca kutup kraterlerinde olduğu sanılıyordu. Kraterlerin kenarları, dip kısımlarını sürekli olarak gölgede bıraktığı için, buzların oluşması için gerekli koşulları yaratılmış oluyordu. Bilim insanları, çarpan kuyruklu “Seslere Kulak Vereceğiz” İzin verirseniz bugün bu köşeyi, konu alanının dışına çıkarak, 2009 sonunda yitirdiğimiz bir sanat ve toplumsal mücadele adamının, dostum, güzel insan Ali Taygun’un satırlarına bırakacağım. Bu satırlar, Bilim ve Sanat dergisinin Temmuz 1986 tarihli 67’nci sayısında yayımlanmış olan “İstanbul Festivali Derken...” başlıklı yazısından: “Bu yazıya oturmuştum. Haberi geldi. Bir dostumu, Barış Davası arkadaşımı, İsmail Hakkı Öztorun’u yitirmişiz. 41 yaşındaydı. Delikanlıydı. “Ben yarın gece Topkapı Sarayı’nda Mozart’ın Saraydan Kız Kaçırma operasını seyredeceğim. Salı akşamı Aya İrini’de Amadeus Üçlüsü Beethoven’i seslendirecek. Orada olacağım. “Kimi evde cenaze varsa radyo çaldırmazlar. Ölüm sessizlikle karşılanır... “Ölümün kendisi sessizlik oysa. Ses, hayat... Ses, can. Ses, güç. Ses, insan. Ve insanın sesi, ölüme karşı duran! “Dylan Thomas’ın bir şiiri var hep aklımda. ‘Ölüme Ezdirme Kendini’. (Ben olsam böyle çevirirdim.) Sanat, olduğu gibi sanat, her şeyiyle sanat sanki bu! Hiç kaçamağı olmayan o kesin son karşısında başkaldıran insan. Kendini ezdirmeyen. “Biz yaşayanlar: yani istediği zaman sokakta gezmek gibisine yaşayanlar. Bir de canlı mezara konulanlar, zindandakiler, hepimiz... Hayatın içindeysek eğer; sesimiz ezdirmiyordur kendimizi. Ne ölüme, ne kimseye. “Ve nedir ki o seste olan? O güzel seste? Bach’ın Missa’sında? Birbirinden apayrı, birbirinden bambaşka tınlayan onca insanın sesi bir araya gelip iç içe, kimi zaman birbirini destekleyerek, kimi zaman çatışarak, yakalayıp uzaklaşarak, eklenerek, çoğalarak, gelişerek bütünde tekleşiyor. İnsanların, insanlığın koskocaman kucaklaşmasına dönüşüyor. “Ölüm bunun karşısında ne kadar âciz! Ne kadar küçük, ne kadar önemsiz. Mapusane duvarları ne kadar cılız, ne kadar zayıf... Çerçöpten adeta. “Müzik insanın yaşadığını kutlaması. Ve, bu sevinciyle insan en yüksek duvarı aşıyor. Mezar karşısında dimdik durabiliyor. Ölüme egemenlik hakkı tanımıyor. “...Kötü günler yaşıyoruz. Kepaze günler. Bir umutsuzluk sarmış çevreyi. Bir yılgınlık. Hayatın kendinden umut bekleyenler sanki azalmış! Yıllardır iktidarların insanın insana kulluğunu pekiştiren politikaları halkımızın belini bükmüş. “...Gün uğursuzun! “Elbet üstesinden gelinecek bunların. Biz öyle dilediğimiz için değil. Hayat kendini dayatacak. Kendine dönmekten şaşılaşmış gözler yeniden açılacak. Ama bu arada az da sıkıntı çekilmeyecek. “İşte bu dönemde, şaşırıp en sahip çıkılması gereken değerleri, insanlığın hep ileri, hep aydın ve engin kültür mirasındaki hakkımızı olmaya ki elden kaçıralım! Güzel olan her şey hayattan yana olanlarındır. “Ötekiler kendilerini ölümün sessizliğine mahkum etmişlerse, bu, onların toplumsal körlüğünün cezasıdır. Çekecekler. Ama biz, ölüme kendini ezdirmemeye kararlı olanlar, seslere kulak vereceğiz.” Evet, sevgili Ali, 1986’da ‘gün uğursuzun’ demişsin. Bana göre hâlâ gün uğursuzun... ‘Ama biz, ölüme kendini ezdirmemeye kararlı olanlar, seslere [hep] kulak vereceğiz...’ GEN TERAPİ UMUTLARI BOŞA ÇIKARTMIYOR! Doğru çalışmayan hücrelerin DNA’larının onarılmasıyla gerçekleştirilen gen terapi, tek bir hatalı genin yol açtığı hasalıkların tedavisinde mucizeler yaratıyor. 1990 yılında ilk kez insan üzerinde uygulanmasından bu yana teknik aksaklıklar ve bir gönüllünün yaşamını yitirmesiyle duraksayan çalışmalar son yıllarda yeniden hız kazandı. Gen terapi 2009 yılında, bazı ciddi hastalıklarından tedavisinden başarılı sonuçların alınmasıyla yeniden popüler hale geldi. Bu hastalıkların bazıları şunlar: Leber’in konjenital amarozisi (LCA): Çocukluk çağında ortaya çıkan kalıtsal bir körlük şeklidir. ABD ve İngiltere’deki bilim insanları, LCA hastalarının tek gözlerine, zararsız bir virüs aracılığı ile ışığa duyarlılık kazandıran bir pigmenti oluşturmak için gerekli olan enzimi kodlayan bir gen enjekte etti. İlk deneyde kısmen görme engelli 12 hastanın görüşü düzeldi; dört öğrenci spor yapabilecek oranda görme yetisine kavuştu. X’e bağlı adrenolökodistrofi (ADL): Erkek çocukları ergenlik yaşına gelmeden ölümüne yol açan bir beyin hastalığı. Bu hastalık, sinirlerin çevresindeki miyelin tabakasını koruyan bir proteinin üretimini sağlayan gendeki bozukluktan kaynaklanır. Bir Fransız bilim ekibi, ADL hastası 7 yaşındaki bir çocuğun kan hücrelerine düzeltici bir gen enjekte etti. Bazı hücrelerin eksik proteini ürettiği görüldü. İki yıl içinde ADL’nin tipik bir belirtisi olan ilerleyen beyin hasarı son buldu. “Balon çocuk” hastalığı (SCID): Adenozin deaminaz adı verilen enzimin eksikliğine bağlı olarak ortaya çıkan şiddetli bir bağışıklık yetersizliği hastalığı. Ocak ayında İtalyan bilim insanları 8 yıldır sürdürdükleri deneyin sonucunda bu hastalığa yakalanmış 10 çocuğun 8’inde belirgin bir düzelme olduğunu ve çocukların normal yaşamlarına döndüklerini açıkladılar. Deneklerden hiçbirinin yan etkiye maruz kalmamış olması terapinin bir diğer başarısı olarak değerlendiriliyor. LCROSS uzay aracı yıldızlardan ve buzlu asteroidlerden gelen bir miktar suyun gölgede kalan krater tabanında donmuş olabileceğini düşünüyor. Yörüngedeki radar, zaman içinde ayın kutup bölgelerinde de buzların bulunduğuna ilişkin bilgiler göndermeye başladı. Ancak bu bilgilerin doğruluğu konusunda her kafadan bir ses çıkmaya başladı. Ta ki radarın 1998 yılında kutuplarda yüksek oranlarda hidrojenin de bulunduğunu tespit etmesine kadar. Şimdi hidrojenin gömülü su moleküllerinden kaynaklanmış olabileceği öngörülüyor. En sonunda 80 milyon dolarlık Lunar Crater Observation and Sensing Satellite (LCROSS) misyonu, çarpışma buharının içinde su buharı, buz ve sudan türemiş hidroksilin izine rastladı. LCROSS, ayrıca aydaki suyun kaynağı hakkında da bilgi veriyor. LRCOSS’un sensörleri buzulun içine su ile birlikte gömülmüş karbon monoksit, metan ve metanol tespit etti. Bütün bu bileşimler kuyrukluyıldız ve asteroidlerin içinde de bulunuyor. Dolayısıyla milyarlarca yıldır ayı bombardımana tutan gökcisimlerinin arkalarında bıraktıkları izler de bulunmuş oluyordu. GELECEĞİN GÖZDE MALZEMESİ: GRAFEN 2004 yılında İngiliz bilim insanları grafit bloklarından tek bir atom kalınlığında levhalar çıkartmayı başardılar. Geniş grafit levhaların yapılmasının ve bunların yeni alanlarda kullanılmasının önü açıldı. Grafenin en önemli özelliği elektron iletim şeklidir. CBT 1190/ 6 8 Ocak 2010
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle