17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ders kitabı yayın etiğinde önemli bir gelişme Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) üniversite düzeyinde telif ya da çeviri uluslararası standartlarda Türkçe ders kitabı yazımını teşvik etmek amacıyla 2008 yılında “TÜBA Üniversite Ders Kitapları Ödül Programı” adıyla çok değerli bir girişim başlattı. 2010 yılı programına ait duyuru ve başvuru koşullarına kurumun web sayfasından ulaşılabiliyor. Kayhan Kantarlı, Ege Üniversitesi Fizik Bölümü, [email protected] Noelyılbaşı ve çam ağacı, Dünyada ve Türklerde Dünyanın en eski tek Tanrılı dini olan Musevilikte Roş Aşana (sene başı) 5700 yıl önce dünyanın kurulduğu gün olarak kabul edilen 15 Ellul (eylül) dini bir gün olarak kutlanır, sinagoglarda dua edilir. Hz. İsa’nın doğumunu (Milat) başlangıç olarak aldığı için Miladi olarak isimlendirilen ve güneşin hareketlerinden yola çıkarak hazırlanmış olan takvime göre, Hz. İsa’nın doğum günü olmadığı bilinmesine rağmen Hıristiyanlarca 1 Ocak yılbaşı olarak kabul edilir. Dr. Necdet Tuna T CBT 1190/14 8 Ocak 2010 ÜBA’nın bu ödül programıyla ilgili başvuru koşulları arasında, ödül için başvuran yazardan/çeviri editöründen talep edilen bir de taahhütname var. Taahhütnamede, kitabın yazımında/çevrilmesinde yayın etiği kurallarına ve telif haklarına uyulduğunun beyan edilmesi istenmektedir [1]. Ülkemizdeki araştırma ve yayın etiği sorunlarının çözümüne önemli katkısı açıından bu yüz güldürücüdür. TÜBA’yı böyle bir taahhütname istemeye götüren nedenin, birçok meslekdaşımızın yazdığı ders kitaplarında yayın etiği ve telif hakları kurallarına uymamasından kaynaklanan etik sorunların, üniversitelerin başlıca “akademik dürüstlük” sorunu haline gelmesi olduğuna hiç şüphe yok. Bilim ve Yayın Etiği’nden sapmaların, Türk bilim insanlarının ulusal ve uluslararası saygınlığını tartışılır hale getiren boyutlara ulaştığını gösteren işaretler çoktur. Bu durumun başlıca sorumlusu ise YÖK ve üniversite yöneticilerinin, bilim ahlakıakademik dürüstlük gibi, mesleğimizin en önemli değerleri karşısındaki ilkesiz, içtenliksiz ve korumacı tutumu olduğunu açıktır. Hepimizin kınamamız gereken bu ayıplı tutum, bilimsel yayınların niceliği karşısında niteliği ve bilim ahlakına uyulmasını savunan akademisyenler tarafından Cumhuriyet Bilim Teknoloji Dergisi başta olmak üzere, popüler bilim dergileri ve sempozyum, konferans ve panel gibi platformlarda yıllardır tartışılıyor. Bu tartışmalara katılanların başlıca amacı, evrensel etik kodlara dayalı, akademik toplumca üzerinde uzlaşılmış bir “bilim, eğitim, yayın ve akademik yönetim etiği anlayışı”nın, tüm üniversitelerde yaygınlaşmasını, benimsenip uygulanmasını sağlamaya çalışmak olmuştur. TÜBA’nın “Ders kitapları Telif ve Çeviri Eser Ödülleri” dolayısıyla adaylardan istediği taahhütnamenin içerdiği koşullar, bu tartışmalara katılanların, yayın etiğinin ders kitabı cephesinde hem YÖK mevzuatındaki etik kurallar ve hem de Fikir ve Sanat Eserleri Yasası (FSEY) bağlamında yerleşmesini önerdikleri evrensel anlayışla [2] oldukça iyi örtüşmektedir. Bu taahhütnamede, ödüle aday gösterilecek yazardan/çeviri editöründen uyması istenen koşullar şöyle: “Kitapta yer alan/alacak olan ve başka kaynaklardan temin edilen tüm görsel malzemeler (fotoğraf, resim, grafik, illüstrasyon, harita, çizim vb.) için telif haklarını ya da izinlerini almış olmak ve bu görsellerin kaynağına ilişkin bilgileri ayrıntılı biçimde göstermiş olmak”. Görüldüğü gibi bu koşullar, FSEY’ye uyma kuralı yanında en ağır bilim etiği ihlalini oluşturan intihal(=aşırma) tanımına da hiç kimsenin itiraz edemeyeceği çok net bir hukuksalbilimsel açıklık getiriyor. Aslında TÜBA bu taahhütnamenin temelini oluşturan “bilim insanları için evrensel bilim ahlakı ilkeleri”ni yıllar önce yayımladığı Bilim Etiği Kamuoyu Duyurusu’nda (2002) [3] ilan etmişti. Bu ilkeler aşırmacılığı yasakladığı gibi, başkalarının eserlerinden aşırma yapan kişilerin kayrılmasının da gerçek bilim insanlarının sorumluluğu ile bağdaşmadığını açıkça vurgulamaktadır. Bu bağlamda TÜBA, ders kitapları ödülüne aday olan kitap yazarlarından söz konusu taahhütnameyi istemekle, şüphesiz kamuoyuna ilan ettiği bu ilkelerin gereğini yapmıştır. Böylece örneğin, yararlanılan tek bir kaynağın bile gösterilmediği ders kitapları ile ilgili yayın etiği soruşturmalarında bilirkişilerin, başka eserlerden kaynak göstermeden yapılan alıntı ve uyarlamaları intihal iddialarından bağışık kılabilmek için kurmaya çalıştıkları [4] “anonim bilgi sığınağı”nın çürük temelleri, tüm bilim kurumlarına da örnek oluşturacak şekilde yıkılmış olmaktadır. TÜBA’nın istediği yayın etiği taahhütnamesiyle, onca yıllık “toplumda bilim etiği oluşturma çabaları”nın amacına ulaşmaya başladığını görmek umut verici, son derece önemli bir gelişmedir. KAYNAKLAR: [1] http://www.tuba.gov.tr/index.php?id=403 [2] Erzan, A.; CBT, sayı 1175, s.14 (2009) [3] http://www.tuba.gov.tr/duyuru.php?id=41 [4] Kantarlı, K., Bilim ve Gelecek Dergisi, 6872, Temmuz 2009 T arihi kaynaklarda Hz. İsa’nın doğum tarihine dair kesin verilere rastlanmıyor ve kaynaklarda da farklı tarihler yer alıyor. Rivayetlere göre Hz. İsa milattan dört ile altı yıl önce doğmuş. Doğum günü (Noel) olarak Batı Kiliseleri 2425 Aralık gecesini ününü doğum tarihi olarak kabul edip kutlarlarken, Doğu kiliseleri ise bu tarihi 7 Ocak olarak kabul ediyor. Çam ağacı geleneği de 1504’te önce Almanya’da ortaya çıkıyor, oradan Fransa’ya geçiyor. Müslümanlarda uzun süre kullanılın Hicri takvime göre yılbaşı 1 Muharrem olarak kabul edilse de, günümüzde, Suudi Arabistan dışında Müslümanlar da 1 Ocak’ı yılbaşı olarak kutlanır. Hıristiyanlarda gördükleri hoşlarına giden her şeyi, kültürü, teknolojiyi almağa alışmış olan Müslümanlar, bu arada Türkler de yılbaşı gibi güzel eğlencelerini ve âdetlerini de benimsemekte gecikmedi. Ancak bu 25 Aralık geleneğin bir de öncesi var. Antik çağlardan beri kutlanagelen çok tanrılı Pagan toplumlarda kış festivalleri Roma’da yayılmış Mitraizm’in (ışık tanrısı Mitra), kainat’ın iyilik ilkesi’nin kış festivalleri olan Yule ve Saturnalia’daki uygulamalar, aslında Fransızca doğuş anlamana gelen Noel’in kökenini oluşturuyor. Halkının çoğunluğu Hıristiyanlıktan önce putperest olan Roma İmparatorluğu’nda da 25 Aralık güneş tanrısının doğum günü olarak kabul ediliyordu. Güneşe tapan Paganlar Güneş’in her gün biraz daha erken kendilerini terk etmesine üzülür; 25 Aralık’ta günler tekrar uzamaya başlayınca, Güneşin kendileri ile kalmaya razı olduğuna sevinerek bayram ederlerdi. Hıristiyanlara 300 yıl boyunca eziyet eden, arenalarda arslanlara parçalattırılan Romalılar miladın 313 yılında Hıristiyanlığı kabul edince Roma İmparatoru Büyük Konstantin de Putperestlik döneminin âdetlerinden bazılarını Hıristiyanlığa uyguladı ve Güneş’in yeniden daha uzun süre görülmeye başladığı 25 Aralık’ı güneşin doğum günü olarak kabul ederek yılbaşı ilan etti. Hz. İsa’nın dünya ile birlikte insanları da aydınlattığına inanan Hıristiyanlar da, peygamberlerinin o gün, yani 25 Aralık’ta doğduğunu benimsediler. Bu gelişmelere göre aslında yılbaşının Hıristiyanlık ve Hz. İsa ile ilgisi olmadığı anlaşılıyor. Katolik ve Protestanlar sadece 25 Aralık, Ortodokslar da 7 Ocak gecesi kiliselerde ayin yaparlar. 1 Ocak yılbaşı gecesinde kiliselerde hiçbir ayin yapılmaz, halk geceyi türlü biçimlerde eğlenerek geçirir. TÜRKLERDE YILBAŞI GELENEĞİ Ama yalnız Hıristiyanların değil, Türklerde de eski bir bir yılbaşı ananesi var. Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ, Hıristiyanların İsa’nın doğuşu olarak kutladığı Noel bayramının, çok eski Türklerin yeniden doğuş bayramı olduğunu söylüyor. Türklerde güneş kutsal, ama Tanrı olarak kabul edilmiyor. Türklerin, tek Tanrılı dinlere girmesinden önceki inançlarına göre yeryüzünün tam ortasında hayat ağacı dedikleri yerin göbeğinden göğe yükselen bir ağaç varsayılıyor. Sümerlerde de bu bulunan akçam ağacının bir ucunda Göktanrısı duruyor. Bu ağacı, motif olarak bizim bütün halı, kilim ve işlemelerimizde görebiliriz. İnançlarına göre gecelerin kısalıp gündüzlerin uzamaya başladığı 22 Aralık’ta gece gündüzle savaşır ve uzun bir savaştan sonra gün geceyi yenerek zafer kazanırdı. Güneşin zaferini, yeniden doğuşu, Türkler büyük şenliklerle akçam ağacı altında kutluyorlardı. Çığ’a göre, Güneşin yeniden doğuşu, bir yeni doğum olarak algılanırdı ve bu bayramın adı NARDUGAN’dı. (nar=güneş, tugan, dugan=doğan) Doğan güneş! Güneşi geri verdi diye Tanrı Ülgen’e dua ediyorlar. Tanrı’ya gitsin diye ağacın altına hediyeler koyarlar, dallarına bantlar bağlayarak o yıl için Tanrı’dan dilekler dilerlerdi. Evler temizlenir, en güzel giysiler giyilir,ağacın etrafında şarkılar söyleyip oyunlar oynuyorlardı. Yaşlılar ziyaret ediliyor, aileler bir araya gelerek birlikte yaş ve kuru meyveler, özel yemekler yerlerdi. Bayramda aile ve dostlar bir araya gelerek kutlanırsa, uğur getireceğine ve ömürlerin uzayacağına inanırlardı. Türklerin ağaç süsleme geleneği Hıristiyanlardan daha öncelere gittiği için ağaç süslemenin tamamıyla Türk âdeti olduğunu söylemek daha gerçekçi bir yaklaşımdır. Bu tür Akçam ağacı yalnız Orta Asya’da yetişirmiş, Filistinliler bu ağacı bilmezlermiş. Bu nedenle de bu ayın Türklerden Hıristiyanlara geçtiği ve bunu da Hunların Avrupa’ya gelişlerinden sonra onlardan görerek aldıkları söylenir. İsa’nın doğumu ile hiç ilgisi yok. Doğum, güneşin yeniden doğuşu! Güney Sibirya’da bulunan Hakas Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı Türkiye Temsilcisi Timur B. Davletov ise http://www.turkhaber.org/193.html sitesinde Nardugan’dan hiç söz etmeden, Türklerin ataları çok eski dönemlerden beri yeni yılın başlangıcını baharın gelmesine, hatta daha da kesin olarak bahar mevsiminin gündüz ile gece sürelerinin kendi arasında eşitlenmiş olduğu günde kutladıklarını, günümüzde de çoğu Türk soylu halkta tıpkı eski devirlerde ataları gibi coşkulu bir biçimde kutlamaya devam etmekte ve böylece de o kadim geleneği yaşatmayı sürdürmektedir diyor. Ve de yılbaşı da o zamanlar Hakaslar, Sahalar,
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle