Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kültür Rönesans’a Ulaşamamak Venedikli zengin Cornaro ailesinin oğlu olan Alvise Cornaro (14841566) II. Bayezid, Yavuz Selim ve Kanuni’nin döneminde yaşayan bir Rönesans asilzadesiydi. Hukuk eğitimi gördü (son yüzyıla kadar Türkiye’de bağımsız hukuk eğitimi yoktu). Amacı din adamı olmak değildi. Padua’daki topraklarında yenilikçi yöntemlerle tarım yaptırarak zengin oldu (bizde 1516. yüzyılda tarımı geliştirmek için çalışan Osmanlı ikta sahibi hatırlıyor muyuz?). Zenginliğini kişisel amaçlar ötesinde edebiyat, tiyatro ve güzel sanatların gelişmesi için kullandı. Otuz sekiz yaşında Roma’ya giden Alvise Cornaro mimar Falconetto’nun yardımıyla Roma mimari ve sanatını inceledi (Türkiye’de 19. yüzyıl sonuna kadar mimari ve sanatı inceleyen hiç kimse olmadı). Doğan Kuban sırada ‘bir sanatta bilgi sahibi olmak (dilettante)’ iyi ailelerden yetişenler için önemliydi. Alvise Cornaro Vitruvius (Romalı mimari yazar) ve Leon Battista Alberti’nin (Rönesans mimari ve kuramcısı) kitaplarını okudu (Osmanlı döneminde herhangi bir mimari kuramcı ve yazar söz konusu olmamıştır). Evinin bahçesinde bir Roma tiyatrosunun cephesi gibi bir küçük tiyatro sahnesi inşa ettirdi. Orada tiyatro piyesleri oynattı. Türkiye’de tiyatro Geç Osmanlı Dönemi’nde ortaya çıkar. Karagöz ve Ortaoyunu YunanRoma geleneğinden gelen tiyatro içeriği taşımaz. Olsa olsa Commedia dell’Arte türünden bir halk gösterisidir (orta sözünün arte’dan bozma olFatih medreselerinin duğu da söylenmiştir). Mimari konusunda bilgiTürk üniversitesi olduğu lendikten sonra planını yaptığı fikri bir abartmadır. bir Odeon (konser salonu) inşa Çünkü medrese din ettirdi. Bu yapının planını eski adamı olmayanlar bir Roma villasından kopya etmişti. Ve yapıyı Roma dışında topluma bilgi veren bir kurum değildir. Döneminden aldığı bezeme motifleriyle süsledi. Alvise Cornaro Batı toplumunda Padua kentine dönüp piskoposun yanında idareci olarak çalı‘laik’ denilen yani kiliseye mensup olmayan şırken de bir villa tasarımı yaptı. Ve yapı inşa edildi. insanların okuma şansı Alvise Cornaro mimari, taOsmanlı’da yoktu. rım ve hidrolik konularında bilgisini derinleştirerek, bu konularda pratik kitaplar yazdı. Rönesans’ta yazılan diğer mimari kitapları arasında Vitruvius’a karşı tavır takınarak mimarinin pratiğiyle ilgili yazı yazan tek yazar oldu. Türkiye’de mimarinin ne kuramı ne de pratiği üzerinde bir şey yazıldığını bilmiyoruz. Alvise Cornaro Rönesans’ın kent dışı villa tipolojisini Venedik bölgesine getiren mimar olarak bilinir. Onun bu ilk çalışmaları Sebastiano Serlio ve Andrea Palladio gibi büyük mimarlar için bir temel oluşturmuştur. Bu bir Rönesans adamıdır. mollalarla devşirmelerin işini görüyordu. Bizim %95’i okuma yazma bilmeyen halkın kör cahil olduğu kesin olduğu gibi medrese dışında dil bilip kitap okuyanların olmadığı İslam klasik dönemine ilişkin hiçbir kitabın Türkçesinin olmamasından anlaşılır. Türkiye’de aydınlanma sürecinden geçilmediği şeklinde sürekli bir yakınma var. Aslında Türk toplumunda Rönesans’ın açılımları da cumhuriyetten önce olmadı. Oysa Avrupa kültür tarihinde Rönesanssız bir aydınlanma düşünülemez. Yeni paganlar denen Fransız filozofları neyi okuyup da kilise ile savaşıyorlardı? B R TÜRK RESM YOK Mimarlıktan başlayarak girdiğimiz bu karşılaştırmanın başka alanlarda da yapılabileceğini biliyoruz. Dinen yanlış bir yoruma dayalı ve daha çok Yahudi ve ikonoklast Bizanslıdan kaynaklandığına inandığım resim ve heykel yasağı doğa gözleminin temelini oluşturan figüratif sanatı da Osmanlı kültüründen uzaklaştırdı. Fatih’in resmini Giovanni Bellini gibi bir ressama yaptırması ya da minyatürün gelişmesi, resim yasağının Bizans ikonoklast dönemi kadar geçerli olmadığını gösterse bile, Osmanlı’nın heykeli tümüyle dışladığı ve resmi de ‘mimesis’ yani gerçek taklidinden uzaklaştırdığı açıktır. Bunun dış dünya gözlemini engellediği açıktır. Bunun Osmanlı toplumunda dış dünyanın bir bilinçli ilgi konusu olmadığı anlamına geldiğini de söyleyebiliriz. Onun için biz Osmanlı’nın tarihini ne insanı ile ne de yarattığı fiziksel çevre ile tanımıyoruz. Eğer Avrupalı ressamlar olmasaydı, bugün Osmanlı’yı bir fiziksel varlık olarak ancak sanal düzlemde görüntüleyebilirdik. Metin And’ın ‘Istanbul in the 16th Century’ (1994) kitabında bir Türk resmi bulamazsınız. Bu durum Osmanlı kültürüne, doğa gözlemi yapamadığı için, hiçbir zaman gelişmemiş olan Osmanlı bilimi olarak yansımıştır. 19. yüzyıla gelene kadar, hiç olmazsa bir sınıfa bilgi veren okul sistemi yoktur. Osmanlı tarihinde okul, 19. yüzyıldan önce sadece devlete memur yetiştirmek ya da orduya uzman yetiştirmek için vardı. Sıbyan mektebi, Enderun mektebi, şehzadegan mektebi okuma yazma ve Kuran bilgisi vermekle yetinirdi. Sarayda sayısı üç bine kadar çıkan Gılmanı Hassa devşirme kökenlidir. Ve sultana hizmet ederek devlet idaresi için yetişmişlerdir. Osmanl ’da felsefe yasakt r. Gerçi 15. yüzyılda Molla Fenari’yi, 18. yüzyılda Kant’ı karşılaştıran bilim adamlarımız çıkıyor. Bu temelsiz şovenizmi ne yazık ki 192339’da ortadan kaldıramamışız. Kendi kültürümüz hakkında kendimizi aldatmayacak kadar onurlu olmazsak, dünyadan kültürel olarak dışlanmamıza engel olamayız. O 3. Türkiye’de üniversite yoktu. Padua Üniversitesi 1222’de açılmıştı. Orada din eliti arasına giremeden de hukuk okunabilirdi. Fatih medreselerinin Türk üniversitesi olduğu fikri bir abartmadır. Çünkü medrese din adamı olmayanlar dışında topluma bilgi veren bir kurum değildir. Batı toplumunda ‘laik’ denilen yani kiliseye mensup olmayan insanların okuma şansı Osmanlı’da yoktu. Başka bir deyişle öğretimin sadece medresede edinildiği Osmanlı tarihinde kimse için sistematik bilgi öğretimi yoktu. Bir mimar loncasına girmeden mimarlık öğrenen bir mimarlık öğrencisi de olamazdı. Mimarlığa heves edip geçmişi inceleyen biri de olmadı. Onun için mimarlıkla ilgili bir şey de yazılmadı. Kaldı ki yazılsa da basılamazdı. Matbaa yoktu. Bizde ne mimarlık yazarı oldu, ne mimarlık kuramcısı yetişti. Olasılıkla okuma yazması olan mimar da fazla değildi. Sultanın ailesinde şehzadeler eğitiliyordu. Fakat eğitimin çok sınırlı olması ötesinde, şehzade sultan kardeşi olduğu zaman kafese konulan bir talihsizdi. Peki sultanlar, vezirler, beylerbeyler, kaptanı deryalar arasında Alvise Cornaro gibi kitap okuyan, mimariye, tiyatroya, musikiye düşkün sanatçıları koruyan kimse yok muydu? Vardı. Yakın tarihte yaşayanlar arasında birkaç örnek gösterilebilir. Etrafında şair, ulema, müzisyen halkası olan vezirler olabilir. Ne var ki Rönesans aristokrasinin toprak sahipliği gücü ve bilim ve sanata katkısını okuyunca Türkiye’de bu olasılığın İtalya ile karşılaştırılacak mertebede olmadığı açıktır. Biz de Medici ailesi, Sforza ailesi, Este ya da Gonzaga aileleri ve onların çevrelerindeki Michelangelo’lar, Rafaello’lar, Mantegna’lar, Piero Della Francesca’lar olmadı. 50 YILDA 20 M LYON K TAP ÖYKÜDEN ÇIKAN SONUÇLAR Bu yaşam hikâyesinden çıkarılacak bazı sonuçlar var: 1. Alvise Cornaro gibi bir asilzade Türkiye’de hiçbir zaman olmad . Çünkü toprak sadece sultana aitti. Herkesin sultan kulu olduğu ve sultan ikta olarak verdiğini geri alabildiği için toprağa bağlı bir aristokrasi de yoktu. Zenginlik geçici bir birikimdi. Başka bir deyişle bizde idareci sınıfa ilişkin özel bir kültür açılımı yoktur. Sadece sosyal ve dini içerikli vakıf kurumu özgün bir statü taşır. 2. Ulema arasına katılmak amacıyla medreseye girmedikçe hukuk tahsili yoktu. Medresede soyut kuramsal bir hukuk değil, sadece Kuran’dan kaynaklanan Şeriat’la sınırlı İslam hukuku öğretilirdi. Kuşkusuz Roma hukuku gibi bir Pagan gelenek de söz konusu değildi. Örfi hukuk ise sultanını kimliği ile sınırlı bir kişisel otokrasi aracıydı. CBT 1173/2 11 Eylül 2009 Rönesans insanları Yunanlı ve Pagan yazarları okuyorlardı. Hümanizma temelde bu anlama gelir. Erken Rönesans’ta 1450’de matbaa bulunTayfun Akgül duktan sonra, 1500 yılına kadar Avrupa’da yirmi milyon kitap bas lm t . Avrupa’nın nüfusu 1500’de 40 milyondu; Osmanlı İmparatorluğu nüfusu 10 milyon (Anadolu+Rumeli) (kaynak McEvedyJones, Atlas of World Population History, Penguin, 1978). 14501500 arasında ne kadar yazma yazıldığını ve bunun kaç kişiye dağıldığını sayısal olarak bilmiyorum. Fakat pahalı el yazmasının yirmi milyon kitapla boy ölçüşmesini hayal bile edemeyiz. Avrupalı Latince ve Yunanca öğrenmeye merak ettiği zaman mollalar dışında Arapça bilen parmakla gösterilirdi. Türkiye’de birkaç Farsça ve Arapça şiir bilen, lisan bilir sayılırdı. Osmanlıca Türkçeden çok Arapça ve Farsça olduğu için toplumu idare eden