16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TÜBİTAK Bilim Ödülleri ve devlet üniversiteleri 2009 yılı TÜBİTAK ödüllerinin dağılımında devlet üniversitelerinin yeterince başarılı olamadıkları görülüyor. Temel bilimler ile mühendislik bilimlerinde dağıtılan 10 teşvik ödülünün 6 tanesi iki vakıf üniversitesi ve diğer 4 tanesi de iki devlet üniversitesi arasında paylaşıldı. Ayrıca, Bilim Ödülü ve TWAS Teşvik Ödülü ile sosyal bilimler alanında dağıtılan 2 teşvik ödülünü de vakıf üniversiteleri aldı. Devlet üniversitelerinin başarılı olduğu tek alan sağlık bilimleri ki burada da vakıf üniversiteleri henüz rekabetçi bir konuma gelebilmiş değiller. Prof. Dr. A. Hamit Serbest, Çukurova Üniversitesi, [email protected] var. Öğretim görevlisi, uzman, okutman gibi diğer öğretim elemanları açısından Türkiye içindeki payı da %19 mertebesinde [ÖSYM]. Bilindiği gibi, vakıf üniversitelerindeki öğretim üyelerinin çoğunluğu devlet üniversitelerinden ayrılan öğretim üyeleri ile yurtdışında doktora yapıp dönen genç araştırıcılardan oluşuyor. Dolayısıyla, devlet üniversiteleri halen vakıf üniversiteleri için “insan kayna deposu” olarak hizmet vermekte. Vakıf üniversitelerinin, yükseköğretim sistemimize gerçek anlamda katkı sağlıyor duruma gelebilmesi için öğretim üyesi yetiştirme programları geliştirmeleri gereklidir. S on üç yıldaki ödül dağılımına bakıldığında 2007’de devlet ve vakıf üniversiteleri eşit olarak paylaşmış, her biri altışar ödül almış. 2008 yılında vakıf üniversiteleri 7, devlet üniversiteleri 8 ödül almış. 2009 yılına gelindiğinde vakıf üniversiteleri, devlet üniversitelerinin aldığı 4 ödüle karşılık 10 ödül alarak, büyük bir üstünlük sağlamışlar. Bu durumdan başta Yükseköğretim Kurulu olmak üzere devlet üniversiteleri adına bir ders çıkarılması gerektiği açık. 1982 yılından bu yana içinde yaşadığımız YÖK sistemini sadece yasal düzenlemeler açısından değerlendirmek eksik olur ve yanlış sonuçlara götürür. O nedenle, sistemin paydaşlarının katkılarını da dikkate alarak, devlet üniversitelerinin bilimsel yeterliliği ve başarısı konusuna etkili olan konular hakkında değerlendirmeler yapıldı. YÖK’ün başarı olarak gösterdiği üniversite sayısını ve yükseköğretimde okullaşma oranını yükseltmenin yükünü bütünüyle devlet üniversitelerine çekti. Yeterli kaynak sağlanmadığı için devlet üniversitelerinde ciddi bir nitelik sorunu yaratıldı. YÖK, sayısal yeterlilik varmış gibi, nitelik sorununu öğretim üyesi dağılımındaki eşitsizlik olarak değerlendirdi. Öğretim üyelerini taşraya gönderebilmek için, bulundukları kurumda yükseltilmelerinin önünü kapadı. Başka üniversitelerde görev yapmaya zorlanan öğretim üyelerinin bir kısmı özel sektöre bir kısmı taşra üniversitelerine gitti. Bu kural bir müddet sonra yozlaştı; üniversiteler aralarında kadro alışverişi yapıldı, kişi bir üniversitede yükseltilerek atandı, kendi üniversitesinde görevine devam etti. Bu uygulamanın yaygınlaşması ile de kural kaldırıldı, ama uygulamanın yürürlükte olduğu sürede büyük üniversitelerimizde o tarihlerde yeni oluşmaya başlayan akademik yapılanmalar dağıldı. ca değerlendirilmesi gereklidir. Üniversite araştırma fonları kurularak gerek katma bütçeden, gerekse üniversitelerin döner sermaye gelirlerinden fona kaynak aktarımı yapılarak araştırmalara destek sağlayacak bir mekanizma kuruldu. Kaynak dağıtımında genellikle bilimsel ölçütlerin dışında unsurlar etkili olduğundan, fonlarda toplanan kaynaklar projelere gerçek anlamda destekler sağlayacak şekilde kullanılamadı. Proje önerilerinin konularına ve yeterliliğine bakarak proje ödeneği dağıtmaktansa, öneren kişilerin akademik unvanları gözetilerek kaynaklar eşit paylaştırıldı. Bu arada makbul olan/olmayan öğretim üyeleri arasında gerekli ayrımın gözetildiğini de eklemek gerek. REKTÖRLER N YANLI I Vakıf üniversitelerinin öğretim üyesi alma yöntemi ile spor kulüplerinin oyuncu almaları arasında yöntem olarak çok fazla bir fark yoktur. Bunu eleştiri anlamında değil, sadece devlet üniversitelerinin oyunu benzer kurallarla oynama şansı olmadığını belirtmek için söyledim. Ancak, başarılı bilim insanlarını toplayıp onların bilimsel üretkenliklerini sürdürmelerini sağlayabilmenin de bir başarı olduğu açıktır. Bu arada, vakıf üniversitelerinin temel bilimler ve mühendislik alanlarındaki bu başarılarının sadece 3 vak f üniversitesi tarafından sağlandığını da belirtmek gerekiyor. Diğer taraftan, devlet üniversitelerinde 2547 sayılı yasa ve ilgili yönetmeliklerin rektörlere birçok sınırlamalar getirdiği doğrudur, ama yine bu sistemin yarattığı “etkin yönetici” modeli rektörlerin istedikleri takdirde “otoriter” lider olarak çalışabilmelerine fırsat vermektedir. Öğretim üyelerini “yanda veya muhalif” olarak sınıflandırabilen ve mevzuata, teamüllere aykırı uygulamalar yapabilen, hatta bazen yetkilerini dahi aşan yaptırımlar uygulayabilen rektörler, ne yazık ki bilimsel konularda yetki kullanmakta çekimser kalıyor. Bu eleştirinin muhatapları, başta üç büyük şehirdeki üniversiteler olmak üzere tüm devlet üniversiteleridir. Devlet üniversitelerinin haksız rekabetle karşı karşıya olduğu doğrudur, ama rektörlerin bunu mazeret olarak kullanma hakları yoktur. Çünkü, devlet üniversitelerinin öncelikle uygulanabilir bir stratejik plan yapmalar ve mutlaka belirli bir bilimsel alanda Türkiye’de ve dünyada söz sahibi olmayı hedef olarak seçmeleri gereklidir. Esas sorun devlet üniversitelerinin böyle bir hedefi olmamasından doğuyor ve sonuçta da bilim ödüllerinin dağılımında, sahip oldukları öğretim üyesi potansiyeli gereken başarıyı yakalayamıyor. EK GEL R MOT VASYONU Üniversitelerin asli görevi eğitimöğretim olarak tanımlanmış ve sistem öyle kurgulanmıştır; öğretim üyeleri ek gelir elde edebilmek için olabildiğince çok “ek ders” verme çabasındadır. Üniversitelerde ikinci ö retim programlar n n açılmasının esas nedeni budur. Öğretim üyelerinin ek gelir elde etme isteğinin yadırganacak bir yönü yok, buradaki eleştiri sistemin kurgusuna yöneliktir. Öğretim üyeleri ek ders ile maaşa ek gelir elde edebilirken araştırma yapmakla da ek gelir edinmesinin yolları açılmalıydı. TÜBİTAK’tan akademik proje desteği alan öğretim üyelerine telif hakkı ödenmesi, bu anlamda olumlu bir gelişmedir ama yeterli değildir. 2009 yılı itibariyle vakıf üniversitelerinin sayısal olarak sistemdeki payı %31 civarında, 139 üniversitenin 45 tanesi vakıf üniversitesi. Örgün öğretim içindeki payları 2008 yılında %12 civarında. Adayların sınavsız geçişle yerleştiği programlara yerleşen adaylar hariç 2008’de toplam 397.449 kişi yerleştirilmiş ve bunların 46.530 kişisi de Vakıf üniversitelerindedir [ÖSYM]. Öğretim elemanı sayısı bakımından vakıf üniversiteleri 20082009 yılı verilerine göre %10,4’lük bir paya sahiptir. Ancak, öğretim üyesi sayısı bakımından payı yaklaşık %9,7 ve araştırma görevlisi sayısı bakımdan da %5,4 payı SANAY LE B RL UZAKLA MA NDEN CBT 1173/14 11 Eylül 2009 Değerlendirmelerin daha objektif yapılabilmesi için Doçentlik Sınav Yönetmeliği değiştirilerek tez yerine salt uluslararas yay n ko ulu getirildi. Ancak, bu koşul, üniversiteleri sanayimizin sorunlarından iyice uzaklaştırdı. Üniversitelerin mühendislik/fen fakültelerine yeterli altyapı sağlanmadığından çalışmalar teorik konularla sınırlı kaldı. Bunu gidermek için DPT İleri Teknoloji Proje desteği vermeye başladı; ama ne yazık ki bu desteklere başvurular akademik ve nesnel kriterlerden ziyade, rektörlerden başlayarak siyasilere kadar uzanan bir yelpazede öznel kriterlerle değerlendirildi. Öğretim üyesi niteliğini iyileştirmek amacıyla, önce profesör kadrosuna yükseltilerek atanma konusunda ölçütler getirildi, atamalar merkezi yapılmaya çalışıldı. Uygulamalardan birileri hoşnut olmadıkça ilkeler esnetildi, sonunda atama/yükseltmeler üniversitelere bırakıldı ve YÖK’ün belirlediği asgari ölçütlerin baz alınması istendi. Üniversitelerin kendi koşullarına göre ek ölçütler belirleyebilmesi de üniversite senatolarının yetkisine bırakıldı. Ancak, akademik atama ve yükseltme ölçütlerinin uygulanmayaca söylemini seçim propagandas yapan ki ilerin, devlet üniversitelerinde rektör seçilebildi i gerçeğini de göz ardı etmeyerek, bu koşulların öğretim üyesi niteliğini yükseltmede ne kadar yarar sağladığının ayrı “Akdeniz Ülkelerinde Deniz Balıkları Yetiştiriciliği" Güzel YücelGier “A kdeniz Ülkelerinde Deniz Balıkları Yetiştiriciliğinde İzin, ÇED ve İzlenmesindeki Yasal Düzenlemeler” konulu çalıştay 1314 temmuz 2009 tarihinde İspanya’nın Atlantik sahillerinde bulunan Vigo şehrinde, Galicia’da gerçekleşti. İspanya’nın Galicia bölgesinde midye, istiridye, akivades gibi yumuşakçaların yetiştiriciliği yapılmakta. Kıyılarda deniz balıkları çiftliklerinden çok midye çiftliklerini görmek mümkün. Ama bir yandan da ahtapot üretimi için çalışmalar devam etmekte. Ayrıca Vigo şehri Avrupa’nın en önemli balıkçı limanlarından biri. Doğal olarak da en büyük balık haline sahip. Su ürünleri bu bölgenin ekonomisinde hem balıkçılık hem de yetiştiricilik açısından çok önemli bir yere sahip. Toplantının açılışı bu gelişmelerin orta
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle