26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HUKUK POLİTİKASI Hayrettin Ökçesiz eylemsizlik olarak adlandırılan teoridir. 1592 yılında Galileo Padua Üniversitesi matematik bölüm başkanlığına atanmıştır. [email protected] UZAYA BAKIŞ Aristoteles evreninin doğruluğunu sorgulayan ilk kişi MÖ 3. yüzyılda yaşayan Sisamlı Aristarkhos Dünya’nın kendi ekseni etrafında döndüğüne, Güneş’in evrenin merkezinde olduğuna kesinlikle inanıyordu. Bundan 1700 yıl sonra, aynı zamanda bir kilise adamı olan Polonyalı Copernicus Güneş merkezli evren hakkında Galileo’ nun “Sidereus Nuncius” kendi teorisini geliştirdi. İnancına göre Kitabından Ay Güneş evrenin merkeziydi; Dünya ve gezegenler de onun çevresinde kusursuz daireler çizmekteydi. Copernicus, Galileo’nun doğumundan 21 yıl önce ölmüştü. Aristoteles Güneş’in ve bütün gezegenlerin Dünya çevresinde kusursuz birer çember izleyerek döndüklerine inanmıştı; çünkü kendi deyimi ile “başlangıcı ve sonu olmayan her şey daireseldi” Aristoteles için çember kusursuzu ifade ediyordu: Ne başlangıcı ne de sonu vardı ve hatasızdı. Tanrıların gökyüzünde bir kusura izin vereceği düşünülemezdi; o halde gezegenler de dairesel bir şekilde hareket etmek zorundaydılar. Aynı düşünce şekline göre, yıldızların üstünde durdukları gök kürelerde daireler üstünde döneceklerdi. Daha sonra, Danimarkalı Tycho Brahe’nin yanında çalışan ve Galileo ile çağdaş olan Kepler, Copernicus’un Güneş sistemi teorilerinde bazı değişikliklere yol açan ve onları geliştiren sonuçlar elde etti. Kepler 1609 yılında Güneş çevresindeki gezegen hareketlerinin, Copernicus’un bile sandığı gibi dairesel değil, eliptik olduğunu; Güneş’inde elipsin bir odağında bulunduğunu keşfetti. Galileo’nun ilk teleskopunu yapması ile Aristoteles ve Ptolemais’in eski dünyasının yavaş yavaş ancak durmaksızın yıkılışının başladığı görülebilir. Galileo’nun beşinci teleskopu, cisimleri otuz kat daha yakın ve bin kat daha büyük gösteriyordu. Galileo ilk defa teleskopunu Ay’a çevirdi, geceler boyu gözleyerek değişik evrelerini not etti. Ay’daki dağların yüksekliğini, düşürdükleri gölgelerine bakarak ve Güneş ışınlarının değişen açılarını ölçerek, gerçeğe oldukça yakın bir şekilde hesaplamayı da başardı. Özet olarak Galileo’nun Ay gözlemleri, Aristoteles’in gökcisimlerinin kusursuz bir küre olduğu yolundaki tezini çürütmeyi sağlamıştı. Ayrıca, Ay’ın yüzeyinin Dünya’ya benzer engebeli bir yapısı olduğunu kanıtlayarak, Dünya ve evrenin diğer bölgelerinin iki farklı âleme ait olduğu şeklindeki teoriyi de geçersiz kılmıştı. 7 Ocak 1610’da Galileo Jüpiter’i incelemeye başladı. Jüpiter çevresinde dönen dört uyduyu buldu. Bu sonuç, en azından Galileo için, Ptolemais’in teorisinin tam bir çöküşü demekti. Eğer bu uydular Jüpiter çevresinde dönebiliyorsa, bütün gök cisimlerinin Dünya çevresinde dönmediği açık ve mantıksal görünüyordu. 1610 yazı ortalarında Satürn’ü incelemeye başladı. En uzak gezegenin üç aylı olduğunu gözlemledim diye açıklama yaptı. Bu keşif Ptolemais ve diğer Aristoteles yandaşları için bir darbeydi. Eskiler gökyüzünün sonsuz, değişmez ve bozulamaz olduğuna ve gökyüzünde yeni hiçbir şeyin keşfedilemeyeceğine inanmışlardı. Bu inanç artık geçersizdi; çünkü bir yıllık süre içinde Galileo Jüpiter çevresinde dört tane uydu bulmuş ve Satürn’ün çevresinde bir kozmik karmaşanın belirtilerini keşfetmişti. 1610 yılı sonlarına doğru Galileo’nun Güneş’le ilgili çalışmaları sonuç verdi. Güneş lekelerini inceleyen Galileo Güneş’in kendi ekseni etrafında döndüğünü buldu. Öldüren gözaltılarını, tutuklulukları düşündüğümde; işkence odalarını, “sınıfsal yargı”yı, “siyasal yargı”yı düşündüğümde; mahkeme salonlarındaki o kurşun gibi ağır havayı; görünmeyen, ama sancıyla devinen bu duygusal uzamda insanların duvardan duvara nasıl savrulduğunu düşündüğümde.. bir çürük kokusu genzimi yakarcasına sarıyor. Kuddusi Okkır’ın Anısına Bini aşkın üyesiyle YARSAV ülkenin hukuk yaşamında, hukuk bilincinde iz bırakacak yaratıcı, üretken gücünü kendine yaraşır biçimde yansız, bağımsız bir duruşla göstermeye başladı. Yargıç ve Savcıların bu Birliği sıradan bir dernekleşme değildir. Bu tür derneklerden sivil toplumların beklentileri de sıradan beklentiler değildir. YARSAV TBB’nin desteğinde, IAJ (Dünya Yargıçlar Birliği) ve MEDEL (Demokrasi ve Özgürlük İçin Yargıçlar Birliği) adlı uluslararası kuruluşların katılımıyla, 56 Temmuz günlerinde “Kuvvetler Ayrılığı, Yargıda Örgütlenme Özgürlüğü” konulu bir sempozyum gerçekleştirdi. Dinamik, yoğun ve düzeyli bir dinleyici kitlesi karşısında sevinçli bir şaşkınlık yaşadığımı itiraf etmeliyim. Anlaşılan, Gerçek, doğru dürüst telaffuz edildiği yerlere rağbet ediyordu. Bu şölende “Yargının Geleceği üzerine Bazı Düşünceler”imi sundum. Onlardan küçük bir demeti de size sunuyorum: “İnsanların canları, malları üzerinde herhangi bir geçerli, yeterli hukuksal argümanla tasarruf veya zor kullandırma olanağına sahip bir başka insan olarak yargıcın özgürlüğü kişiler için bir tehlike kaynağı olmayıp, aksine bir korunma aracıdır. “Hukuk toplumda, adalet değerine yönelmiş bir gerçeklik; insan bireyinde, adaleti istemek ise; adalet, neminem laederekimseye zarar vermemek; başkalarına zarar vermeyen şeyleri yapmak da "özgürlük" ise, o zaman yargıç kendi yargılama etkinliğini bu çerçeveye yerleştirebilecek, Hukuk Devleti düşüncesini anlamlı kılan temel ilkeyi: in dubio pro libertate'yi, yani kuşkulu durumlarda özgürlüklerden yana olmayı bütünüyle yansıtabilecek bir bilmeyargılama yeterliliği taşımalıdır. “Bu olanağın ilk koşulu yargıca, keyfiliğinden korkarak, bu özgürlük sorumluluğunu yüklemekten kaçınmamaktır. Yargıç da kendisinde olmayan şeyi başkasına veremez. Ayrıca, keyfilik özgürlüğün değil, sorumsuzluğun, denetimsizliğin, bilgisizliğin, korkunun, baskının, şiddetin sonucudur. Yasayı körükörüne, onun kölesi imiş gibi uygulamaya çalışmak; ‘kanunun lafzı’, ‘Kazai ve ilmi içtihatlarda hakim görüş’, konformitenin yazılı olmayan olgusal genel ölçütleri gibi modellere eleştirisiz, edilgen bir tarzda katılım, aslında bir anonimliğin ardına sığınarak sorumsuz kalmanın aldatıcı rahatlığına yönelmektir.”“Hukuku anlamakla tanımlayacağız. Hukuka, biriyle ötekini ve birini ötekiyle anlamak diyeceğiz. Geleceğin yargıcı tanrıya atfettiğimiz bu olağanüstü anlamayı zihninde, yüreğinde sürekli başarabilen bir ölümlü olacaktır. “Yargılamamız kinle, kızgınlıkla bir öç alma olmayacak, aksine, bağışlamayı başarma süreci olacaktır. Bu yüzden birbirimizin yargıcı değil, kendimize yargıç olacağız. Bunu başarmadan bir başka kimseden adalet isteyemeyeceğimizi öğreneceğiz. “Yansız, bağımsız üçüncü kişiyi kendi içimizde buluncaya kadar, dışarıda hiçbir yerde onun varolamayacağını anlayacağız. Varolanların ise daha çok ellerinde keskin bir kılıçla bir ferman tuttuğunu göreceğiz. Hiçbir yargıç, bizim kendi içimizde olgunlaşamadan dışımızda olgunlaşamayacaktır. Bu yüzden gerçek yargıçların en büyük sorunu, haklarında hüküm verdiği kimselerin kendi içlerinde yargıçsız kalmalarıdır. “Yargının geleceği, getireceği barışın içimizdeki barışla örtüşmesi ve bu barışı öznelerarası kavranır kılmasına bağlı olacaktır. İçimizdeki barışın doğayla birlikte bir biliminin adaletle ilişkilendirilmesi böylesi bir bilimci, bilge, düşünür yargıcın yargılama etkinliğinin eksenini oluşturacaktır. “Dayatılan değil anlaşılan, kılıçla değil özgür ve korkusuz onama ile geçerlilik kazanan hükümlerin kurulma süreci olarak yargıyı doğrusu hala olanaklı görüyorum. “Yargının böyle bir geleceği olmayacaksa, aslında hiçbir geleceği olmayacaktır. Bugüne kadar olanın bundan sonra da öyle kalmasının gelecekte cereyan eden bir geçmiş olduğunu söylemekte bir sakınca yoktur. Yargıya bir gelecek veya yargısız bir gelecek düşünmek zorundayız.” Öldüren gözaltılarını, tutuklulukları düşündüğümde; işkence odalarını, “sınıfsal yargı”yı, “siyasal yargı”yı düşündüğümde; mahkeme salonlarındaki o kurşun gibi ağır havayı; görünmeyen, ama sancıyla devinen bu duygusal uzamda insanların duvardan duvara nasıl savrulduğunu düşündüğümde, sararmış dava dosyalarının yapraklarında hayat ağaçlarının nasıl kuruduğunu düşündüğümde, bir çürük kokusu genzimi yakarcasına sarıyor. Bu son sözü de burada söylemiş olayım. GALILEO’NUN GÜNAHI Düşen cisimlerin hareketi konusunda Galileo’nun yaptığı ilk deneyler Aristoteles’in yanıldığını kanıtlamıştı; daha sonraki astronomi keşifleri ise Kutsal Kitap (İncil) üzerine kuşku düşürmek olarak yorumlandı. Öfkeli kilise adamları Galileo’nun Dünyanın Güneş çevresinde döndüğü iddiasının, İncil’de yer alan ve Yeşu’nun Güneş’e hareketsiz durma emri verdiği yolundaki beyanlara ters düştüğüne dikkat çektiler. Bu dogmatiklerin ısrarlı iddialarına göre, eğer Güneş Copernicus ve Galileo’nun iddia ettiği gibi evrenin merkezinde yer değiştirmeden sabit duruyorsa, Yeşu, Güneş’in hareket ettiğini nasıl görebilirdi? Galileo ise kendini savunmak için, doğanın, “büyük eserlerini anlamamız için bize Aristoteles’e verdiğinden 2000 yıl daha fazla gözlem süresi ve yirmi kat daha keskin görme yeteneği verdiğini” söyledi. Galileo, dinsel inancı ile bilimsel çalışmalarının birbirini etkilemesine izin vermemişti. Katolikliği içtenlikle benimsemiş olduğu halde, yaşamının iki alanını ayrı tutabiliyor ve bağdaştırmıyordu. Din ve bilim arasındaki ilişki konusundaki düşüncelerini, kendisini uyaran arkadaşı keşiş Benedetto Castelli’ye 13 Aralık 1613’te yazdığı mektupta şu şekilde yazıyordu: Yazının devamı 16. sayfada CBT 1113/ 15 18 Temmuz 2008
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle