27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ÖLÜMÜ OYUNA GETİREBİLİR MİYİZ? Yaşam süresi 100 yıldır günde beş saat, on yılda 2.2 yıl hızla artıyor Son 100 yıldır, insan ömrünün on yılda bir 2.2 yıl (ya da günde 5 saat) gibi çarpıcı bir hızla arttığı görülüyor. Yaşam beklentisinin en yüksek olduğu ülkelerde bile, bu hızın düştüğü yönünde herhangi bir belirtiye rastlanmıyor. Ama kazanılan ek yıllar genellikle güçsüzlük, hastalık ve bunaklıkla geçiyor!... Yaş Beklenen sağlıksız yaşam süresi Erkek Kadın Erkekte yaşam beklentisi Kadında yaşam beklentisi KORKUYORUZ CBT 1113/12 18 Temmuz 2008 CBT 1113/13 18 Temmuz 2008 cı Son: Asıl düşmanımız ölümden çok, yaşlılık ve yaşlanmanın beraberinde getirdiği güçsüzlüklerdir. Yunan söylencesinde Tithonus, şafak tanrısı Eos’a âşık olan, alabildiğine yakışıklı bir ölümlüdür. Eos, sevgilisine ölümsüzlük bağışlaması için Zeus’a yalvarır. Hain Zeus da Tithonus’u ölümsüz kılar, ama sonsuza dek genç kalma yetisini ondan esirger. Tithonus yaşlandıkça güçten düşer ve bunar. Sürekli saçmalamalarıyla sonunda Eos’u çileden çıkartır. Şimdilerde hepimiz sonumuzun Ölüme karşı farklı Tithonus gibi olmasından korkuyoruz. bir tavır takınmalıyız. Giderek elden ayaktan düşme, sağlıÖlüm bizim düşmağını yitirme ve bunama pahasına da olnımız değil, yalnızca sa, hepimiz çok daha uzun süre yaşamaya can atıyoruz. yaşamımızın bir parYaklaşık 200 yıl öncesine dek, çası. Asıl savaşımı ortalama insan ömrü 30 yıl kadardı. yaşlanmaya ve yaşİnsanlar genç yaşta ve genellikle salgın hastalıklara bağlı olarak, oldukça lanmaya bağlı hashızlı ölüyorlardı. 20. yüzyılda yaşam sütalıklara karşı resi tüm dünyada iki katına çıktı. vermeliyiz. Günümüzde de gelişmiş ülkelerde yaşayan insanlar genellikle ileri yaşlarda ve yaşlanmadan kaynaklanan rahatsızlıklar nedeniyle yavaş yavaş ölüyorlar. Hastalığa bağlı ölümlerin önüne geçilmesiyle birlikte, bir aralar insan ömrünün bir üst sınırı olduğu ve günün birinde bu sınıra ulaşılacağına inanıldı. Bu sınırla ilgili çok farklı görüşler ortaya atıldı, ancak her biri deneylerle yerle bir edildi. Son 100 yıldır, insan ömrünün on yılda bir 2.2 yıl (ya da günde 5 saat) gibi çarpıcı bir hızla arttığı görülüyor. Yaşam beklentisinin en yüksek olduğu ülkelerde bile, bu hızın düştüğü yönünde herhangi bir belirtiye rastlanmıyor. Bu durum insanlar açısından çok ciddi sonuçları da beraberinde getiriyor. Örneğin, bu eğilimin sürmesi durumunda Britanya’da 2074 yılına gelindiğinde 65 yaş üzeri nüfusun üç katına, 100 yaş üzeri nüfusun da 100 katı A Kadında sağlıklı yaşam beklentisi Erkekte sağlıklı yaşam beklentisi na çıkacağı tahmin ediliyor. Öyle ki, insanları son derece yaşlı bir gelecek bekliyor. İnsan yaşamı daha önce hiç görülmemiş, hakkında pek bir şey bilmediğimiz yepyeni bir boyut kazanıyor. sanları, 1980 yılında, ortalama insan ömrü en üst sınırına yaklaşırken, yaşlanmanın neden olduğu güçsüzlük ve rahatsızlıkların da kısa bir süreye sığdırılacağı kestiriminde bulundular. KAZANILAN YILLAR Ne yazık ki, yaşam süresinde görülen bu artış eğilimiyle sağlık koşulları arasında bir koşutluk olduğu söylenemez. Kazanılan ek yıllar genellikle güçsüzlük, hastalık ve bunaklıkla geçiyor. 1991 ile 2001 yılları arasında Britanya’da yaşam süresinde 2.2 yıllık bir artış gerçekleşmesine karşın, sağlıklı yaşam süresinde yalnızca 0.6 yıllık bir artışa tanık olundu. Fazladan yaşanan 1.6 yıllık süreyi insanlar çoğunlukla hastalıklarla boğuşarak geçirdiler. Bunun nedeni, yaşlanma sürecini yavaşlatamamış olmamızdan kaynaklanıyor; fazladan yaşanan yıllar büyük ölçüde insanların süreğen hastalıklara daha fazla direnmelerinden kaynaklanıyor. Bu tür hastalıklar konusunda uzman olan Stanford Üniversitesi’nden James Fries ve kimi başka bilim in ÜST SINIR YOK, AMA... Gelgelelim, görünürde “insan ömrünün en üst sınırı” diye bir durum söz konusu değildi. Bu yüzden de “hastalık süresinin kısaltılması” görüşü bir serap olmanın ötesine gidemedi. Tam tersine, yaşam süresindeki artış yaşlanmaya bağlı dejeneratif hastalıkların da artmasına ve “hastalık süresinin uzamasına” neden oluyor. Kanser türü dejeneratif hastalıklar, vasküler ve nörodejeneratif hastalıklar yaş ilerledikçe üssel bir artış gösteriyor. Örneğin, Alzheimer hastalığına yakalanma olasılığı 65 yaşında yaklaşık %1 iken, daha sonraki her beş yılda bir ikiye katlanarak, 85 yaşındakiler için bu oran yaklaşık %25’e varıyor. ABD’de 85 yaşın üzerindeki insanların %45’inin Alzheimer hastası oldukları düşünülüyor. Günümüzde bu ülkede ortalama 5 milyon kişinin Alzheimer hastası olduğu ve yaşam süresi uzadıkça bu sa yının 2050 yılında 12.5 milyona ulaşacağı belirtiliyor. Yaşlılar bedensel açıdan da inişe geçiyorlar. Bu kişiler artrit, romatizma, kemik erimesi, yüksek tansiyon, kalp yetmezliği, şeker, varis, ülser ve felç gibi hastalıklara çok daha kolay yakalanabiliyorlar. Yaşlılarda sağırlık, körlük ve hareketsizlik gibi durumlara çok daha sık rastlanabiliyor. 80 yaşının üzerindeki Amerikalıların %74’ünde bedensel bir güçsüzlüğe tanık olunuyor. Bu kişiler genellikle unutkan, kafaları karışık ya da bunalımlı oluyorlar. Uzun ömür ve sağlıklı yaşam arasındaki açık İngiltere’de uzun ömür ile sağlıklı yaşam arasındaki açık giderek büyüyor TIP VE HASTALIKLAR Tıp, bulaşıcı hastalıklar gibi akut ölüm nedenlerinin ortadan kaldırılmasında epey etkili duruma geldi. Ancak bu başarının olumsuz yönü, insanların dejeneratif hastalıklarla boğuşmak zorunda kalacak kadar uzun yaşamaları. Dahası, birçok akut ölüm biçimi süreğen rahatsızlık, ya da güçsüzlüğe dönüştürüldü. Kalp krizi artık kalp yetmezliğine, felç ise vasküler demansa dönüştü. Şeker, AIDS ve kimi kanser türleri bile akut ölüm nedenleri olmaktan çıkıp, süreğen güçsüzlüklere dönüştürüldü. Bir başka olumsuz gerçek de, hastalara kesin çözüm getirmek yerine, yaşamda kalmalarını sağlayan ilaçlar üretmenin ilaç şirketleri için çok daha kârlı olması. Yaşlanmaya ya da hastalıklara karşı koymak yerine, ölümün önüne geçmeyi hedefleyen dernek ve kuruluşların da bu duruma bir çözüm getirilmesine pek yardımcı oldukları söylenemez. Öyle ki, Tithonus bunalımının günümüze dek etkisini sürdürmesinin altında yatan asıl neden yaşlanmaya henüz bir çözüm getirememiş olmamızdan kaynaklanıyor. Yaşlanmanın “doğal” olduğunu düşünmek insana çok cazip gelebilir. Oysa, olay bunun tam da tersi. Yaşlanma, kültürün bir ürünüdür. Yabanıl hayvanlarda çok ender görüldüğü gibi, 200 yıl öncesine dek insanlarda da ender rastlanan bir durumdu. Nüfus karşı konulmaz bir biçimde yaşlandıkça, daha önceleri ender görülen ya da hiç var olmayan hastalıklar da giderek yaygınlık kazanır. Şimdilerde yaşanan eğilimin bir şey var ise, o da sürmesi durumunda, bugün gelişmiş ülkelerde dünyaya gelen insanlar eninde sonunda ölece100 yaşını devirseler de, yaşamlağimizdir. O kötücül gürının son birkaç onyılını büyük nü olabildiğince ertelebir olasılıkla sağlıksız ve güçten düşmek için umutsuzca çamüş bir durumda geçirecekler. Bu kişiler %25 ile %50 arasında değibalayıp dururuz. Ancak, şen bir olasılıkla, bunamış biçimde ölümü oyuna getirmeye ölecekler. çalışmanın da birtakım Böyle bir karabasanın gerçeğe dönüştüğünü düşünün. Elden ayaksonuçları var. Yaşam tan düşmüş ve bunamış milyonlarsürelerimiz uzadıkça, ca insana yıllar boyunca gerekli bayaşam ile ölüm arasınkımı sağlamanın ekonomi üzerindaki sınır da giderek de yaratacağı etkileri düşünün. Yine de, bu konuda kesinlikle daha belirsizleşiyor. hiçbir girişimde bulunmuyoruz. Bedenin ve beynin farkÖlüm, can çekişme, bunama gibi lı bölümleri farklı zakonulara siyasal gündemimizde yer manlarda ölebilir. verilmiyor. Bu kavramlardan öylesine korkuyoruz ki, aklımıza getirÖlmek ne demek? mekten bile kaçınıyoruz. Bu durum da sorunun kolay kolay üstesinden gelinemeyeceğinin bilincinde olan politikacıların ekmeğine yağ sürüyor. Yaşamın son evrelerinde yüz yüze geleceğimiz onca olumsuzlukları görmezden gelmeyi bırakıp, yaşlılığa ve yaşlanmaya bağlı hastalıklara karşı koymak üzere bir an önce harekete geçmeliyiz. İlaç üretiminde kâr amacı gütmeyen başka seçenekler bulmalıyız. Huzurevlerine en az doğumevleri denli özen göstermeli ve destek vermeliyiz. Yaşlıların topluma kazandırılmasına çalışmalı ve onlara nasıl öleceklerini seçme özgürlüğünü tanımalıyız. Son olarak da, ölüme karşı farklı bir tavır takınmalıyız. Ölüm bizim düşmanımız değil, yalnızca yaşamımızın bir parçası. Asıl savaşımı yaşlanmaya ve yaşlanmaya bağlı hastalıklara karşı vermeliyiz. Tithonus senaryosu, 21. yüzyılda bu tür bir savaşımın en az terorizme ve küresel ısınmaya karşı verilen savaşım kadar önemli olduğunu ortaya koyuyor. Rita Urgan, Kaynak: New Scientist, Yaşamda kesin olan tek
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle