24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ZÜMRÜTTEN AKİSLER A. M. Celal Şengör Yetişkin kök hücreler yani organların yenilenmesinden ve onarılmasından sorumlu uzmanlaşmamış öncü hücreler sanılandan çok daha çeşitliler. Capecchi, farelerle gerçekleştirdiği araştırmalar sonucunda örneğin bağırsakta birden fazla kök hücre çeşidi bulunduğunu saptamış. Araştırmacı bunun diğer organlar için de geçerli olduğunu düşünüyor. Eğer bu tahmin doğruysa, örneğin diyabet hastalarında bozuk pankreas hücrelerinin onarımına yönelik yetişkin kök hücre terapisi çok daha karmaşık olacaktır. Normal beden dokusundan elde edildikleri için yetişkin kök hücreleri, embriyonik kök hücrelerine iyi bir alternatif olarak kabul edilmekte. Hemen hemen tüm organlarda bulunan yetişkin kök hücrelerinin başlıca iki görevi var: Kök hücre rezervinin her zaman kullanıma hazır olması için kendilerini sürekli yenilemek zorundalar. Bunun dışında bulundukları organdaki bozuklukları gideriyor ya da zarar görmüş hücreleri yeniliyorlar. Bununla birlikte embriyonik varyantı kadar marifetli değiller. Mesela kemik iliğindeki kök hücreler çeşitli kan hücresi türlerine dönüşebilirken, sinir veya kas hücreleri olarak gelişemezler. Bedende bir dizi çeşitli kök hücre türü bulunsa da bilim insanları her organda ya da dokuda tek bir türün bulunduğu konusunda hemfikirdiler. İşte Capecchi’nin sonuçları tam da bu teze gölge düşürdü. Genetikçi, gelişkin bir sistemle farenin ince bağırsağındaki kök hücre özellikli bir geni etkinleştirerek boyar maddeyle işaretlemiş. Daha sonra yapılan analizlerle, ilginç bir şekilde işaretlerin bağırsakta düzenli olarak dağılmadığı görülmüş. İşaretli geni taşıyan hücreler daha çok bağırsağın ilk on santiminde toplanmıştı. Fakat bağırsağın tüm mukozası iki ila beş gün içinde yenilendiği için ortasında ve sonunda yenilenmeden sorumlu ikinci bir kök hücre varyantının bulunması gerektiğini söylüyor Capecchi. İşlevsel bir bağırsak mukozasının elde edilebilmesi için gerçekten de birden fazla kök hücre çeşidi gerekiyorsa, sonuç potansiyel kök hücre terapilerinin geliştirilmesini de etkileyecektir. Fakat Capecchi söz konusu karmaşıklığın insan için de geçerli olup olmadığını henüz bilemiyor. Mayıs sonu seyahatimin ikinci ayağı Münih’ti. Vaktiyle Caltech’de öğrencim olmuş olan Dr. Anke Friedrich yakınlarda Münih’te jeoloji ordinaryüs profesörü (yani kürsü sahibi) oldu. Benim Salzburg’da olacağımı duyunca da beni Münih’e bir konferans vermem için davet etti. Salzburg Ve Münih’e SeyahatII: Münih Münih Salzburg arası trenle iki saat. Tren kuzeybatı yönünde Alpler’in önündeki molas havzasını geçiyor. Burası dünyanın en güzel yerlerinden biridir. Tabiat ve insan eli, Alpleri’n ön ülkesini bir biblo güzelliğinde şekillendirmiştir. Muhteşem Alpler’in önünde, buzul çağının oluşturduğu çeşitli yer şekilleri zengin ağaçlı orta Avrupa florasını ve bunların açıldığı yerlerde sivri tepeli veya soğan kubbeli sevimli çan kuleleriyle ait oldukları topluluğun yerini uzaktan belli eden kılisleri barındıran şirin köyleri kucaklar. Tüm bu köyler tertemizdir. Çevreye sanki bir bahçıvan süreki bakmaktadır. Ne bir ot fazla uzun, ne bir ağaç fazla yamuktur. Ben Alpler’in Münih güneyindeki ön ülkesine 1973 yılında mağara amatörü merhum Bay Karl Thein ile yaptığımız sayısız hafta sonu gezilerinden beri âşığımdır. Anke’nin ord. profesör olduğu Münih’teki LudwigMaximilian Üniversitesi, dünyanın önemli üniversitelerinden olduğu gibi (son kimya Nobel’i buraya gitmişti) jeolojinin de en eski kalelerinden biridir. Burada daha 19. yüzyılda oluşturulan Bavyera Devlet Kolleksiyonları (Bayerische Staatssammlungen) dünyanın ilk kuşu olan Archaeopteryx’in ilk fosilini barındırdığı gibi, hem güney Almanya’nın zengin mesozoyik fosil yataklarından hem de Alpönü buzul çökelleri içerisinde bulunan buzul çağı fosillerinden beslenmiştir. Bu muhteşem kolleksiyonu ilk kez 1972’de görmüş, o zaman Archaeopteryx uzmanı Dr. Peter Wellenhofer ile tanışmıştım. Dr. Wellenhofer , Anke’ye kendisine geleceğimi haber vermesi üzerine Münih dışında emekliliğini geçirdiği köyden kalkıp 36 yıllık dostluğumuzu tazelemek için beni görmeğe ve konferansımı dinlemeğe geldi. Kendisini en son on sene önce Prof. Mehmet Sakınç’la Münih’e yaptığımız bir gezide görmüştüm. Bu arada Dr. Wellenhofer bugüne kadar bulunan toplam on Archaeopteryx fosilini değerlendirerek kuşların kökeni hakkında pek muhteşem bir kitap yazmış. Bana bir nüshasını imzalamak lütfunda bulundu. Bu kitap kuşların nasıl adım adım dinozorlardan bugünkü hallerine dönüştüklerini ve aslında tüm kuşların tüm özellikleriyle dinozor olduklarını belgeliyor. Münih’teki konferansım, şimdi Güney Afrika’daki Bernard Price Paleontoloji Enstitüsü’nde bulunan öğrencim Saniye Atayman ile birlikte geliştirdiğimiz Permiyen yok oluşu modeliyle ilgiliydi. On dokuzuncu yüzyılın sonunun ve yirminci yüzyılın başının büyük paleontologu Karl Alfred von Zittel’in enstitüsünde onun yakından ilgilendiği bir konuda konferans vermek beni çok heyecanlandırdı. Konferanstan sonra Güney Alpler’de Perm/Triyas sınırını çalışanlardan yeni gözlemler hakkında bilgiler ve dökümanlar aldım. Konferansımdan sonra Anke beni jeoloji bölümünün kitaplığına götürdü. Sıradan bir kürsü kütüphanesi. Ama ne sıradan! On sekizinci yüzyıldan beri aklınıza hangi meşhur eser geliyorsa, kütüphaneci Bayan Sommer onu derhal rafında bulup elinize veriyor. En sonunda Anke’nin beni bu muhteşem kitaplığa neden getirdiği ortaya çıktı. Kendisinin bir işareti üzerine kaybolan Bayan Sommer birkaç saniye sonra elinde biri kalın diğeri orta kalınlıkta iki pek eski ciltle ortaya çıkıverdi. Kalın cildi açınca ne göreyim! Elimde tuttuğum kitap bir elyazmasıydı ve belli ki meşhur Abraham Gottlob Werner’in (17491817) derslerinde tutulmuş (daha doğrusu sonradan temize çekilmiş) notlardan oluşuyordu. (Bayan Sommer gotik dediğimiz değişik bir alfabe ile yazılan eski Alman el yazısını okuyabildiğimi görünce hayret etti; ben de kendisine bunu 19731974 yıllarında Münih’te Alexander von Humboldt’un mektuplarını okuyabilmek için öğrendiğimi anlattım.) Elimde tuttuğum kitap bir hazine değerindeydi, zira Werner’in öğretisi kendisi çok az yayın yaptığı için ancak öğrencilerinin tuttuğu notlarla bilinebilmektedir. Anke’ye heyecanla bu kitabın derhal bir tıpkıbasımının yapılarak gerekli yorum ve notlarla bilim dünyasına sunulması gerektiğini, bunu Münih Üniversitesi’nde bulunan muhterem dostum jeoloji tarihçisi Prof. Bernard Fritscher’in üstlenebileceğini söyledim. Filhakika daha sonra Prof. Fritscher’le bir araya gelerek bunu konuştuk. Bu enfes enstitüden, dostlarımdan ve Münih’ten gene trenle pek sevdiğim bir başka şehre, Viyana’ya gitmek üzere ayrıldım. 2000 YILLIK HURMA ÇEKİRDEĞİ AĞAÇ OLDU CBT 1110/ 5 27 Haziran 2008 İsrailli bilim insanları kral Herodes’in sarayına ait hurma çekirdeklerini filizlendirmeye başararak bir hurma ağacı yetiştirdiler. İncil’e göre dünyanın en yaşlı insanı olan Methuselah’a göre adlandırılan tohumlardan yirmi altı ay içinde yaklaşık 1.20 m büyüklüğünde bir bitki yetişti. Science dergisinde yayımlanan araştırma yazısına göre Methuselah şimdiye dek filizlenen en eski tohumlar. Bilim insanları üç hurma çekirdeğini 19 Ocak 2005 tarihinde ekmişler. Hurma çekirdekleri 1960’lı yıllarda kral Herodes için yapılan Masada sarayında bulunmuş ve o tarihten bu yana oda sıcaklığında korunmuştu. Kudüs’teki Hadassah Hastanesi’nde görevli proje başkanı Sarah Sallon, hurma ağacındaki bazı yapraklarda beyaz lekeler görülmesine rağmen Methuselah ağacının sağlıklı olduğunu söylüyor. Eğer ağaç dişiyse ve meyve verecek olursa, bu çok eski tür çoğaltılabilecek de. Bilim insanları ayrıca bu çok eski hurma ağacı türünde sağlığa iyi gelen maddeler bulunup bulunmadığını da araştıracak. Sallon, hurma palmiyesinin antik dönemlerde enfeksiyonlara ve tümörlere karşı kullanıldığını söylüyor. İnsanın kemik iliği kök hücreleri (elektron mikroskop altında) Nilgün Özbaşaran Dede
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle