24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

V. Ulusal Tıp Eğitimi Kongresi 69 Mayıs 2008 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yapılan kongre (www.Teged.org) sonrasında özetle şu açıklama yapıldı: K ongre oturumlarında belirlenen ve kapanış oturumunda paylaşılan temel mesajlar aşağıda sunulmaktadır: • Ülkemizde son yıllarda sağlık politikaları alanında sağlıkta dönüşüm projesi adı altında uygulamaya konulan değişimler, kamu sağlık hizmetlerinin ve sağlık örgütünün tasfiyesi yoluyla tıp eğitimini olumsuz şekilde etkilemektedir. Ülke koşulları gözetilmeksizin tıp fakültesi sayılarının arttırılması ve öğrenci kontenjanlarının arttırılması baskısı tıp eğitiminin niteliğini olumsuz yönde etkilemektedir. • Ulusal Çekirdek Eğitim Programı’nın gelişen ve değişen sağlık ortamı ve sağlık politikaları ışığında yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir. • Tıp eğitiminin sonunda edinilmesi gereken ve evrensel standartlar olarak tanımlanmış olan temel beceri ve tutumlar ülkemizdeki tıp fakültelerinin kendi koşulları doğrultusunda eğitim programlarına eklenmelidir. • Tıpta yeni yetkinlik alanları kapsamında yer alan iletişim becerileri, mesleksel değerler ve etik, tıpta insan bilimleri, temel araştırma becerileri ve kanıta dayalı tıp, klinikmesleksel beceri eğitimleri gibi uygulamalar, eğitim programlarının içinde, tıp eğitiminin ilk yılında başlayan, öğrenci merkezli, problem çözmeye yönelik, entegre, topluma dayalı, çok disiplinli ve sistematik bir şekilde yü rütülmeli; uygun ölçme ve değerlendirme yöntemleri ile değerlendirilmelidir. • Eğitimde teknoloji kullanımı kapsamında ağırlıklı olarak bilgisayar yazılımları, bilgisayar destekli eğitim araçları ve internet üzerinden erişilen bilgi kaynaklarının kullanımını kapsayan uygulamalardan eğitim yönetimi, eğitim etkinlikleri ve değerlendirme süreçlerinde yararlanılmalıdır. Eğitim uygulamalarında teknoloji araçlarının yaygın olarak kullanılması için, gerek eğitici gerekse öğrencilere yönelik sürekli eğitim programlarına gereksinim vardır. • Performans sınavları hazırlanırken eğitim hedeflerinin, eğitim yöntemleri ve değerlendirme stratejileri ile uyumlu olmaları sağlanmalıdır. Önceden belirlenmiş amaçlara uygun biçimde çeşitli yöntemlerle çoklu değerlendirmeler kullanılmalıdır. Doğrudan gözlenen davranışlar değerlendirmeye dahil edilmelidir. • Probleme Dayalı Öğrenim uygulayan tıp fakültelerinin uygulamalarını, yöntemin felsefesi ve temel ilkeleri doğrultusunda gözden geçirebilecekleri ve deneyimlerini paylaşabilecekleri ortamların yaratılması gerekmektedir. • Ülkemizdeki tüm tıp fakültelerinde öğrenciler için bilimsel araştırma topluluklarının oluşturulması desteklenmeli, bu toplulukların ülke çapında web ortamında birbirleriyle iletişim içinde olmaları sağlanmalıdır. Tıp eğitimi öğrenci kongreleri ve öğrencilerin kongrelere katılımı desteklenmelidir. Mesleksel tercihini araştırmacı olmak yönünde kullanmayacak olsa bile, her hekim araştırma yöntemlerini ve planlamasını bilmeli; bu eğitim gönüllülük aranmaksızın tüm öğrencileri kapsayacak şekil de eğitim müfredatında yer almalıdır. • Akademik bir disiplin olarak ülkemizde 10 yıllık bir geçmişi olan tıp eğitimi anabilim dallarının amacı; toplumumuzun, gereksinimlerine uygun, nitelikli bir sağlık hizmeti alabilmesine katkı sağlamaktır. Bu amaç doğrultusunda tıp eğitimi anabilim dalları, tıp eğitiminin mezuniyet öncesi, mezuniyet sonrası ve sürekli mesleksel gelişimden oluşan tüm evrelerinin, yerel özellikler, evrensel doğrular ve çağdaş ilkeler çerçevesinde gerçekleştirilebilmesi için, gereken eğitim, araştırma, koordinasyon, danışmanlık hizmetlerini sunmayı ve bu hizmetlerin gerektirdiği akademik alan, kadro ve altyapı olanaklarını oluşturmayı ve geliştirmeyi kendilerine hedef edinmelidir. • Tıp eğitimi anabilim dalları bu hedeflerine yönelik işlevlerini fakülte yönetimi, eğitim kurulları ve diğer anabilim dalları ile tam bir işbirliği içinde yürütmelidir. Hizmet verdikleri kurumda, en verimli çalışılabilecek donanım, altyapı ve insangücü olanaklarının oluşturulması, yönetim ve kurumsal politika değişikliklerinden en az etkileneceği, uzun vadede kendi hizmet ve eğitim alanlarını açıkça tanımlamış, tam zamanlı akademik kadroları olan, dünyadaki örneklerine benzer şekilde bir “Anabilim Dalı” olma hedefleri üniversite ve fakülte yönetimleri tarafından desteklenmeli; eğitimle ilgili bir sekretarya grubu ya da tamamen eğitim yönetimi örgütlenme modeli olarak yapılandırılmamalıdır. • Yeni tıp fakültelerinin hızla açıldığı ülkemizde, eşyetkilendirme (akreditasyon) süreci, tıp eğitiminin ulusal standartlarını sağlama ve niteliğini arttırarak toplum sağlığına katkı sunma açısından hızla geliştirilmelidir. Bu süreç, bağımsız bir yapı ile oluşturulmalı ve yaptırımı sağlanmalıdır. Kongre Düzenleme Kurulu adına Eşbaşkanlar: Prof. Dr. Berna Musal, Prof. Dr. Y. Hakan Abacıoğlu Jeokimyasal etken olarak insan ve şehir Bahattin Murat Demir, Jeoloji MühendisiAfet İşleri Genel Müdürlüğü; (bmuratdemir@gmail.com) Ï CBT 1110/ 22 27 Haziran 2008 nsan, jeokimyasal bir etken olabilir mi? Bu sorunun yanıtı “insan jeolojik bir etken kabul edilebilir mi” sorusuna verilecek yanıtla ilişkilendirilebilir. Elbette bu durumda dünyamızın jeodinamik mekanizmasında insan nasıl bir kuvvetle ve etkiyle devreye girebilir ki? Dünyanın 4,5 milyar yıllık geçmişinde jeolojik saatle “12’ye 1 kala dünyaya merhaba diyebilmiş”(1) bir canlı türü için jeolojik süreçlerin 4 boyutlu kompleks modelleri göz önüne alındığında elbette insanın “bir bütünlük içinde jeokimyasal etken hele ki jeolojik bir etken” olarak kabul edilmesi kolay değil!! Ancak, bilim çevreleri kadar dünya halklarınca da dikkatle izlenen birçok bilimsel araştırma raporu 19.yüzyıldan sonra hızlanarak gelişen sanayileşme sürecinin küresel ölçekte bir iklim değişikliğine ve izlerini yaşam çevremizde de kolayca görebileceğimiz çevresel etkilere neden olduğunu göstermektedir. Araştırmalar, endüstriyel girişimler sonucu atmosfere yayılan gaz ve partiküllerin, trafikte seyreden araç emisyonlarının, maden işletmeciliği için yapılan hafriyat ve kimyasal işlemlerin, tarımsal ilaç ve kimyasal gübrelerin bilinçsiz kullanımı gibi insan faaliyetlerinin “kolay kirletilebilen ve birer alıcı olan” toprak, su ve havanın bileşiminde önemli tahribat ve değişimler yarattığını, insan faaliyetlerinin jeokimyasal çevremizdeki değişimlerden sorumlu bir aktör olduğunu işaret etmektedir. Son 250 yıllık tarihsel süreçte dünya nüfusundaki ve sanayileşmedeki hızlı artışa bağlı olarak ortaya çıkan yerleşim alanı, endüstriyel ürün ve enerji ihtiyacını karşılamak için başvurulan “hoyratça tüketim” sonucu dünyamızda ve atmosferde meydana getirdiğimiz bir boyutu da kimyasal olan değişimler o derece büyük olmuştur ki, jeolojik ölçekte bu süre ne kadar kısa kabul edilse de, etkinin büyüklüğünden ve kalıcı lığından dolayı, insan faaliyetleri (antropojenik etkiler) jeokimyasal bir etken olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Uzun yıllardır baskın olan çarpık sanayileşme ve kentleşme politikaları sonucunda jeokimyasal çevremizin insan eliyle bozulduğuna ve yaşamsal risklere dönüştüğüne ilişkin örneklerle ülkemizde de karşılaşmak mümkündür. Bu konuda en somutlaşmış örneklerden biri Dilovası (KocaeliGebze) Belediyesi’dir. Belediye sınırları içinde yapılan araştırmalarda “yaklaşık sekiz yılda gerçekleşen ölümlerin % 32,3’ünün kanser nedeniyle olduğunu, kanserden ölümlerin birinci sıraya yükseldiğini” (2) ve bu durumun bölgedeki kontrolsüz sanayileşmenin yarattığı çevre kirliliğinden kaynaklandığı belirtilmektedir. Dilovası’nda yaşananlar karşısında TBMM’de “Kocaeli’nin Gebze İlçesinin Dilovası Beldesindeki Sanayi Atıklarının Çevre ve İnsan Sağlığı Üzerindeki Olumsuz Etkilerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Meclis Araştırması Komisyonu” kurulması kararlaştırılmıştır. Araştırma komisyonu raporunda vurgulanan detaylar Dilovası’nda yaşanan kirliliğin boyutları ve çevre sağlığına etkileri açıkça ortaya konmaktadır. Belirtmek gerekir ki, çevre yönetimi konusunda gösterilen vahamet ve bölgede kirlenmemiş bir santimetrekare alan kalmaması karşısında araştırma komisyonu, Dilovası beldesinin “tıbbi yönden afet bölgesi olarak ilan edilmesi hususunun değerlendirilmesini” önermek zorunda kalmıştır.(3) Jeokimyasal çevremizdeki bu değişimler tıbbi jeoloji’nin (medical geology) kendi mesleki derinliği çerçevesinde incelenmekte ve yorumlanmaktadır. Şehir zeminlerine odaklanmış bu tıbbi jeolojik araştırmalar günümüzde Şehir Jeokimyası (urban geochemistry) olarak adlandırılmaktadır. Şehir jeokimyası, şehir zeminlerinden (toprak zonundan, endüstriyel ve evsel atık depolama alanlarından, cadde tozlarından, yeraltı suyundan vb.) alınan örneklerin jeokimyasal analizleri yoluyla sanayi, fosil yakıtlara dayalı enerji üretimi, atık depolama, trafik, madencilik işletmesi vb. insan faaliyetleri sonucunda yaşam çevremizde (hava, toprak ve su) meydana gelen kimyasal etkileşimin dağılımını ve kaynağını ortaya koyan, kent yönetiminde karar vericileri yönlendiren, uygulamalı jeokimyanın beslediği bir alandır. Şehir jeokimyası araştırmaları, insan faaliyetlerinden kaynaklanan Cu, Cd, Zn, Hg, Pb, Mo, Ni, As, Ag, Cr, Sb, Fe, Mn ve Mg gibi ağır metal kirliliklerine karşı çevre sağlığı açısından önlem stratejilerinin geliştirilmesine katkılar sunmaktadır. (45) Son 250 yıllık tarihsel süreçte yaptıklarıyla jeokimyasal bir etkene dönüşen insan, kendi kendini tehdit eden ve izlerini soluduğumuz havada, kullandığımız suyun kalitesinde, parklarda, caddelerde görebileceğimiz jeokimyasal değişimlere neden olmuştur. Kentsel risk değerlendirmelerinde öne çıkan bu olgu karşısında birçok ülkede ulusal bazda oluşturulan programlar çerçevesinde şehir jeokimyası (urban geochemistry) araştırmaları yaptırılarak arazi kullanım kararları revize edilmekte, yasal düzenlemeler geliştirilmektedir. Ülkemizde de şehirlerimizin geleceği açısından yaşamsal bir önem taşıyan bu konuya merkezi ve yerel yönetim birimlerinde hak ettiği duyarlılığın gösterilmesi gerektiği açıktır. Bu konuda Jeoloji Mühendisleri Odası’na, jeoloji mühendisliği bölümlerine ve Ulusal Jeokimya Sempozyumu gibi platformlara özel görevler düştüğü inancını taşımaktayım. Kaynaklar: (1) Dünyanın yaklaşık 4,5 milyar yıl olarak kabul edilen yaşını bir gün olarak kabul edersek bu zaman dilimi içinde insanın ortaya çıkışından sonra geçen sürenin gece yarısına bir dakika kalaya denk geldiğini görebiliriz. (2)Prof.Dr. A.Murat TUNCER, Dr.Emire Özen (Sağlık Bakanlığı, Kanserle Savaş Dairesi Başkanlığı) Kocaeli, Dilovası Bölgesi Ön Raporu. Türkiye’de Kanser Kontrolü, 2007.Sağlık Bakanlığı Yayını:Syf 233– 242. (3)Kocaeli'nin Gebze İlçesinin Dilovası Beldesindeki Sanayi Atıklarının Çevre ve İnsan Sağlığı Üzerindeki Olumsuz Etkilerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan (10/254,258) Esas Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (4) Manfred BİKRE,Uwe RAUCH. (Federal Institute for Geosciences and Natural Resources, Berlin, Germany). Urban Geochemistry: Investigations İn The Berlin Metropolitan Area (5) Nurdan S. DÜZGÖREN AYDIN ( Departmaent of Earth Sciens, The University Of Hong Kong) Kurşun İzotopları Ve Ağır Metallerin Kaynakları Ve Dağılımları: Örnek ÇalışmaŞehir Çevre Kirliliği Ve İnsan Sağlığı. 1.Tıbbi Jeoloji Sempozyum Kitabı, JMO Yayını:95,SYF 6573
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle