Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ZÜMRÜTTEN AKİSLER A. M. Celal Şengör Sonuç: Alın rengi ne kadar koyuysa prostat kanseri riski de o denli azalıyor. Hatta ilginç bir şekilde her gün düzenli olarak yapılan güneş banyosu prostat tümörü riskini yüzde elli düşürmekte. Fuat Sezgin, Müslüman toplumların, geçmişlerindeki bu dev bilimsel âbideyi, onun Batı biliminin gelişmesine yaptığı katkıyı öğrenerek aşağılık kompleksinden ve onun yarattığı yobazlıktan kurtulmalarını arzuluyor, gene bilim üretmelerini istiyor. DENİZ DİPLERİNDEN KÖRLÜK İÇİN UMUT Kısa bir süre önce Nature dergisinde yayımlanan bir araştırmaya göre, Chlamydomonas türü yosundan elde edilen proteinden yararlanan bilim insanları kör farelerde ışığa duyarlılığı geri kazandırdılar. Bu tür yosunlar fototaksi özelliği nedeniyle tercih edilmiştir. Bu özellik sayesinde canlılar güneşe göre konumlarını değiştirebiliyorlar. Bu fenomeni genetik açıdan anlamak isteyen araştırmacılar, yosunda ışığa duyarlılıktan sorumlu gen sekansını saptamışlar. İsviçre Friedrich Miescher Enstitüsü’nden Dr.Botond Roska yönetiminde çalışan ekip, söz konusu genleri ayıklayarak kör farelerin gözlerine aktarınca, kör farelerde ışığa duyarlılığı yansıtan davranışlar görülmüş. Dr. Roska araştırmasını açıklarken, yalnızca ön sıradaki dinleyicilerin, konuşmacıyı duyabildiği büyük bir toplantı salonu örneğini veriyor. Ön sıra retinanın arkasında bulunan ve gözden İslam ve Bilim İslâm dünyasının bilime katkılarının ortaya konması konusunda Prof. Dr. Fuat Sezgin’in yarattığı ve bin küsur cildi çoktan geçmiş olan dev eser, her bilim insanı için bir hayranlık kaynağı ve övünç vesilesidir. Fuat Bey’in Türkiye kökenli olması Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bu dev başarıdan kendilerine övünç payı çıkarmalarına ne yazık ki yetmez, zira, Türkiye Cumhuriyeti 1960 yılında Fuat Bey’i üniversitesinden kovmuş, elinden bilim yapma ve bilim yaparak yaşama imkânlarını almıştır. Ülkemizin yetiştirdiği önemli bilim insanlarından olan, Fuat Bey’in dostu ve hayranı Prof. Dr. Kâzım Çeçen «İyi ki Fuat’ı kovdular. Yoksa burada bu dev eseri yaratması için ona fırsat verilmezdi» demişti. Fuat Bey, kendisini İstanbul Üniversitesinde yetiştiren hocası büyük Arabist Helmut Ritter’in de sonunda Türkiye’yi terke mecbur bırakıldığını, büyük bilim insanının ağlayarak ülkesine döndüğünü anlatmıştı bir kez. Yani Türkiye bugün Fuat Bey’in insanlığa hediye ettiği muhteşem eserin «yaratılamaması» için elinden geleni yapmıştır. Bugün durumun pek de farklı olduğunu söyleyemeyeceğim. YÖK beni üniversiteden atmak amacıyla hakkımda dinci gazetelerin iftiralarına ve imzasız «ihbar» mektuplarına dayanarak iki tane soruşturma açtı! Bunu yaparken emirlerini uyguladığı merci de dinci yöneticilerimizdir. Demek İslâm’ın «bilimi korumak ve kollamak» gibi bir özelliği yoktur. Abdülhak Adnan Adıvar, çok hoşgörülü diye bizlere anlatılan Osmanlı’nın, yalnızca bilimsel düşüncelerinden ötürü katlettirdiği bilim insanlarını anlatır. Takiyüddin’in rasathanesinin de din adamlarının tavsiyesiyle bizzat Osmanlı Donanması tarafından topa tutularak yok edildiği herkesin mâlumudur. Peki Fuat Sezgin’in belgelediği o muazzam medeniyetin kökleri nerededir? Fuat Bey tüm eserlerinde büyük bir titizlikle her bilim dalının Müslüman dünyasına önce nasıl girdiğini, nasıl bir kuluçka dönemi geçirdiğini ve nasıl yaratıcı bir döneme geçtiğini ayrıntılarıyla anlatır. Hemen her durumda en önemli kaynak, antik putperest Yunan bilimi ve daha az bir nisbette ve özellikle matematikte de Hindistan’dır. Müslüman ordular doksan yıl gibi kısacık bir sürede İspanya’dan Orta Asya’ya kadar bir alanı işgal edince oralarda çok değişik kültürlerle karşılaştılar. Bizans ve eski Roma topraklarından Yunan medeniyetinin ürünlerini, İran ve Hindistan’dan da doğu kültürlerinin eserlerini topladılar. Bu tür kökeni barbar göçebe toplumları olan büyük işgallerde (ör. Hun işgalleri, Moğol işgali) işgal eden barbarların büyük bir hızla işgal edilen yerleşik toplumların kültürlerinin tesirlerinde kaldıkları bilinen bir gözlemdir. Arapların ise Hun ve Moğol toplumlarına nazaran bir üstünlükleri vardı: Başından beri insan kültürlerinin doğduğu ve geliştiği merkezlere komşu olmak ve şiir hayranlığı dolayısıyla çok gelişmiş, zengin bir dile sahip bulunmak. Zengin dilli ve neredeyse önyargısız Müslüman Araplar, inançları gereği «yaratılmış olan dünyayı» öğrenmek için büyük bir bilgi açlığı ile hızlı bir öğrenme dönemine girdiler. Bu öğrenmenin en büyük aracı tercüme eserlerdi. Yunan ve Hint klâsiklerinin pek çoğu hızla Arapça’ya kazandırıldı. O kadar ki bütün dünya hattâ bazı Hint masallarını hemen yalnızca Arapların onlara verdiği şekilleriyle tanır (ör. gemici Sinbad’ın maceraları). Ancak İslâmın ikinci yüzyılı ile birlikte Araplar öğrendiklerine eleştirel bir gözle bakarak bazılarının yanlış olduğunu gördüler. Benim konum olan yer bilimlerinde Arapların bu safhadan sonra kendi yarattıkları bilim, Fuat Sezgin’in ortaya koyduğu gibi eşsizdir. Hiçbir kültür çevresi, Ortaçağ teknik imkânlarıyla, matematik coğrafyaya Müslüman toplumlar kadar büyük katkılar yapmamıştır. Fuat Sezgin, Müslüman toplumların, geçmişlerindeki bu dev bilimsel âbideyi, onun Batı biliminin gelişmesine yaptığı katkıyı öğrenerek aşağılık kompleksinden ve onun yarattığı yobazlıktan kurtulmalarını arzuluyor, gene bilim üretmelerini istiyor. Kendi ülkesi Fuat Hoca’yı geçmişte çok üzmüştür ve ne yazık ki hâlâ da üzmeye devam ediyor. Gelin bu büyük insanımızı artık anlayalım ve onun bize öğretmek istediklerini öğrenerek onun hayalindeki bilimsel toplumu yaratalım. Fuat Hoca hâlâ hayatta: Bizler için yaptıkları, sanırım böyle bir hediyeyi çoktan hak etmiştir. CBT 1108/ 5 13 Haziran 2008 ni eksikliği bulunan meme kanseri hastalarında metastaz oluşma riski üç misli fazla olduğu gibi kanserin teşhisinden sonraki on yıl içinde ölme riski de %73 daha yüksek. D vitaminin birçok kötü huylu tümörden koruduğu gerçi uzun süredir biliniyordu fakat son araştırmayla ilk kez, tanısı konan meme kanserinin seyri üzerinde etkili olduğu kanıtlandı. D vitamini bir yandan tümör hücrelerinin büyümesini önleyerek diğer yandan da bağışıklık sistemindeki çeşitli fonksiyonları algılayarak engellemekte. Dolayısıyla da Morbus Crohn ve Multiple Skleroz gibi otobağışıklık hastalıklarından korumakta. Manchester’deki St. Mary’s Hastanesi’nde gerçekleştirilen bir araştırmayla da D vitamini takviyesiyle diyabet tip 1 hastalığı riskinin %30 düşürülebileceği anlaşılmıştı. Bu tip diyabet hastalığı bağışıklık sisteminin kendi hücrelerine saldırdığı bir otobağışıklık hastalığıdır. D vitamini işte bu bozukluğu gidermekte. Uzmanlar yağda çözünen D vitamininden günde beş mikrogram alınmasını öneriyorlar. Peynir, balık, et ve yumurta D vitamini açısından zengin olan besinler. Vejetaryenler bu vitamini güneş banyosuyla alabilirler. Çünkü cildimiz güneşten aldığı UVB ışınlarıyla D vitamini üretmekte. Açık renk tenli insanlar on dakika kadar güneşte kaldıklarında 250 mikrogram D vitamini almış oluyorlar, bu da günlük ihtiyacın beş mislisi demek. Diğer bazı araştırmalarla da bedende üretilen D vitaminin önemi vurgulanıyor. Mesela San Diego Üniversitesi’nde yapılan çalışmaya göre açık havada haftada dört saatlik bir yürüyüş osteoporozdan koruyor. Ancak burada hareket de etkili olabilir tabii. Wake Forest Üniversitesi bilim insanları ise 450 prostat kanseri hastası ve 455 sağlıklı erkekte kolun iç kısmını ve alın rengini karşılaştırmışlar. beyne aktarılan bilginin ilk basamağını oluşturan ışığa duyarlı hücreleri simgelemekte. Ön sıradakiler algıladıklarını arka sıradakilere aktarıyorlar. Fakat bu ön sıra belli başlı bir hastalık yüzünden zarar gördüyse, diğer işlevleri sağlıklı olmasına rağmen göz görme yetisini yitiriyor. İşte Dr. Roska ve ekibi en üstteki tabakanın altındaki hücrelere yosun genleri aktararak, ikinci sıradaki hücrelerin, ön sıradakilerin duyamadığını arka sıralara iletebileceklerini tahmin etmişler. Yosun tedavisinden sonra kör farelerin karanlık ve aydınlık arasındaki farkı algılayabildikleri görülmüş. Üstelik ikinci bir deneyde ışığı algılamaya başlayan farelerin sağlıklı farelerin bile göremedikleri kadar ince çizgileri görebildikleri anlaşılmış. Bilim insanları bundan sonraki araştırmalarında daha çok ışık reseptörünün işlevini geri kazandırmaya çalışacaklar. Nilgün Özbaşaran Dede