Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Grup çalışmasının önemi Türkiye’de son yıllarda katıldığım iki bilimsel toplantıdaki izlenimlerimi ve bazı önerilerimi burada dile getiriyorum; sanırımbunlar birçok bilim insanımızın da paylaşacağı görüşler olacak. Yüksel Atakan, Fizik Y.Müh.,Dr., Almanya, ybatakan@gmail.com Sunumların pek azında, herhangibir bilimsel dalda (örneğin jeoloji) yapılmış olan değerli bir bilimsel araştırma çalışmasının sonunda, insanın o yöredeki kimyasal ve radyoaktif maddelerden ne ölçüde etkilenebileceği tam olarak ortaya konabildi ve çevredeki halkın korunmasıyla ilgili öneriler yapılabildi. Bunun başlıca nedeni, sanırız her bilim dalının, kendi içinde, kendi bilim dalındaki elemanlarla (örneğin sadece jeologlarca) araştırmalar yapması, o dalı ilgilendiren ilginç sonuçlar çıkarması, yan dallardaki araştırmaları ise ilgili dalların yapması gerektiği düşüncesi ve zorunluluğu olabilir. Örneğin bazı yörelerde oldukça yoğun arsenikli ya da radyoaktiviteli sular iyice araştırılırken ve bunlarla ilgili anlamlı ölçüm ve değerlendirmeler yapılırken, bunların akıntı ve sızıntılarla kirletebildiği yeraltı ve yerüstü sularında, tarımsal toprakta, içme suyu kuyularında, su pompalama merkezlerinde, bu suları kullanan evlerde ve iş yerlerinde ölçüm ve değerlendirmeler yapılmadığı görülmekte. Ayrıca bu çeşit zararlı olabilecek maddelerin bulaştığı örneğin kuyu suları tarımda kullanılırlarken, bu maddelerin bitki, hayvan ve insanlara geçişleriyle ilgili ölçüm ve değerlendirmelere, doz ve risk hesaplarına girişilememiş. Tüm bunların yapılabilmesi ise, ilgili bilim dallarındaki deneyimli araştırıcıların biraraya gelerek bir grup kurması ve iletişim içinde birlikte çalışmalarıyla ancak sağlanabilir. Şekilde, çeşitli jeolojik yapı taşlarındaki doğal radyoaktif maddelerden yayınlanan gama ışınlarındaki Biraz daha ayrıntıya girersek: farklılık görülüyor (Granitteki radyoaktif maddelerin diğerlerinden daha çok olduğu yaydığı gama ışın önce jeolojik yapıdaki zararlı olaları düzeyinden görülüyor) bilecek maddeler belirlenecek, U luslararası katılımlı bu bilimsel toplantılardan ilki, Haziran 2006 sonu Çanakkale Üniversitesindeki ‘Radyasyon ve Çevre’ , ikincisi ise Şubat 2008 başında Ankara’da Maden Tetkik Arama (MTA)‘ kurumunda yapılan ‘Tıbbi Jeoloi’ Sempozyumlarıydı. Toplantıların ilkinde insanı etkileyebilen çevremizdeki doğal ve yapay radyoaktivite, bu konudaki uluslararası standartlar, yapılan ölçümler ve bunlarla ilgili sınır değerler, radyasyon dozları, kanser riski kestirim ve değerlendirmeleri açıklandı ve tartışıldı. İkincisinde ise çevremizdeki jeolojik yapıda doğal olarak bulunan arsenik, bor, asbest, flor, nikel ve iyot gibi çeşitli kimyasal maddelerin yanı sıra doğal radyoaktif maddelerin (Şekle bkz.) topraktaki, sulardaki ve soluduğumuz havadaki miktarları, Türkiye coğrafyasındaki dağılımları, bunların sınır değerleri uluslararası standartların ışığında açıklanıp tartışıldı.Yeraltı ve yerüstü sularının, sanayi atık sularıyla kirletilmesi Fırat ırmağı acıklı örneğiyle ilginç resimlerle gözler önüne serildi. İZLENİMLER VE ÖNERİLER sonra bunların sulardaki, topraktaki, bitki ve hayvanlardaki miktarları sistematik olarak (örneğin yerine ve duruma göre aylık, üç aylık, yıllık örnekler alınıp) ölçülecek. Bu maddelerin jeolojik yapıdan suya, sudan tarımsal toprağa, bitki ve hayvanlara, bunlardan insana doğrudan ya da dolaylı olarak geçiş oranları (transfer faktörleri) ilgili yöre için çok çeşitli ölçüm ve değerlendirmelerle farklı bilim dallarında değerlendirilip ortaya konacak. Ayrıca halkın yeme alışkanlıkları öğrenilecek, ilgili besin ve sularda ölçülen bu maddelerden gidilerek örneğin 20 000 kişilik bir tüketici grup için doz ve risk hesapları yapılacak. Çevredekilerin ne ölçüde etkilenebilecekleri, ortak proje yürütme grubu içinde görüşülüp tartışılarak belirlenecek. Sonra da iglili sağlık kurumlarıyla, sular idareleriyle, belediyelerle ve diğer kurumlarla görüşülüp öneriler yapılıp gerekiyorsa önlemler alınacak. Bunlar ise, jeoloji, biyoloji, tarım, kimya, radyokimya, radyasyon fiziği, tıp, veterinerlik gibi dallarda deneyimli araştırıcıların birlikte çalışmalarıyla olabileceğinden grup çalışmasının önemi açık. Kuşkusuz bu bilim dallarının herbiri, belirli bir araştırma için gerekmeyebilir. Belirli bir projede, ilgili bilim dallarını kapsayan daha küçük bir grup oluşturularak çalışma yürütülebilir. Önemli olan sonunda, çevredeki insanların hava, toprak ve sularda zararlı olabilecek maddelerden ne ölçüde etkilenebileceklerinin ortaya konulabilmesi ya da bu maddelerden ‘insan ne ölçüde etkilenebilir?’ odaklı bilimsel çalışmaların yapılıp, gerekiyorsa halkı koruyucu önlemlerin alınması değil midir? Bu amaca ulaşılabilmesi ise, çevreyle ilgili bilimsel araştırmalara başlanırken ilgili bilim dallarındaki araştırıcıların biraraya gelip birlikte bir ‘grup projesi’ oluşturmaları, Tübitak’ın da bu çeşit çok yönlü ve kapsamlı projeleri sadece parasal destekle yetinmeyip, aynı zamanda özendirmesi ve yönlendirmesi gerekli ve yararlı olmayacak mıdır? Radyasyon ve Çevre Sempozyumu, 2930 Haziran 2006, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi. Prof.O.DemircanProf.Dr.M.E.ÖzelDr.Hilal Göktaş 2 Tıbbi Jeoloji Sempozyum Kitabı, 69 Şubat 2008, MTA Ankara, Jeolog Dr.Eşref Atabey 3 Jeolojık Faktörlerin canlılar üzerine etkisi Prof.Dr.Ali Demirsoy, Tıbbi Jeoloji Semp. Kitabı, 69 Şubat 2008 MTA Ankara Kütahya Yedigöller kirleniyor Kadir Sorucuoğlu, Biyologlar Birliği Derneği Genel Başkanı, biyologbirder@hotmail.com Türkiye'nin bir cennet olduğu her zaman söylenir. Havası ile suyu ile tarihi ile. Tüm avrupada 12000 endemik bitki varken ülkemizde yaklaşık 9000 endemik bitki türü bulunmaktadır. Fakat maalesef biz bu zenginliğimizin kıymetini bilmemekteyiz. Tüm dünya çevre konusunda önlemlerini arttırmakta iken biz tam tersine kirletmeye devam etmekteyiz. Çin ve pekçok ülke poşet gibi doğayı kirleten maddelere sınırlama getirirken biz daha çok poşet kullanmaya çalışıyoruz. Konuşurken Evliya Çelebi Trakya’dan doğuya kadar gitmiş başına güneş bile değmemiş diye anlatıyor ama bu bozkır nasıl oluşmuş diye sormuyoruz. Bu çevre katliamımıza bir örnek geçenlerde derneğimize başvuran arkadaşlarımız sayesinde birkez daha bizleri yaraladı. Biz de sorumlu sivil toplum anlayışımızla bu olayı kamuoyumuza duyurmak istedik: Kütahya'da 40 yıl önce kiremit fabrikası için toprak lazım olunca yedi göllerin şuan ki mevkiinden toprak alınır. Kütahya yer altı suları bakımından zengin bir yer olması nedeniyle, kazılan bölgeden su çıkar ve 40 yıl önce yedi göller meydana gelir. Ve bu göllerde fotoğraflarda da gördüğünüz üzere bir cennet ortaya çıkar.Fakat Yaklaşık 1213 yıl önce Kütahya çöplüğü bu yedi göller bölgesinin yanına taşınır. Böylece bu cennetin de yokoluşu başlar. Yedi göller Kütahya merkezden sadece 6 km uzaklıkta ve yeni inşa edilen toki konutlarına uzaklığı da sadece 500 metredir! Yedi göllerin şuan pislik içindeki suları yer altı suları ile karışıp şehre gelen içme sularına birleşmektedir. Son günlerde bazı illerimizde görülen şehir suyu kirliliği sonucu hastalanan insanları yakın zamanda Kütahya'da da görmek içten bile değildir. TBMM sağlık harcaması üzerine Dr. Ali Rıza Üçer, Tıp Kurumu Genel Sekreteri T ürkiye Büyük Millet Meclisi’nin 2007 yılı toplam sağlık harcaması 56.5 trilyon liradır. Eski ve yeni milletvekilleri ve yakınlarına ait sağlık harcamaları TBMM toplam sağlık harcamalarının yaklaşık % 80'ini oluşturmakta. www.tbmm.gov.tr/butce/20072009butceteklifleri.htm ; http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.asp x?id=8906894&yazarid=249 Eski ve yeni milletvekilleri ile yakınlarına sunulan tanı ve tedavi hizmetlerinin büyük çoğunluğu Meclis dışındaki sağlık kuruluşlarına ait. Bunların önemli bir bölümü de özel hastaneler, özel tanı ve tedavi merkezleridir. Asıl kaynak savurganlığı bu alandadır. Hizmet sunucularının yabana atılamayacak bir bölümü, sağlık ekonomisinde sunucunun kabarttığı talep (supplier induced demand) olarak tanımlanan CBT 1108 / 22 13 Haziran 2008 hizmet kabartılması için cazip bir fırsat alanı olarak görür eski, yeni milletvekilleri ve yakınlarının tanı ve tedavi hizmetlerini. Bu harcamaların kabarmasındaki başat faktörlerden biri de milletvekilleri ve yakınlarına sunulan özel sağlık hizmetlerinde (sunulan yerine satılan, alınan yerine satın alınan sağlık hizmeti tanımı daha doğrudur) ödemelerin Sosyal Güvenlik Kurumu Sağlık Uygulama Tebliği / SUT (eski adıyla Bütçe Uygulama TalimatıBUT) yerine Türk Tabipleri Birliği (TTB) asgari ücret tarifesi üzerinden yapılmasıdır. Bu durum eskiyeni milletvekilleri ve yakınlarının sağlık giderlerinin 34 kat artmasına yol açmaktadır. Ödemeler TTB asgari ücret tarifesi yerine SUT üzerinden yapıldığı takdirde milletvekilleri ve yakınlarının yıllık sağlık gideri 45 trilyon liradan 15 trilyon lira dolayına düşecektir. Ancak bir türlü böyle bir düzenleme yapılmamaktadır. Neden yapılmadığının TBMM yetkililerine sorulması gerektiği kanısındayız.