27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Şerif Mardin ve Cumhuriyet Şerif Mardin’in Cumhuriyet üzerine ileri sürdüğü yanlış iddialar üzerine... Osman Bahadır bahadirosman@hotmail.com rof. Dr. Şerif Mardin, geçen yıl tartışmalar yaratan “mahalle baskısı” kavramının doğru anlaşılmadığını düşünerek bu kavrama daha fazla açıklık kazandırmak isterken şunları söyledi: “Cumhuriyette iyi, doğru ve güzel hakkında çok derine giden bir düşünce yok... Bizim Cumhuriyet öğretimizde iyi, doğru ve güzeli derinliğine araştıralım diye bir şey yok. Orada binlerce sayfa tartışma bulamazsınız...Öğretmenin dünya görüşünde iyi, doğru ve güzel olmayınca, orada olmayan diğer elemanlar geliyor. Mahallenin kendisine baktığınız zaman, orada gerçekten iyi, doğru, güzel hakkında bir düşünce var. Nedir o düşünce? İslami düşünce tarzı.” (Radikal, 25 Mayıs 2008.) Prof. Mardin bu sözleriyle, İslami düşünce tarzının cumhuriyet öğretisinden daha iyi, doğru ve güzel bir tarz olduğunu söylemiyor elbette. Onun ileri sürdüğü şey, Cumhuriyetin iyi, doğru ve güzel hakkında İslami düşünce kadar sistematik, kapsayıcı ve derine giden bir öğretisinin bulunmadığıdır. Acaba gerçek böyle midir? Prof. Mardin’in iyi, doğru ve güBilimin ve zel kavramlarıyla ne kastettiğini bilmiyoruz. Belki o daha sonra, mahalulusun egele baskısı kavramı için yaptığı gibi bu menliği ilkesi, kavramların da tanımlandığı yeni iyi, doğru ve bir açıklama yapma gereğini duyagüzel bir ilke caktır. Ama biz burada Cumhuriyetin iyileri, doğruları ve güzelleri ve bundeğil ların derinliği hakkında bir deneme midir? yapabiliriz. ti. Bu büyük bilimsel, tıbbi ve aynı zamanda sosyal zaferin, dünya bulaşıcı hastalıklarla mücadele tarihindeki yeri baş sıralardadır. Bu muazzam zaferi sağlayan Cumhuriyet öğretisi, en iyi, en doğru ve en güzel olarak nitelendirilmeyi hak etmiyor mu? yılın başlarındaki düzeyinde olmasa da önemini bugün de korumaktadır. Ama uluslararası gelişmeler, Atatürk’ün uygarlığın gelişimindeki temel faktörün bilim olduğu yönündeki düşüncesini doğrulamıyor mu? P İKİ NEDEN Cumhuriyetin iyiyi, doğruyu ve güzeli yaratma hedefinin tam olarak başarıya ulaşamamış olmasının birbiriyle bağlantılı iki temel nedeni vardır. Birincisi, bilimsel düşünceyi yaymak zordur, bu hedef çok büyük kadro, inanç, kaynak, çaba ve zaman ister. Cumhuriyet öğretisini oluşturacak, yayacak ve geliştirecek güçler, tüm gayretlere rağmen gerekli kritik kütleye ulaşamamıştır. Bunun en önemli nedenlerinden biri de elbette Cumhuriyetin başlangıç noktasının çok geri bir düzeyde olmasıdır. İkincisi ise Cumhuriyetin, geri bir tarım ülkesinde bir tarım ve toprak devrimi yapmayı başaramamış olmasıdır. Bunun nedeni de hiç kuşkusuz toprak devrimine kalkışma gücünü kendisinde bulamamasıdır. Uluslar tarihinde toprak devrimleri ya burjuvazinin ya da işçi sınıfının desteğiyle yapılmıştır. 20’li ve 30’lu yıllar Türkiye’sinde neredeydi bir toprak devrimine destek verecek burjuvazi ya da işçi sınıfı? Atatürk köklü bir toprak reformu yapılmasını hep düşündü ama buna girişemedi. Orta ve büyük toprak sahiplerinin önemli bir kısmı milli kurtuluş savaşında yer almışlardı. Onları doğrudan karşısına alması, kendi iktidarını tehlikeye düşürebilirdi. İsmet İnönü de 40’lı yıllarda bir toprak reformu düşüncesinden hâlâ vazgeçmiş değildi. Ama bu girişiminde dayanacağı gücü bulmakta zorlanıyordu. 1945’te çıkarılan ve tüm yetersizliğine rağmen fakir köylüler lehine önemli yararlar sağlayabilecek olan Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu bile kâğıt üzerinde kaldı. Zira büyük toprak sahiplerinin parlamentoda büyük bir gücü vardı. (Bu kanunu uygulamakla yükümlü bakan, o dönemin en büyük toprak sahiplerinden Cavit Oral’dı.) İsmet İnönü toprak reformunda dayanabileceği güç olarak Köy Enstitüleri’nin desteğini de düşündü. Köy Enstitüsü mezunlarının sayısı 200.000’e ulaştığında artık böyle bir gücün, toprak devrimi girişimine yetebileceğini düşünmüştü. Ama toprak ağaları ve onların siyasi temsilcileri, ne kapsamlı bir toprak reformuna, ne de Köy Enstitüsü mezunlarının sayısının 200.000’e ulaşmasına izin verdiler. Laiklik karşıtı gelişmelerin ve Kürt sorununun bugünkü durumlarına gelmesinde ve ekonomik yapının olumsuz bazı özelliklerinde, ülkemizde bir toprak devriminin yapılamamış olmasının belirleyici bir rolü vardır. Prof. Dr. Mardin, “Bizim Cumhuriyet öğretimizde, iyi, doğru ve güzeli derinliğine araştıralım diye bir şey yok. Bizde binlerce sayfa tartışma bulamazsınız” demektedir. Bu iddia da doğru değildir. Özellikle de harf devrimine kadar olan dönemde Cumhuriyet öğretisinin iyiyi, doğruyu ve güzeli araştırmaya yönelik tartışmaları içeren on binlerce sayfalık kapsamlı bir literatür vardır. Cumhuriyetin kendi ideolojik temellerini oluşturduğu bu döneme ait literatüre, bunlar harf devriminden önce yayınlanmış oldukları için doğrudan ulaşılamıyor. Ancak bu literatürün bazı önemli bölümleri yeni harflerle yayımlanmıştır. Bunlar bile on binlerce sayfayı bulmaktadır. Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji dergisinin, 2005 ve 2006 yıllarında, Cumhuriyetin ilk 10 yılının ortadaki üçte birlik bölümünde yayımlanmış olan Hayat dergisinden seçerek çevrimyazılarını yayımladığı 50 makale de, bu literatürün bir parçası ve örneğidir. Sadece bunların okunmasıyla bile, Cumhuriyet öğretisinin, iyiyi, doğruyu ve güzeli bulma konusunda ne kadar derinlere yönelmiş olduğunu görebilmek mümkündür. İKİ FARKLI ÇOCUK Osmanlı mahallesinin fakir çocuğu, hocasına verebilecek birkaç mecidiye bulabilirse mahalle medresesinde Aristoteles’ten kalma bilgiler edinebiliyor ve Arap harfleriyle okuma ve yazmayı da doğru dürüst öğrenemeden mektepten çıkıyordu. Cumhuriyetin fakir çocuğu ise parasız yatılı bölge okullarında devlet hesabına modern bilgilerle eğitim görme imkânını buldu. Devlet desteği olmasa kaybolup gitmiş olacak olan bu fakir Anadolu çocukları arasından bugünkü bilim ve sanat dünyamıza büyük katkılarda bulunmuş yüksek yetenekler çıkmıştır. Osmanlı mahallesinde kadınların kadıya işleri düşmeyegörsündü. Ne erkeklerle miras eşitliği hakkına sahipti, ne de kadı karşısında erkeklerle eşit derecede söz geçerliliği hakkına. Cumhuriyet öğretisi erkek ile kadın arasında her bakımdan hak eşitliği sağlamaya çalışmıştır. Ülkemizde kadınlar ancak Cumhuriyetle iş ve eğitim yaşamında erkeklerle yan yana yer alabilmişlerdir. Osmanlı mahallesindeki kadının, evinin avlusunun ötesinde bir yeri olabildi mi? İKİ FARKLI ÖZELLİK Cumhuriyet öğretisinin, Osmanlı düşünce ve yaşam tarzından temelden farklı iki özelliği vardır; birincisi, evrene ve yaşama bakışta bilimin ve bilimsel düşüncenin temel alınması, ikincisi, ulusun egemenliği ilkesi. Başka bir deyişle yaşamda dinsel bakışın yerine bilimsel bakışın geçmesi ve dışarıda yabancı güçlere ve içeride de hanedana kulluk yerine, bağımsız ve eşit haklara sahip yurttaşlardan oluşmuş, uluslar topluluğunun eşit bir üyesinin yaratılması. Cumhuriyetin ana öğretisi budur. Bu öğretinin ne ölçüde gerçekleştirilebildiğine cevap verebilmek için bütün Cumhuriyet döneminin kapsamlı bir analizinin yapılması gerekir. Ama şimdi burada öncelikle sormamız gereken bir soru var. Bilimin ve ulusun egemenliği ilkesi, iyi, doğru ve güzel bir ilke değil midir? Atatürk’ün sağlığında bu temel ilkenin ışığında çok önemli dönüşümler sağlandı. Öncelikle eğitim birliği gerçekleştirildi ve bilimin ışığının tüm ülkeye kısa sürede yayılması için gerekli çalışmalar yapıldı. (Mardin’in, dünya görüşlerinde iyi, doğru ve güzelin olmadığını söylediği fedakâr ve bilinçli öğretmenler bu dönemde inanılması güç bir eğitim zaferini yarattılar). Ama bu sırada çok hayati nitelikte başka sorunlarla da uğraşıldı. Yeni kurulmuş Cumhuriyetin insanları sadece eğitimsiz değildi, fakat aynı zamanda tıbbi olarak da hastaydı. 1920’ler Türkiye nüfusunun yarısından fazlası sıtma, verem, frengi, trahom gibi hastalıklardan kırılıyordu. 1920’ler Cumhuriyet Türkiye’si, doğan iki çocuktan birinin bir yıl içinde öldüğü bir ülkeydi. Cumhuriyet yönetimi, modern bilimin ve tıbbın ışığında ve aynı zamanda eşit yurttaşlardan oluşan bir ulus olma ve yaratma bilinç ve idealiyle bu felaketi 10 yıl içinde yok et CBT 1108/16 13 Haziran 2008 Bütün bu gerçekleri Cumhuriyetin 85. yılında tartışmak zorunda kalmamız gerçekten çok acı. Oysa şimdi dünya biliminin ve demokrasisinin önde gelen ülkelerinden biri olarak insanlığa olan katkılarımızı nasıl daha yükseklere çıkarabileceğimizi tartışıyor olmamız gerekmez miydi? Prof. Mardin, Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” sözlerini de çok derin bulmuyor. Oysa derinliği bu ifadedekinden daha fazla bir siyasi ve sosyal vecize olabilir mi? Bu ifade, gerçekte insanlığın tüm yüksek ideallerinin birleştiği ve billurlaştığı bir ifadedir. Bütün savaşların temel nedeni, baskı ve eşitsizliktir. Sonsuz dünya barışı, tüm yeryüzünde ülkeler arasındaki ve ülkelerde de sınıflar arasındaki baskı ve eşitsizliklerin giderilmesiyle sağlanabilecektir ancak. İşte Atatürk’ün bu vecizesinden yansıyan büyük gerçek de budur. Atatürk, insanlığın büyük tarihsel gelişiminde ilerlemeyi sağlayan temel hareket ettirici gücün bilim olduğunu düşünüyordu. Onu çağdaşı büyük politikacı ve filozofların birçoğundan ayıran ana farklılık budur. Uluslararası sınıf mücadelesi elbette çok önemlidir ve bu mücadele geçen yüz
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle